SEYAHATNAME-İ RAHMİ ÇELEBİ
Balkanlar’ı dolaşmaya çıkıp da
Belgrad’ı görmeden, Tito’nun Anıtkabri’ni ziyaret etmeden dönmek olmaz. Biz de
gezimizin son durağında Sırbistan’ın başkenti Belgrad’tayız.
Saraybosna yakınlarındaki Umut ve
Yaşam Tüneli’ni geride bıraktıktan sonra dağlık bölgede yolculuk ikindi vaktine
kadar sürdü. Yolculuk yorucu ama yemyeşil coğrafyanın göz banyosu da o denli
keyif verici. Bosna-Hersek’in Karakaj kapısından çıkış, Sırbistan’ın Zvornik
kapısından giriş işlemleri ardından kendimizi dümdüz, göz alabildiğine uzanan
ovada bulduk. Bosna-Hersek’te yol boyunca hemen her köy ve kasada camiye
rastlamaya alışmıştık, Sırbistan’da Belgrad yolunda camili köye rastladığımızı hatırlamıyorum.
Haziran’ın ilk haftasındayız, ekili tarlalar sararmaya yüz tutmuştu. Bir ara,
yolda konvoy oluştu, durduk. Sırp hükümetini protesto eden çiftçiler yolu
kesmişler. Yolun ne zaman açılacağı belirsiz. Rehberlerimiz ana yoldan çıkıp
köylerden geçerek Belgrad’a ulaşma seçeneklerini tartışıyorlar. Bu durumda
yolculuk bir saat uzarmış. Şöyle böyle on beş dakika bekledik. Tam köy
yollarına düşecekken, eylemin sona erdiği, yolun açıldığı haberi geldi, Belgrad’a
devam ettik. Şehre vardığımızda güneş batmak üzereydi.
Belgrad (Sırpça adıyla Boegrad)
yemyeşil, orman içinde bir şehir. Adı, yerel dilde Beyaz Şehir anlamındaymış. Evliya
Çelebi ise Belgrad isminin “bakımlı, donanımlı, taht merkezi olacak yer”
anlamına geldiğini söyler.
Belgrad Balkanlar’ın en büyük
kenti, Avrupa’ya açılan kapısı; Tuna ve Sava nehirlerinin buluştuğu noktada
kurulmuş. Tuna ve Sava nehir taşımacılığına elverişli oldukları için Belgrad
stratejik değer taşıyor; bu stratejik konumu nedeniyle tarih boyunca bölgeye
egemen olmak isteyen güçlerin hedefi olmuş. Rehberimizin anlattığına göre, antik
çağdaki Traklar ve Keltler’den sonra başlayan Roma egemenliğinden bugüne
bilinen tarihi boyunca tam 44 kez el değiştirmiş; her defasında ağır tahribata
uğramış, yeniden kurulmuş.
Şehri hırpalayan, kana ve ateşe
boğan bu el değiştirmeler bir yandan da farklı kültürlerin kaynaşmasını
sağlamış; o boğazlaşmalardan bugüne modern bir kent kalmış. Kanlı geçmişin izlerini
kentin mimarisinden mutfağına ve diline kadar pek çok alanda görmek mümkün.
Rehberimiz, Sırpça’da Türkçe kökenli 3 bin dolayında sözcük bulunduğunu
söylüyor. Türk Dil Kurumu’na göre ise, Sırpça’daki Türkçe kökenli kelime sayısı
8 bin dolayında. TDK’nin sayısı bana abartılı geliyor.
Belgrad uzun süre Roma, Bizans
egemenliğinde kalmış, Slav istilalarına maruz kalmış. İstanbul’u fetheden Fatih
Sultan Mehmet, Belgrad’ı kuşatmış ama alamamış. Belgrad’ı Osmanlı topraklarına
katmak, 1521 yılında Kanuni Sultan Süleyman’a nasip olmuş. Süleyman, 250 bin
kişilik ordusuyla Belgrad’ı yerle bir ettikten sonra Hristiyan halkı
İstanbul’da bir köye sürgün etmiş. Köyün bulunduğu alan ormanlık imiş. Giderek
oranın adı Belgrad Ormanı olmuş.
