28 Mart 2023 Salı

SİYASETTE İLKESİZLİĞİN DAYANILMAZ İĞRENÇLİĞİ

Kabul etmeli ki, Recep Tayyip Erdoğan kendi kulvarında çok şanslı ve becerikli bir siyasetçi. Öyle olmasa, partisini kurduktan sadece bir yıl sonra tek başına iktidara gelemezdi.

Şanslı. Çünkü, önceki sermaye partileri ve liderleri halkı öyle bunalttılar bezdirdiler ki, 21 yıl önce hep birlikte seçim barajının altında kaldılar; AKP yüzde 34 oyla anayasayı değiştirecek çoğunlukla iktidara geldi.

Şanslı. Çünkü, (Damat Berat’ın demesiyle) “Ay’a 4 şeritli yol yapacağım dese inanacak seçmeni var.” Az buz bir seçmen kitlesi değil; memleketin gördüğü göreceği en dar zamanda bile yüzde 35-40 dolayında bir oy potansiyeli.

Becerikli. Başka memleketlerde olsa, utanç ve beceriksizlik nedeniyle bir daha ortalıkta gözükmemek üzere istifa edip kaybolması gereken her sıkışık durumda ne yapıyor ediyor, zeytin yağı gibi su yüzüne çıkıyor; onunla kalmayıp kendisine yönelmesi gereken öfkeyi tepkiyi muhaliflerine çevirmeyi biliyor.

Becerikli. Nasıl bir çekim gücü ve yeteneği varsa, kendisine karşı en cevval ve şedit gözüken siyasi rakiplerinin çoğunu kendisine bağlamayı beceriyor.

Örneğin Süleyman Soylu; DP Genel Başkanı iken, Erdoğan için “Paçalarından yolsuzluk akıyor” diyordu. Aynı Süleyman Soylu çok geçmeden Erdoğan’ın “yolsuzluk akan” paçalarına tutundu, siyasette yıldızı parladı; kaç yıldır İçişleri Bakanı.

Numan Kurtulmuş, Erdoğan için “Harun olmaya geldi, yoldan çıkıp Karun oldu” dedi; çok geçmeden Erdoğan’ın kanatları altına girdi, Başbakan yardımcısı oldu.

Devlet Bahçeli, Erdoğan için neler demedi neler! “Hukuka saldırandan adaletten kaçandan, rüşvetçilere hırsızlara kol kanat gerenden cumhurbaşkanı olmaz. Villalara balya balya dolar yığandan, kamu arazilerini zimmetine geçirenden, evdeki parayı sıfırlarken haysiyetini de sıfırlayandan cumhurbaşkanı olmaz.” Aynı Bahçeli kaç yıldır Erdoğan’ın kader ve iktidar ortağı, uydusu.

Bu saf değiştirmeler, fırdöndülükler, ilkesizlikler, Türkiye’de siyasetin ahlak, dürüstlük ve tutarlılıktan yana ne denli çürük bir zeminde durduğunu gösteren ibretlik örnekler olarak tarihe geçti. Bununla birlikte siyasi kokuşmuşluktan salt Erdoğan’ı ve AKP’yi sorumlu tutmak da hakkaniyete sığmaz. AKP’den önce de siyaset benzer ilkesizliklerle malûl idi. Farklı olarak, AKP siyasi yozluğu, alenen rüşveti yolsuzluğu din ve dava uğruna mubah gördü, “günah işleme özgürlüğü” sloganıyla kendince meşrulaştırdı. 

***

Erdoğan'ın yörüngesine son olarak, Hizbullah’ın yasal uzantısı HÜDAPAR ve Yeniden Refah Partisi (YRP) girdi. YRP Genel Başkan Fatih Erbakan “Batmakta olan Titanik gemisine binmeyeceğiz, AKP’nin 20 yıllık günahına ortak olmayacağız, seçime tek başımıza gireceğiz” dedikten sadece bir gün sonra AKP gemisine atladı.

