SEYAHATNAME-İ RAHMİ ÇELEBİ
NAZİ / AMERİKAN İŞBİRLİKÇİSİ / ULUSAL KAHRAMAN İZZETBEGOVİÇ?
VATAN HAİNİ EMİR KUSTURİCA?
Balkan gezimizin bu durağında, Bosna-Hersek Cumhuriyeti’nin başkenti
Sarajevo’da, Türkçe deyişle Saraybosna’dayız.
Neretva nehri vadisi boyunca kıvrım kıvrım büklüm büklüm uzanan Mostar
- Saraybosna yolu nasıl da güzel! Maviyle yeşili kaynaştırmış doğal güzelliği
doyasıya gözlerimize doldurduk, Konjic kasabasından geçtik. Rehberimizin
anlattığına göre kasaba, Osmanlı döneminde buraya göçen Konyalılar tarafından
kurulmuş. Konjic’te Osmanlı döneminden kalma köprü, İkinci Dünya Savaşı
sırasında Naziler tarafından ağır hasara uğratılmış, 2000’li yıllarda TİKA
tarafından restore edilmiş.
Rehberimiz Bosna-Hersek Cumhuriyeti hakkındaki bilgilerini paylaşıyor.
Yüzölçümü 51 bin km². Nüfusu 3 milyon 500 bin; yüzde 51’i Müslüman Boşnaklar, 31’i
Ortodoks Sırplar, 15’i Katolik Hırvatlar. Yönetim açısından Bosna-Hersek Federasyonu ve Sırp Cumhuriyeti olmak üzere
iki etnik devletçiğe bölünmüş. Bu devletçikler de kendi içlerinde geniş
özerkliğe sahip toplam 10 kantona bölünmüşler. Başkent Sarajevo’nun nüfusu 500
bini geçiyor.
Mostar’da olduğu gibi Saraybosna’da da kendimizi memleketimizde
hissettik. Bu duygu tabii ki, Türkiye ile Bosna-Hersek’in yüzyıllara yayılan
ortak tarihi kültürel geçmişinden ve dindaşlığından ileri geliyor. O yüzden
gezip gördüklerimizden önce ülkenin tarihine kısaca değinmekte yarar var. Bu
değini, Türkiye kamuoyundaki Bosna-Hersek’le ilgili duygu ve düşünceleri
anlamak için de gerekli.
***
İSLAMCI LİDER ÖNCÜLÜĞÜNDE
BAĞIMSIZLIK
Bağımsızlığını kazanalı 30 yıl geçmese bile Bosna-Hersek’in tarihi
binlerce yıl geriye uzanıyor. İliryalılar, Roma ve Bizans egemenliklerini Slav
istilası izlemiş. 13’üncü yüzyılda Bosna- Hersek Krallığı bağımsız bir devlet
olmuşsa da 1463’te Fatih Sultan Mehmet tarafından Osmanlı topraklarına katılmış;
Boşnaklar İslam’ı kabul etmişler, bu sayede sarayda ve bürokraside ayrıcalıklı
bir konum elde etmişler. Boşnak kökenli Sokullu Mehmet Paşa, Osmanlı tarihinin
en güçlü sadrazamı olmuş. Sokullu’nun ve Kanuni Sultan Süleyman’ın çağdaşı
matematik bilgini Matrakçı Nasuh da, çocukluğunda Osmanlı sarayına devşirilmiş Boşnaklardan
biridir.
Boşnaklar 19’uncu yüzyıl başlarında Osmanlı’ya karşı bağımsızlık
savaşına girişmişler ancak başarılı olamamışlar. Bosna-Hersek, Osmanlı’nın ağır
yenilgiye uğradığı 93 harbi ardından toplanan 1878 Berlin Konferansı’nda
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Sırp-Hırvat-Sloven
krallığına verilmiş; İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da Yugoslavya
Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nin federe cumhuriyetlerinden biri olmuş.
Sosyalist Yugoslavya’nın çözülme sürecinde Bosna-Hersek 1992
yılında bağımsızlığını ilan etti. Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler, Yugoslavya’dan
ilk ayrılan Slovenya ve Hırvatistan’ı derhal
tanıdı ama Bosna-Hersek’in bağımsızlığını referandum koşuluna bağladı.