Osmanlı egemenliği döneminde de
Belgrad’ta işgaller ayaklanmalar eksik olmamış; duraklama ve gerileme
devirlerinde, Osmanlı ile Avusturya-Macaristan arasında birkaç kez el
değiştirmiş. Osmanlı’nın ağır yenilgiye uğradığı 93 Harbi ardından 1878 Berlin
Konferansı’nda Sırbistan bağımsızlığına kavuşmuş, Belgrad başkent olmuş.
Birinci Dünya Savaşı’nda Belgrad bir kez daha Avusturya-Macaristan’ın eline
geçmiş; savaştan sonra Sırp-Hırvat-Sloven
Krallığı’nın başkenti olmuş. İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi işgali, 1944’te
Mareşal Tito komutasındaki Kızıl Ordu’nun kenti Nazilerden alması ve Yugoslavya
Sosyalist Halk Cumhuriyeti’nin kurulması; yakın tarihte Yugoslavya İç Savaşı,
Sırbistan/Karadağ Cumhuriyeti’nin başkenti; 2006 yılında ise Karadağ’ın
ayrılması ile tek başına kalan Sırbistan Cumhuriyeti’nin başkenti...
Belgrad’ın nüfusu 2 milyon
dolayında, yani Sırbistan nüfusunun dörtte biri. Kent nüfusunun büyük çoğunluğu
Sırp Ortodoks. Çoğunluğun ardından Müslüman, Katolik ve Protestan azınlıklar
geliyor. Kentte 20 bine yakın Çinli ve 2 bin kadar Yahudi de varmış.
***
İFTAR TURİSTLERİ
Müslüman azınlık dedim de. Ramazan
ayındayız, kaldığımız otelde kahvaltıdayız. Yan masalarda Türkçe sesler
kulağımıza geliyor. Bayrampaşa Belediyesi’nin Bereket Konvoyu imiş; Belgrad Müslümanlarıyla iftara gelmişler,
akşama iftar çadırı kuracaklarmış. Daha önce de Kosova’da, Bosna-Hersek’te,
Makedonya’da iftar çadırı kurmuşlar. Selam verdik, üç beş satır sohbet ettik.
Sabah kahvaltı, akşam iftar! Garibimize gittiyse de sormadık. Orucun bu türü de
mi varmış diye düşündük! Ya da kendilerini seferi sayıyorlar.
***
TİTO’NUN ANITKABRİ’NDE SAYGI DURUŞU
Belgrad’a yol düşer de Yugoslavya
Sosyalist Halk Cumhuriyeti’nin kurucusu Josip Broz Tito’nun anıtkabri ziyaret
edilmez mi?
Anıtkabir, şehre hakim bir
bölgede devasa bir parkın içinde. Parkın yemyeşil bahçesinde onlarca heykel
dikili. Arada Tito’nun mareşal üniformalı heykeli de göze çarpıyor. Tito’nun
heykeli önünde saygı duruşunda bulunduk, anısına “Yaşasın devrim ve sosyalizm” diye slogan attık.
Tito’nun mozolesi, Çiçekler Evi denilen tek katlı
gösterişsiz bir binanın içinde. Mozolenin bulunduğu büyük salonun duvarları,
Tito’nun yaşamından kesitleri anlatan panolarla, Tito’yu dünya liderleriyle
birlikte gösteren fotoğraflarla kaplı. Salonda Tito’ya ait kişisel eşyalar,
Yugoslavya’dan ve dünyanın dört bir yanından gönderilmiş hediyeler
sergileniyor. Mozolede saygı duruşunda bulunduk. Kafile adına ADAM-DER Kurucu
Başkanı özel deftere şunları yazdı:
Sosyalizmin yiğit önderi,
Faşizme karşı büyük savaşın
muzaffer Mareşal’i,
Bağımsız Yugoslavya Sosyalist
Federe Cumhuriyeti’nin Kurucu Başkanı,
Sevgili Josip Broz Tito,
Türkiye’den devrimci sosyalist
askerler olarak saygılarımızı sunuyoruz.
Türkiye’nin ve dünyanın sizin
gibi devrimci sosyalist liderlere bugün daha çok ihtiyacı var.
Saygılarımla.