Söylenenler doğruysa, YRP ile AKP arasında 30 maddelik protokol imzalanmış. Protokolde 6284 sayılı Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Kanunu’na yönelik şu ifadeler yer almış: “Ailenin korunması için mevcut yasalardaki aykırı hükümler ayıklanacak, süresiz nafaka konusundaki mağduriyetler giderilecektir.” 

Bunun yanı sıra “Milli Eğitim müfredatının milli ve manevi değerlerimize uygun hale getirilmesi ve gerekirse aykırı sözleşmeler dahil her türlü düzenlemelerin gözden geçirilmesi temin edilecektir” deniliyormuş. 

Bu demek oluyor ki, Cumhur İttifakı iktidarda kalırsa, Türkiye gemisi demokrasi limanından çok daha uzaklara savrulacak, eğitim müfredatında hurafelerin ağırlığı daha da artacak, kadınlar ve çocuklar daha da korumasız hale gelecekler. Zaten Cumhur İttifakı demek, demokrasi karşıtlığı, kadın karşıtlığı, eşitlik karşıtlığı, yasa ve kural tanımazlık demek…

***

Oysa YRP ile ittifak gündeme geldiğinde, AKP’nin önde gelen kadın yöneticileri, Meclis Grup Başkanvekili Özlem Zengin, “6284 Kırmızı çizgimizdir” diye vurgulamış, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık da “6284’ün tartışmaya açılması dahi bizce kabul edilemez” demişti. Anlaşılıyor ki ağızlarının paylarını aldılar. Derya Yanık’ın sesi soluğu çıkmıyor. Özlem Zengin kendi mahallesinde tehdit edilmekten, yalnız kalmaktan yakındı; “Camiamızın içinde bulunduğu durumu değerlendirirken hüzün duyuyorum. Keşke daha insani, seviyeli, İslami bir ortamda tartışabilsek” demekle yetindi.

İslamcı mahallenin önde gelen kanaat önderlerinden Ahmet Taşgetiren ise Özlem Zengin’i savunmak isterken, (utangaç bir üslupla) mahalledeki kadın karşıtlığını kayda geçirdi: “Kadının statüsü konusunda Camiamızın kafası net değil, hatta karışık.”

Oysa tartışma ve icraat tam da İslami ortamda cereyan ediyor; camianın kafası hiç de karışık değil, son derece net. Bu kafa şeriat kafasıdır, Taliban kafasıdır. Erdoğan’ın söylemiyle naslara ayarlı kafadır. O naslara göre, örneğin kadınlara emirler:

Ey peygamber hanımları, siz kadınlardan herhangi biri değilsiniz. (...) Vakarınızla evlerinizde oturun, cahiliye devrindeki gibi süslenip çıkmayın!” (Ahzab/32-33)

 “Erkekler kadınlar üzerinde hakimdirler. Çünkü, Allah birini diğerinden üstün yaratmış ve bir de erkekler mallarından harcamaktadırlar. Bunun için iyi kadınlar itaakârdırlar.” (Nisa/34)

Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde belli hakları vardır. Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler.” (Bakara/228) 

Sonra yine kadınlar için bu kez erkeklere emirler:

 “Serkeşlik etmelerinden endişe ettiğiniz kadınlara önce nasihat edin, sonra yataklarında yalnız bırakın, yine dinlemezlerse dövün!” (Nisa/34) 

Yetim kızlarla evlendiğinizde adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız, size helâl olan başka kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlayın...” (Nisa/3)

İçinizden kim hür olan mü’min kadınları nikâhla alacak mali güce sahip değil ise, ona da sahip bulunduğunuz cariyeleriniz var.” (Nisa /25)

Allah sizlere, miras taksiminde, erkeğe iki dişi payı verilmesini emrediyor.” (Nisa/11)

İki kadının tanıklığı bir erkeğin tanıklığına bedeldir.” (Bakara /282)

