Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan’ın ana muhalefet liderine yönelik “O’nun
seviyesine inmeyi kendime yakıştıramıyorum. Bulunduğum makam da ona zaten pek
müsaade etmiyor. Bir defa O benim rakibim olamaz.” sözlerini işitince
endişelendim doğrusu. Bu sözleri söylerken sergilediği öfke ve hiddet, endişemi
büsbütün artırdı. O şedit ruh hali içinde başına bir hal gelecek diye korktum
açıkçası. O korku ve üzüntüyle tırnaklarımı kemirmişim, farkında olmamışım!
Neden böyle hiddetli, bar bar bağırıyor
acaba? Oysa karıncayı bile incitmeyecek kadar yumuşak yaradılışlı, beyefendi
tabiatlı, ilim irfan sahibi, kibar, mütevazı bir insan kendileri! Acaba
diyorum, Cumhurbaşkanı kibir sahibi mi oldu, büyüklenme hastalığına mı tutuldu?
Malum, kibir, kendini beğenme,
başkalarından üstün tutma, büyüklenme, başkalarını aşağılama ve küçük görme, benlik,
gurur anlamlarına geliyor. Psikiyatri biliminde narsisistik
kişilik bozukluğu olarak adlandırılıyor. Temel belirtileri, kendisinin çok
önemli, eşsiz ve benzersiz biri olduğuna inanmak, sınırsız başarıya açlık ve
doyumsuzluk, amacına ulaşmak için başkalarının zayıf yanlarını istismar etmek,
empati yoksunluğu ve küstahlık olarak sıralanıyor. Cumhurbaşkanımız kibardır,
dolayısıyla kibir geliştirmiş olamaz. İnanmıyorum büyüklenme hastalığına
tutulduğuna.
***
Sesini alçalt, en çirkin ses eşek sesidir!
Cumhurbaşkanımız büyüklenme
hastalığına tutulmuş olamaz. Zira her şeyden önce mü’min Müslüman adamdır,
kâmil zattır! Allah’a ve O’nun kelâmına inanır. Bilir ve iman eder ki, büyüklük
ululuk Allah’a mahsustur, kibir Allah’a şirk koşmaktır. Gerçi kendileri "Rahmetimiz gazabımızı aşacaktır" diyorlar ve kimi sevenleri de (mesela Düzce Vekili Fevai Aslan) “Allah’ın
bütün vasıflarını üzerinde toplayan lider” diye yüceltiyorlarsa da Recep
Tayyip Beyefendi Allah’a şirk koşmaz, kibre bulaşmaz! Bu husus böyle biline!
Yine Recep Tayyip Beyefendi de bilir
ki, kibir, Allah’ın yeryüzüne halife olmak üzere yarattığı Adem’e saygı
göstermesi istendiğinde, “Beni ateşten
yarattın, çamurdan yarattığın kimseye saygı ile eğilmem” diyerek büyüklenen
İblis’in amelidir, Şeytan’ın sıfatıdır. Recep Tayyip Beyefendi, İblis’in amelinden
sıfatından münezzehtir! Bu husus da böyle biline!
Yine Sayın Cumhurbaşkanı bilirler
ki, Kur’ân-ı Kerîm’de kibirlenmenin ne denli büyük günah olduğuna dair onlarca
ayet vardır.
Mesela Yürütmek (İsra) 37’de “Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme! Çünkü
sen asla yeri yaramazsın ve boyca da dağlara erişemezsin.” diye
buyurulmaktadır.
Lokman 19’da ise “Yürüyüşünde tabii ol, sesini alçalt, çünkü
seslerin en çirkini elbette eşeklerin sesidir.” diye ikaz edilmektedir.
Evet evet! Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Beyefendi kibir geliştirmiş olamaz. Zira kibre kapılmanın, kibir ve
azametle yürümenin, yüksek sesle bağırmanın Allah’a şirk koşmak olacağını
bilir. O yüzden kibirden uzak durmak için azami gayret gösterir, azametle
yürümez, boyun damarları çatlayacakmış gözleri yuvalarından fırlayacakmış gibi
bağırmaz!
***
Mağrur olma!
Esasen, Başbakan olarak
iktidarının ilk yıllarında cep telefonu açıldığında ekranda “Mağrur olma!” diye bir yazının akmaya
başladığı yolunda haberler çıkmıştı matbuatta. Rivayete göre oğlu Burak’ın
işiymiş ekrana bu yazıyı yazmak. Yani baba nasihati değil, evlat nasihati gibi.
Burak Efendi bu ilhamı nereden
aldı da babasının ekranına yazma ihtiyacı duydu, bilen anlatan çıkmadı. Böyle
bir nasihat, bildiğim kadarıyla padişahlar için geçerliydi. Padişahlara “Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah
var!” diye nasihat edilirmiş. Burak Efendi de 12 yıl öncesinden babasının padişahlığa
yürüdüğü endişesine mi kapıldı da uyarma ihtiyacı duydu, anlayamadım doğrusu.
Ne sebeple olursa olsun, Burak Efendi’nin babasına
verdiği nasihat yüzde yüz isabetli. Recep Tayyip Beyefendi’nin oğlunun
nasihatini tutması da aynı ölçüde isabetli. Çünkü Burası Türkiye. İnsanın
başına ne zaman ne geleceği önceden pek kestirilemez. Dahası milletimiz öyle çok
da kadir kıymet bilen bir millet değil. Tarih, milletimizin sağken baş tacı
ettiği nice şahlara padişahlara vefasızlığının örnekleriyle doludur.