Referandum bağımsızlık lehine sonuçlandı ama ülkedeki Sırplar (Sırbistan’dan
aldıkları destekle) bağımsızlığa karşı çıktılar, bağımsızlık ilan eden Boşnaklar’a
savaş açtılar. Üç yıldan uzun süren savaş, Aralık 1995’te Dayton Antlaşması ile
sona erdi; Bosna-Hersek’in yönetimi, ülkedeki etnik grupları temsilen Üçlü Cumhurbaşkanlığı Konseyi’ne geçti. Bağımsızlığın
liderlerinden Aliya İzzetbegoviç, ülkenin ilk cumhurbaşkanı oldu.
***
BAYRAKLARI BAYRAK YAPAN?
Bosna-Hersek’te geçirdiğimiz iki gün boyunca yerel rehberimiz bu tarihi
geçmişi anlatırken iki temel konuyu vurgulayıp durdu. Birincisi, bağımsızlıktan
sonra yaşanan sürecin iç savaş değil katliam ve soykırım olduğu, ikincisi de Bosna-Hersek’in
bayrağının AB tarafından dayatıldığı.
Rehberimizin anlattığına göre üç buçuk yıl süren kuşatma sırasında Bosna-Hersek
ahalisi Sırplar, Sırbistan’ın desteğiyle, Sarayevo ve Mostar başta olmak üzere
Boşnak kentlerine uzun menzilli top, havan, ağır makineli tüfek, keskin nişancı
tüfeği ve roketatar ile saldırdılar; on bin kişi öldü, yaralı sayısı 56
bini geçti. Bu süreçte Boşnaklar, Sırplar’ın
yanı sıra Hırvatlar ile
de uğraşmak zorunda kaldı. Zaten Sırplar ve Hırvatlar, Boşnakları ulus
olarak kabul etmezler. Sırplar, Boşnakların Osmanlı’ya yaranmak için din
değiştiren Slavlar olduklarını, Hırvatlar da Boşnakların aslen Müslüman Hırvat
olduklarını öne sürerler. Bağımsızlık sürecinde Boşnakların uğradıkları katliam
ve soykırımın kökeninde bu dinsel farklılık vardır. Boşnakların maruz kaldığı
katliam ve soykırıma Hıristiyan batının tereddütlü yaklaşımı da yine bu dinsel
farklılıkla ilgilidir...
Bayrak tartışması bu dinsel farklılıktan ayrı değildir, bağımsızlaşma
süreciyle birlikte ilerlemiştir. Bağımsızlığın ilan edildiği 1992 yılında,
Bosna-Hersek krallığının tarihi mitolojik anısını taşıyan zambaklı bayrak
dalgalandırıldı.
Dayton Antlaşması’ndan sonra ise, ülkedeki temel etnik
grupları temsilen, mavi arka plan üzerinde sarı üçgen ve beyaz yıldızlar
bulunan bayrak göndere çekildi. Aradan 20 yıl geçmesine karşın yeni bayrak benimsenmedi;
Bosnalı yurtseverler Avrupa Birliği’nin dayatması olarak görüyorlar, kabul
etmiyorlar...
***
BOŞNAKLARIN UMUT VE YAŞAM TÜNELİ
Saraybosna turumuzda ilk
durağımız, kentin maruz kaldığı kuşatmanın ve ülke genelindeki iç savaşın en
stratejik mevkii, havaalanı civarındaki Umut
Tüneli oldu. Haritadan görüldüğü üzere, Sırp güçleri Saraybosna’yı tamamen kuşatmışlar,
kenti çevreleyen tepelerden bomba yağdırmaktadırlar. Sadece havaalanı BM’nin
kontrolündedir ama kuşatma altındaki kente bir yararı yoktur; kentin dış dünya
ile bağı kesilmiştir. Çare, havaalanının altından geçecek bir tünel yapımıdır.
Tünel 1 metre genişliğinde, 1,5 metre yüksekliğinde olacaktır.