***

Naslar böyle. Özlem Zengin(ler), Ahmet Taşgetiren(ler) bu naslarla yüzleşmedikçe ne dese(ler) boştur. İslam coğrafyasında kadınlar hep bu naslara göre yaşadılar; erkeğin kölesi olmanın sadece bir parmak ötesinde hayat sürebiliyorlar. Halife, padişah, sadrazam, cumhurbaşkanı, başbakan eşlerinin cariyelerinin bile bu nasların dışında kimlikleri hayatları yok; yoksul kadınlardan ayrıcalıkları, geçim kaygısı taşımamaktan ibaret. Hayrünnisa Gül, 15 yaşındayken kendisinden 15 yaş büyük kocasıyla evlendirilmiş, kapanmış, okulu bırakmak zorunda kalmış. Emine Erdoğan da genç kızken abisinin baskısıyla örtünmüş; örtünmekte öyle zorlanmış ki, intihar etmeyi bile düşünmüş. (Aktaran Gülay Atasoy, Nasıl Örtündüler? Nesil Yayınları, İstanbul 2004, s: 152)

***

Sözün özü, İslam'ın nasları ile özgürce yüzleşilmedikçe Türkiye’de rönesans aydınlanma hayalden ibarettir. Siyasetin sağ kanadında son birkaç haftada sergilenen yozluk, ilkesizlik, genel olarak demokrasiye özel olarak kadına yönelik erkek egemen gerici faşist kuşatmanın göstergesidir. Ganimete, ranta, talana ve yalana dayalı bu kuşatma İslam coğrafyasının kaderi dense yeridir. Seçimlerde bu ırkçı, ümmetçi, teokratik kuşatma yarılır ve demokrasiye kapı aralanabilirse ne âlâ! Yoksa ört ki ölem!

14 Mart 2023 Salı

DEPREMİN MEDYASI MEDYANIN DEPREMİ

Deprem felaketi sadece topluma ve siyasete değil medyaya da ne denli zehirli bir zihniyetin egemen olduğunu gösterdi. Asıl gücünü dinden ve geleneklerden alan bu zihniyetin özünde devleti kutsayıp toz kondurmamak, kurulu düzeni meşrulaştırmak ve sorgulatmamak esastır. 

Takdir-i İlahi, hayır da şer de Allah’tandır” diye özetlenebilecek bu zihniyet tarihsel genetik bir miras adeta. Medya özelinde söylersek; bu coğrafyanın medyası, padişahın doğum günlerinde, tahta çıkış yıldönümlerinde veya herhangi bir vesileyle vakanüvislerin yazdıkları kasideler vakayinameler karşılığında dalkavukluk bahşişi aldıkları gelenekten geliyor. Öyle kirli bir gelenektir ki, vakanüvisler, padişahların işledikleri en kanlı cinayetleri bile “Allah’ın takdiri” diye kaydedip kaside yazabilmişlerdir.

Örneğin, Üçüncü Mehmet 1595’te tahta çıkar çıkmaz, cülus bahşişi dağıttıktan sonra, ilk iş olarak 19 erkek kardeşini dilsiz cellatlara boğdurdu; şehzade doğurması muhtemel 7 cariyeyi ayaklarına taş bağlatıp denize attırdı. Bu korkunç katliam devrin vakanüvisleri tarafından “Allah’ın takdiri” (Karaçelebizade Abdülaziz Efendi), “Şehzadeler Hakk’ın rahmetine kavuştu” (Peçevi) gibi ifadelerle kayda geçirildi. Bostanzade Yahya Efendi ise aynen şöyle yazdı: “Güzel huylu Sultan Mehmed Han yumuşak huylulukta ermişler benzeriydi. On dokuz erkek kardeşine şehitlik şerbeti içirdi.

Dalkavuk vakanüvisler geleneğine Osmanlı’nın dağılma döneminde gazeteciler de eklendi. İlk Türkçe gazete Takvim-i Vekayi 1831’de Saray tarafından yayımlandı, bugün Resmi Gazete olarak sürüyor. İlk Türkçe özel gazete Ceride-i Havadis, 1840’ta Saray’ın verdiği harçlıkla İngiliz uyruklu William Churchill tarafından yayımlandı. İzleyen özel gazeteler arasında Saray’dan harçlık almayan yok gibiydi. Sözde muhalifler dahil, besleme gazetecilik Abdülhamit tarafından kurumlaştırıldı. Abdülhamit gazeteleri beslemekle yetinmedi, sansür, kapatma, kitap yakma vs. uygulamalarla da matbuatı devlete bağımlı hale getirdi.