9 Haziran 2018
Askeri Darbelerin Asker Muhalifleri Derneği
ADAM-DER adına
Üsteğmen Rahmi YILDIRIM
ADAM-DER Kurucu Başkanı
Çiçekler Evi’nden sonra az
ilerdeki az ilerideki Yugoslavya Tarih
Müzesi’ni gezdik. Müzede Yugoslav Federasyonu ülkelerine özgü etnografik
ürünler, giysiler, ayakkabı, çarık, çorap, silah, mühimmat, müzik aletleri, tarımsal
araç gereçler, gazete sayfaları, yabancı ülkelerden gönderilmiş eşyalar gibi
irili ufaklı binlerce obje sergileniyor. Marks ve Lenin’in büstlerinin de
bulunduğu müzenin çıkışında Tito’nun büstü uğurluyor ziyaretçileri.
Tito, Yugoslavya ve Sırbistan tarihinin
en önemli lideri. Babası Hırvat, annesi Sloven. Asıl adı Josip Broz, Tito
lakabı. Çevresindeki kişilere görev ve talimat verirken önceden hazırladığı
işbölümü listesini önüne koyar, uzun uzun konuşmak yerine "Tİ-TO,
Tİ-TO" (Sen bunu, Sen Bunu... yap!) dermiş. Arkadaşları da bu yüzden
kendisine TİTO lakabını takmışlar.
Tito Yugoslavya’da farklı etnik ve
dini grupları barış içinde bir arada tutmasıyla, merkezi planlama yerine
özyönetim adını verdiği sosyalizm modeliyle, Yugoslavya ekonomisini dünyanın en
büyük 20 ekonomisi arasına sokmasıyla, Bağlantısızlar Hareketi’nin öncüsü
olarak bağımsızlığa önem vermesiyle dünyanın en saygın liderleri arasındaydı. Dünya
çapındaki saygınlığı cenaze törenine yansıdı; 1980 yılında öldüğünde, tarihteki
en geniş uluslararası katılımlı törenle toprağa verildi. Ölümünden sadece 10
yıl sonra Yugoslavya yangın yerine döndü. Almanya’nın birleştiği yıl Yugoslavya
ayrışıp dağılmaya başladı. Sosyalizm döneminde bilinçaltına itilmiş etnik ve
dini düşmanlıklar su yüzüne çıktı, kapitalist emperyalizmin kışkırttığı iç
savaşta halklar birbirlerini boğazladılar, sosyalist Yugoslavya tarih
sahnesinden silindi.
Kendisini Yugoslavların abisi,
egemen etnik unsuru sayan milliyetçi Sırplar, halkların eşitliğini kardeşliğini
savunduğu için Tito’yu pek sevmiyorlar gibi bir izlenim edindim. Yine de
Arnavutlar’ın Enver Hoca’ya yaptıkları gibi anıtkabrini boşaltmamışlar,
saygılarını sürdürüyorlar.
***
ELEKTRİĞİN TANRISI İLE BULUŞTUK
Tito’nun anıtkabri dışında Nikola Tesla Müzesi’ni de ziyaret
ettik. Bu müzede Elektriğin Tanrısı,
Yıldırımların Şimşeklerin Efendisi olarak
bilinen, alternatif akım, radyo, radar, floresan lamba, uzaktan kumanda, neon
ışıkları, elektriği kablosuz iletme, hız-ölçer, lazer teknolojisi, mikro dalga
fırın, X-Ray gibi, bugün hayatın vazgeçilmezleri arasında yer alan pek çok
teknolojinin fikir babası ve mucidi Nikola Tesla’nın kişisel eşyaları ve
buluşları sergileniyor.
Sırp asıllı Tesla, 1856’da
doğmuş, Belgrad’da hiç yaşamamış, ülkesindeki olanakların kısıtlı olması
yüzünden Amerika’ya göç etmiş. Öldükten sonra Sırplar sahip çıkmışlar, adına
müze açmışlar. Öyle büyük bir müze değil; 20 dakikalık belgeselin ardından bir
deney yapılıyor, Tesla bobini çalıştırılıyor, izleyicilerin ellerine
tutuşturulan floresan lambalar, kablosuz iletim tekniğiyle yakılıyor.