Havaalanı yakınındaki bir evin
zemininde kazıma başlanır, ray da döşenir; dört ayda tamamlanan tünel 1993
Temmuz ayında açılır. Havaalanı ötesindeki Boşnak güçleriyle Saraybosna’nın
irtibatı sağlanır, yaralılar ve siviller tahliye edilir, kente yiyecek içecek
ve silah ikmali yapılır. Direnişin güçlenmesi karşısında 29 Şubat 1996’da Sırp
askerleri kent civarındaki mevzilerini terk ederler. Zaten Dayton Antlaşması da
imzalanmıştır. Umut Tüneli, diğer adıyla Yaşam Tüneli müzeye dönüştürülür, Saraybosna
turizminin en önemli uğrak yeri haline gelir. Tünelin girişinde, savaşı
ve tünelin öyküsünü anlatan belgesel izlenmeye değer.
***
NAZİ / AMERİKAN İŞBİRLİKÇİSİ YA DA ULUSAL KAHRAMAN ALİYA?
Yerel rehberimiz, Umut Tüneli’ni
anlatırken, direnişin ve bağımsızlığın önderi Aliya İzzetbegoviç’ten saygıyla
söz etti; tek hatasının Sırplar’ın saldıracaklarını öngörememek olduğunu, bunun
da barışçı kimliğinden ileri geldiğini vurguladı. Aliya’nın bu hatası nedeniyle
saldırıya ve soykırıma hazırlıksız yakalanmışlar ve çok kayıp vermişler!
Seyahatnamemizin bu anında Aliya
İzzetbegoviç’ten söz etmemek olmaz. Aliya, 1925 yılında doğmuş, Saraybosna’da Alman
lisesinde öğrenciyken İslamiyete ilgisiyle öne çıkmış, Müslüman Gençler
Kulübü’nün kurucuları arasında yer almış. Sosyalist Yugoslavya döneminde muhalif
İslamcı kimliğinden dolayı üç yıl hapis cezasına çarptırılmış. Hapislikten
sonra hukuk fakültesini bitirmiş; Bosna Hersek İslam Birliği’nin yayın
organlarında yazılar yazmış, camilerde vaazlar vermiş.
Josip Broz Tito’nun 1980 yılında
ölmesinin ardından Yugoslavya’da milliyetçilik dalgası kabarmış, Aliya’nın makaleleri
İslami
Manifesto adıyla kitaplaştırılmış. Gençlik döneminde kurduğu Müslüman
Gençler Kulübü’nü yeniden kurmak suçlamasıyla 1983’te tutuklanmış, 14 yıl hapse
mahkum edilmiş, 1988 yılında af ile serbest kalmış; 1990 yılında Boşnakların en
kitlesel örgütü Demokratik Eylem Partisi’nin (SDA) genel başkanı seçilmiş.
Bağımsızlık ilanı ardından ülke
genelinde Sırp saldırıları, Saraybosna’da üç buçuk yıl süren kuşatma ve
katliamlar, evlerinden kovulan insanlar, tecavüze uğrayan kadınlar, katledilen
erkekler çocuklar, pazar yerlerinde patlayan bombalar, toplama kampları, yok
edilen tarihi kültürel miras...
1995 Temmuz’unda BM koruması
altındaki Srebrenitsa’da Sırp güçleri şehre girdikten hemen sonra 8 binden
fazla Boşnak erkekleri katleder. Aliya İzzetbegoviç o günlerde bile barıştan
söz eder.
Nihayet 1995 Aralık ayında Dayton
Barış Antlaşması imzalanır, Bosna Hersek’in bağımsızlığı kesinleşir, ülkedeki
üç etnisiteyi temsilen Üçlü Başkanlık Konseyi kurulur. Aliya, “Bu adil bir barış değil, ancak savaşın
sürmesinden daha iyidir” diyerek halkını razı etmeye çalışır; ülkesinin ilk
cumhurbaşkanı olur. Sağlık sorunları nedeniyle 2000 yılında görevinden istifa eder;
2003 yılında hayata gözlerini yumar. Aliya’nın kabri, başkent Saraybosna’daki
şehitliktedir; mezar taşında herhangi bir ünvan yoktur, vasiyeti uyarınca adına
anıt vb yapılar yapılmamıştır. Vasiyetinde şöyle dediği rivayet ediliyor:
“Osmanlı askerleriyle, Bosna
şehitleriyle yan yana yatmak istiyorum. Benim yanım onların yanıdır. Beni ayrı
bir yere defnetmeyin, benim ziyaretime gelenler onlardan da dualarını
esirgemesin, mahzun kalmasınlar.”