***
Kemiklerini köpeklerin yediği padişahlar
Örneğin, Anadolu Selçuklu
Devleti’nin sultanları. Kim bilebilirdi, ölümlerinden 800 yıl sonra kemikleri
kapan itin ağzında kalacak diye.
Ben de bilmiyordum, Hürriyet gazetesinde köşe sahibiyken Murat
Bardakçı yazınca öğrenmiştim. Bardakçı’nın “Selçuklu sultanlarının kemiklerini
köpekler yedi” başlığı altında yazdığına göre, Türkiye'de bugüne kadar birçok
tarihi eser yerle bir edildi, tahribe uğradı, taşınabilenleri yurtdışına kaçırıldı,
ama Konya'da yaşanan rezaletin eşi-benzeri görülmedi.
Eşsiz rezaletin hikâyesi şöyle: Vakıflar
Bölge Müdürlüğü, Alaeddin Camii'nin türbe kısmında onarım başlattı. Türbe
kısmında Kılıçarslan, Alaeddin Keykubat gibi, Bizans’ı İstanbul’a süren, Haçlı
ordularına kök söktüren ünlü hükümdarların láhidleri de bulunuyor. Onarım
sırasında sekiz hükümdarın láhidleri bakım maksadıyla açıldı. Ama láhidlerden
çıkartılan iskeletler açıkta unutulunca,
gece türbeye üşüşen köpekler, Selçuklu sultanlarının kemiklerini kapıp
gittiler. Kemiklerden artakalanlar ertesi sabah Alaeddin Tepesi'nin dört bir
yanından toplandı ve láhidlere gözkararı
yerleştirildi (Hürriyet, 20 Mart
2004).
***
Kemikleri aganigi ilacı yapılan Sultan
Milletimizin şahlara padişahlara
vefasızlığı bu kadarla kalsa iyi. Daha nice vefasızlıklar var. Aynı dönemin güçlü
ve namlı beylerinden Melikgazi’nin başına da az iş gelmedi doğrusu. Melikgazi,
savaş meydanında karşılaştığı Urfa kontu hastalanınca, çekilmesine izin verecek
kadar yiğit bir gazi. Ölünce, cesedi mumyalanarak, Kayseri’nin Melikgazi köyünde türbesine kondu. Ancak,
ölümünden 850 yıl sonra Melikgazi’nin başına gelmeyen kalmadı.
Melikgazi’nin mumyası parça parça
eksildi. Mumyanın şifa kaynağı olduğunu sanan vatandaşlar hastalıklara iyi
geldiği düşüncesiyle parça parça koparıp götürdüler. 1935 yılında bir eli
gitti; deri ve kemiklerinden alınan küçük parçaların her biri bir hastalığa
çare olarak görüldü. 1978 yılında, mumyayı tırtıklamak için türbeye girenler,
ellerindeki mumu düşürünce mumya yanmaya başladı. Yangın söndürülürken mumya
biraz daha eksildi. Sonraları, çocuk doğurma derdindeki kısır kadınlar,
dişlerini öğüterek çorbasını yapıp içtiler. Yetkililer baktılar ki
Melikgazi’den eser kalmayacak, 1996 yılında toprağa gömdüler. Ama,
Melikgazi’nin başına gelenler bitmedi. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu, “kurul kararı olmadan gömüldüğü ve tescilli tarihi eser olduğu” gerekçesiyle, mumyanın topraktan
çıkartılmasına karar verdi. Melikgazi’nin başına bundan sonra kim bilir daha
neler gelecek? Hürriyet gazetesinin
yazdığına göre, “Melikgazi’nin mumyasını
aganigi ilacı bile yaptılar.” (8 Haziran 2000). Bilmeyenler için
belirtelim, Agaginigi, kuş dilinde seksüel eylem anlamına geliyor.
Vatandaşlar, Melikgazi’nin
mumyasından yararlanmanın başka hangi özgün yöntemlerini bulurlar, bilemem.
Aklıma çok muzır bir Temel fıkrası geldi. Lakin anlatmaktan ar ederim.
Milletimizin şahlara padişahlara
vefasızlıklarının saygısızlıklarının nice örneği vardır. Tarihe aşina olanlar
bilir; Padişah Genç Osman da, tahttan indirildikten sonra Yedikule zindanına
kapatılır. Cellatların, genç padişahı, ırzına geçtikten sonra öldürdükleri, “Padişahını seven millet” deyiminin
buradan geldiği söylenir...
Ya işte böyle. Tarihte neler
olmuş neler.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Beyefendi de şüphesiz bunları biliyor. Cep telefonunda hâlâ “Mağrur olma!”
yazısı akıyor mu, torunu Ahmet Akif’in resmi var mı, bilemiyorum.
Allah Recep Tayyip Beyefendi’yi kibirden
sakınsın, “padişah olmak istiyor”
diye vehme kapılanları da bildiği gibi yapsın!
“Bizim rahmetimiz gazabımızı aşacaktır inşallah” diye konuşabilen Recep
Tayyip Erdoğan’ın padişahlığa tenezzül edeceğini, onunla yetineceğini sanmak
nasıl bir gaflettir, takdir okuyucunun.