Buluşlarının birçoğunu yanında
çalıştığı Edison kendisine mal etmiş, motor ateşleme sistemini otomobiv
imparatoru Ford çalmış, kablosuz elektrik iletimini de J.P.Morgan önlemiş. Bu
arada, Edison ile birlikte verilen Nobel ödülünü kabul etmemiş. Tesla 1943
yılında 300 kadar icadını kendi adına kaydettirdikten sonra New York’ta bir otel odasında beş parasız vefat etmiş. Notlarına
gizli servisin el koyduğu, notlar üzerinde yapılan çalışmalarla yeni teknolojilerin
geliştirildiği söyleniyor.
Bilim tarihinin en sıra dışı
muciti Tesla, günümüzde kendisine atfedilen özdeyişlerle de biliniyor. Ben
sadece birini aktarayım.
“Nefretiniz elektriğe
dönüştürülebilseydi, bütün dünyayı aydınlatırdı.”
***
Belgrad’ı keşif gezimiz Saint Sava Katedrali ziyaretiyle
başladı. Sırbistan’ın en büyük Ortodoks katedraliymiş. 1594 yılında şehirde
çıkan isyan Osmanlı ordusunca bastırılmış, Serdar-ı Ekrem Sadrazam Koca Sinan
Paşa, şehrin koruyucu azizi Sava’dan kalan kutsal emanetleri ateşe atmış.
Sırplar, Aziz Sava’nın anısına 1935’te bu katedralin yapımına başlamışlar;
halen de yapıyorlar, ne zaman biteceği belli değil. Dolayısıyla katedralin
içerisinde görülmeye değer çok şey yok.
Katedral ziyaretinden sonraki
durağımız Kalemegdan. Hem eski bir
kale, hem de şehrin en büyük parkı; içinde müze, galeri, spor alanları ve botanik
bahçesi de bulunuyor. Adı, Türkçe kale ve meydan sözcüklerinden geliyor.
Kalemegdan’a şehrin merkezi
caddesi Knez Mihailova’dan geçilerek
gidilebiliyor. Caddenin sonunda Kalemegdan başlıyor. Askeri Açıkhava Müzesi ve
Dinozor Parkı geçildikten sonra Stambol Kapija’dan yani İstanbul Kapısı’ndan kaleye giriliyor.
Sahat Kula’yı yani Saat kulesini geçince, Osmanlı tarihinde Mora
Fatihi olarak bilinen Damat Ali Paşa’nın
türbesi görülüyor. Mora aslında Fatih tarafından fethedilmiş ama 1699’da
Karlofça Anlaşmasıyla Venediklilere geçmiş. Damat Ali Paşa, 1715 yılında
Mora’yı geri almış ve Avusturya’ya doğru ilerleyişini sürdürmüş ama 1716
yılında Petrovaradin savaşında “şehit” düşmüş; naaşı Belgrad’a getirilerek buraya
defnedilmiş. Türbenin kapısının üstünde “TÜRBE” kelimesi ve eski Türkçe ile şu
cümle okunuyor: “1716 sene-i miladiyesinde Petervaradin Muharebesinde şehiden
vefat eden Mora fatihi Damad Ali Paşa’nın ve türbesinde medfun Tepedelenli
Selim ve Hasan Paşaların ruhuna fatiha”
Türbeye yakın bir noktada Paşa Konağı görmeye değer başka bir
Osmanlı eseri. Belgrad’ı yöneten Osmanlı paşaları bu konakta oturmuşlar, o
yüzden Paşa Konağı denmiş.
Surlara doğru ilerleyince yine
Osmanlı döneminden kalma Sokollu Mehmet
Paşa Çeşmesi’ne geliniyor. Buranın da ilerisinde Kalemegdan’ın simge
kapılarından Zindan Kapısı var;
15’inci yüzyıldan kalmış ama Osmanlılar döneminde zindan olarak kullanıldığı
için böyle adlandırılmış. Kalemegdan’ın biraz daha aşağısında da Osmanlılar
döneminde baruthane olarak kullanılan, Belgrad’ın ayakta kalmış en eski
kilisesi Ružica Kilisesi bulunuyor.