Rehberimizin tekrarladığı bu
anlatımlara karşılık muhalif Boşnaklar,
Aliya’yı ülkedeki Sırpların ve Hırvatların desteğini almadan tek yanlı
bağımsızlık ilan ederek iç savaşa zemin hazırlamakla suçluyorlar; bu dönemde
Suudi Arabistan ve Türkiye’nin desteğiyle cihatçı El Kaide militanlarını ülkeye
doldurduğunu, bu nedenle Sırbistan lideri Miloseviç’in “Avrupa’yı radikal İslam’dan koruyorum” diye propaganda
yapabildiğini, Aliya’nın laik devlet modeli amaçlayan Mustafa Kemal Atatürk’e
saygı duymadığını, İslamcı bir devlet kurmayı amaçladığını, iç savaş sırasında
ABD ve NATO ile birlikte hareket ettiğini, zaten gençliğinde Nazi işbirlikçisi
ve antisemitist olduğunu, Recep Tayyip Erdoğan ile aynı düşüncede
milliyetçiliğe karşı çıktığını öne sürüyorlar...
***
VATAN HAİNİ EMİR KUSTURİCA?
Aliya muhalifi ünlü Boşnaklardan
biri de sinema yönetmeni Emir Kusturica. 2010 yılında Antalya Altın Portakal
Film Festivali’nin jürisine çağrılınca Türkiyedeki İslamcı çevrelerin
tepkisiyle karşılaşmış, dönemin Kültür Bakanı tepkileri sahiplenince gelmekten
vazgeçmişti. Rehberimiz, Emir Kusturica’nın bağımsızlık sürecinde din
değiştirip Sırpların hizmetine girdiğini söyledi, adı çok duyulan Boşnak
liderlerden Fikret Abdiç’i de Sırp işbirlikçisi olarak nitelendirdi.
Bu söylemler bana Boşnakların Aliya
İzzetbegoviç, Fikret Abdiç, Emir Kusturica konularında iç politika gerekçeli tartışma
içinde olduklarını düşündürdü. İzzetbegoviç,
Balkan coğrafyasında ve kendi ülkesinde saygıyla anılıyor; 78 yıllık
ömre sığdırdığı yaşamı ile birçok kişiye örnek olduğu gibi Türkiye
İslamcılarının da baş tacı. Benim
kişisel görüşüm, hariçten okunan gazel kadar değer taşır. Kusturica ve
Abdiç’in ayrılık yerine Yugoslavya’nın birliğinden yana oldukları, bu nedenle
bağımsızlığı erken buldukları, iç
savaş günlerinde Kusturica’nın “ailemin
bir kısmıyla savaşamam” diyerek ülkesini terk ettiği, Sırp güçlerinin
katliam yaptıkları ama Boşnak güçlerinin de tümüyle masum olmadığı yolundaki
görüşleri de dikkate almakta yarar vardır!
Aliya’nın ülkesinin bağımsızlığı
uğruna verdiği mücadeleye naçizane ben de saygı duyarım ama laik demokratik bir
devlet düzeni yerine din devleti kurma çabasına ne saygı duyarım ne de sempatik
bakarım!
İnternette Aliya’nın özlü sözleri
diye cümleler paylaşılıyor. Neredeyse tümü İslamcı siyasetle ilgili. Bir
cümlesi var ki, etnik ve dini duygularla intikam peşinde koşan, katliamları
meşrulaştıran yaratıkların kulağına küpe olsun!
İç savaş ve katliam günlerinde bir asker ‘Onlar bizim kadınlarımıza tecavüz
ediyorlar, kadınlarımızı, yaşlılarımızı ve çocuklarımızı öldürüyorlar. Buna
bigane kalmamalıyız’ diye yakınır. Aliya şöyle yanıt verir: “Sırplar bizim öğretmenimiz değiller!”