Kalenin Sava’ya bakan ön
tarafında Zafer Anıtı (Sırpça
adıyla Pobednik) bulunuyor. Sırbistan’ın Balkan Savaşları ve Birinci Dünya
Savaşı’nda kazandığı zaferlerin anısına 1928’de dikilmiş. Anıttaki kahraman,
bir elinde kılıcıyla savaşı, diğer elinde güvercinle barışı simgeliyor. Aslında
anıt ilk olarak şehrin en işlek
meydanlarından Terazije Meydanı’na
dikilmiş. Ama heykel çıplak olduğu için ahali heykeli orada istememiş. Kent
yönetimi de gözlerden ırak olsun diye kale içine taşımış heykeli. Bu
anıtın hemen alt tarafında da Kral
Kapısı bulunuyor. Kral Kapısı’ndan ileride merdivenli bölümde ulusal kahramanların
büstleri sıralanıyor.
Zafer Anıtı’nın bulunduğu
noktada, Sava ve Tuna’ya doğru gerçekten muhteşem bir şehir manzarası göz
alabildiğine uzanıyor. Belgrad kalesi, Tuna ve Sava nehirlerinin buluştuğu
noktada yükselen tepeye kurulmuş. Kaleden bakıldığında soldan akan
nehir Sava, sağ taraftaki Tuna’ya karışıyor. Belgrad’ın en güzel manzarası
burada diyebilirim. Tarihindeki onca istila ve yıkıma karşın, doğayı bu denli
korumuş olmasıyla Belgrad halkı ve yönetimi alkışı hak ediyor.
Sırbistan’da deniz yok ama
Belgrad deniz kenarında bir şehir gibi, adası bile var. Sava Nehri’nin
üzerindeki Ada Ciganlija yemyeşil.
Yürüyüş parkurları, bisiklet yolları, golf, basketbol, voleybol, koşu
parkurları, futbol sahaları ile dolu. Nehre girilebiliyor, su sporları
yapılabiliyor. Biz Kalemegdan’dan seyretmekle yetindik. Sava Nehri kıyısındaki
lokantalarda ve bir teknede keyif çattık.
Kalemegdan sonrası soluğu Belgrad’ın
en popüler caddesi Knez Mihaiolova’da
aldık. Burası benzetmek gerekirse İstanbul’daki İstiklal Caddesi gibi bir yer, araç
trafiğine kapalı. İki tarafında büyük çoğunluğu iş merkezi binalar yükseliyor.
Binaların zemin katında ve cadde ortasında kafeler lokantalar. Bu gibi
caddelerin klasiği sokak çalgıcıları...
Knez Mihailova, Kalemegdan’dan
başlayıp şehrin diğer popüler meydanı Cumhuriyet
Meydanı’na ulaşıyor. Cumhuriyet Meydanın’nda (Sırpça adıyla Trg Republik) Belgrad’ı
Osmanlı’dan teslim alan Kral Mihailo’nun
heykeli yükseliyor. Cumhuriyet Meydanı her yaştan ahalinin, gençlerin buluşma
yeri; aynı zamanda protesto gösterileri ve festivallerin de meydanı.
Belgrad 1999’da NATO tarafından
bombalanmış, ağır tahribata uğramış. Bombardımanda Genelkurmay binası da isabet
almış. Bina, hasarlı haliyle duruyor; Sırbistan ve Belgrad yönetimi, ibreti
alem niyetine binayı saldırıya uğramış haliyle bırakmış.
Cumhuriyet Meydanı yanıbaşında Terazije Meydanı bulunuyor. Parlamento Binası, Belediye Sarayı, Cumhurbaşkanı
Köşkü, Moskva Hotel bu meydanı
süsleyen yapılardan.
Cumhuriyet Meydanı’na komşu arnavut
kaldırımlı Skadarlija, Belgrad’ın
bohem bölgesi, yani eğlence yeri. Sağlı sollu meyhanelerle dolu sokak, Balkan
müzikleri eşliğinde Balkan yemekleri tadılabilecek, gece gündüz hareketli, çok
canlı bir yer. Ayıptır söylemesi, biz de kafilecek Sırp gecesi keyfi yaşadık. Ertesi
gün yurda döndük.
Balkan gezimizi noktalarken, bu
coğrafyanın bir daha savaşlara sahne olmamasını diledik.