Dediğim gibi Boşnakların tümü
Aliya İzzetbegoviç hakkında aynı duygu ve düşünceye sahip değiller. İslam mücahidi
kimliğiyle seveni var, ABD ve NATO işbirlikçisi hatta Nazi sempatizanı diye
suçlayarak sevmeyeni var. Türkiye’deki dava arkadaşı Recep Tayyip Erdoğan
hakkında biz TC yurttaşları da görüş birliği içinde değiliz. En basitinden,
ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanı olarak Amerikan ordusuyla birlikte
komşu Müslüman ülkelerin üzerine çullanmasına, Fetullahçı çeteye ne istediyse
vererek darbeye teşebbüs edecek güce ve cesarete kavuşturmasına, sonra darbe
girişimini “Allah’ın lütfu” sayarak
kendi darbesini gerçekleştirmesine ve daha pek çok icraatına halkın en az
yarısı itiraz ediyor, güncel tarih bu itiraz ekseninde yaşanıyor...
***
Saraybosna’yı bu duygu ve düşüncelerle dolaştık. Kentte Boşnak, Sırp, Hırvat topluluklar
bir arada yaşıyor; Boşnakça, Sırpça ve Hırvatça resmi dil olarak kabul
edilmiş. Bu durum kente kültürel anlamda zenginlik kazandırmış. Bu kültürel
zenginliğiyle Saraybosna (Sarayevo) Avrupa’nın
Kudüs’ü sayılıyor.
Kentteki tarihi yapıların büyük
çoğunluğu Osmanlı döneminden kalma. Kentin ticari, tarihi, turistik kalbi Başçarşı, bu yapıların en popüleri. Başçarşı’da
Ferhadiye Caddesi boyunca Sebil, Gazi
Hüsrev Bey Camii, Beyaz Burç, Brusa Bedesteni, Saat
Kulesi, Bezistan gibi Osmanlı eserleri
dikkati çekiyor. Osmanlı eserlerine karşılık Sırp mahallesinde Mareşal Tito Caddesi etrafında katedraller
ve kiliseler başta olmak üzere Hıristiyan kültürüne ve inancına ait eserler
yükseliyor.
Müslüman ve Hıristiyan kültürü,
iki caddenin kesiştiği noktada, Sonsuz
Ateş anıtında buluşuyor. Sonsuz Ateş, İkinci Dünya Savaşı’nda faşizme karşı
verilen büyük mücadelede ölenlerin anısına aralıksız yanıyor.
Şubat 1994’te 67 kişinin
öldürüldüğü pazar yeri şehrin merkezinde kalıyor, Kanlı Pazar olarak anılıyor. Pazar yerindeki anıta o gün orada
katledilen 67 insanın isimleri kazınmış.
Latin
Köprüsü de şehrin sembolleri arasında.
Birinci Dünya Savaşı’nın kıvılcımı sayılan olayda Avusturya Veliahtı Ferdinand,
bu köprü üzerinde öldürülmüş.
Saraybosna’nın
simge yapılarından biri de İnat Evi.
Öyküsü şöyle: 20’nci yüzyıl başlarında kent yönetimi nehrin sağ kıyısındaki
evleri yıkmak ister. Bu evin sahibi yıkıma karşı çıkar. Araya hatırlı kişiler
girer ama ev sahibi inadından vazgeçmez, evinin aynen nehrin öbür yakasına
taşınmasını ister. Kentin yöneticileri ev sahibinin inadına boyun eğerler, evi
yıkarlar, elde ettikleri malzemeyle nehrin karşı yakasında evi aynen yeniden
inşa ederler. İnat Evi günümüzde lokanta olarak hizmet veriyor. Keşke vaktimiz
olsaydı, İnat Evi’nde inatçılığın muhalifliğin tadını çıkarsaydık!
Saraybosna’daki
günümüz çok güzel geçti. Ferhadiye Caddesi üzerinde bir börekçide meşhur Boşnak
Böreği ziyafeti çektik kendimize. Akşam, Boşnak
Gecesi konuğuyduk. Rehberimizin söylediğine göre, Ramazan ayındayız, kent
içinde içkili eğlence mekânı bulamayız, şehir dışında bir mekâna gitmeliyiz.
Nasıl yani diye sormadık, rehberimizin dediğine uyduk, bir saatlik yolculukla
hoş bir kır lokantasına vardık. Boşnak delikanlıları ve kızlarının gösterisi
muhteşemdi. Bizim kızlar Boşnak kızlarıyla rekabette geri kalmadılar, gösterinin hakkını verdiler, biz yaşlı delikanlılar da
bahşişin hakkını verdik!!!
Yolculuğumuz
sürüyor. Son durak Belgrat.