***

DÖRDÜNCÜ GÜÇ DEĞİL YARDIMCI GÜÇ

Klasik bir deyişle, “Basın dördüncü güçtür.” Yani, yasama yürütme yargı erklerinden oluşan devleti ve kamu yönetimini halk adına eleştiren, devletin olumsuz icraatına karşı halkı uyaran güç anlamında. Ancak Cumhuriyet döneminde de matbuatın geleneği zihniyeti değişmedi. Tek parti CHP döneminde gazeteciler mebus yapılarak ya da beslenerek kontrol altında tutuldu. Gazetelerin istikbali Köşk’ün ve Dahiliye Vekili’nin bir çift sözüne bağlıydı. Dönemin Dahiliye Vekillerinden Faik Öztrak, Türk Basın Birliği’nin 1939’da toplanan ilk ve son kongresinde basının “dördüncü kuvvet değil, yardımcı kuvvet” olduğunu emretti. Matbuat ve İstihbarat Umum Müdürü Selim Sarper de basını “hükümetin ağzı milletin kulağı” ilan etti.

Cumhuriyetin çok partili döneminde de gelenek değişmedi. DP devrinde örtülü ödenekten harçlık verilerek ya da ucuz kâğıt ve resmi ilan reklamlarla desteklenen matbuat “besleme basın” adlandırmasıyla tarihe geçti. Örtülü ödenekten gazetelere ve yazarlara aktarılan paraların belgeleri 1960 darbesinden sonra ortalığa saçıldı. Beslenen gazeteciler yazarlar listesinin en başında Necip Fazıl Kısakürek bulunuyordu.

İzleyen devirlerde matbuat/basın, medyaya evrildi; holdingleşen medya, devletin, sermayenin ve hükümetin ağzı oldu. Yerine göre “emret komutanım”, yerine göre “emret başbakanım” gazeteciliği yapıldı; muhabirler “Mehmetçik gazeteci” sayıldı. 

İslamcı AKP devrine gelinceye değin medya patronları hükümetten ihale almak için ellerindeki medyayı silah olarak kullanırlardı. Şirketler ve resmi kuruluşlar üst düzey gazetecileri ağırlamakta, dünya turuna çıkarmakta yarışırken; bazı basın toplantılarında muhabirlerin masalarına sarı zarflar konduğu da duyulurdu. AKP ile birlikte o da geride kaldı; artık, yağlı bir ihale verilen partili patronlara promosyon olarak kamu bankalarından (geri ödenip ödenmediği bilinmeyen) kredi ile medya veriliyor; ekranlarda sayfalarda “emret Reis, emret Başkan” gazeteciliği yapılırken muhabirler “mücahit gazeteci” sayılıyor.

***

Bu düzen böyle gelip gittiği içindir ki, bu toprakların gördüğü en ağır deprem felaketi bile CB Recep Tayyip Erdoğan tarafından “kader planı” diye takdir-i ilahiye bağlandı; dalkavuk medyanın Bostanzade Yahya kafasında değişikliğe yol açmadı. Felaketin ilk günlerinde insanlar kendilerine uzanacak bir yardım eli beklerken, besleme medyanın ekranlarında sayfalarında şu başlıklar altında yayınlar yapıldı:

DEVLET TÜM KADROLARIYLA SEFERBER

DEVLET MİLLET EL ELE

MEHMETÇİK DEPREM BÖLGESİNDE

TÜM EKİPLER CANLA BAŞLA ÇALIŞIYOR

Oysa felaketin ilk üç gününde devlet ortada yoktu. Nitekim CB Erdoğan, sonraki günlerde, “Maalesef ilk birkaç gün arzu ettiğimiz etkinlikte çalışma yürütemedik. Sizden helallik istiyoruz” diyerek ihmali, beceriksizliği, acizliği itiraf etmiş oldu.  

Besleme medya bu başlıklar altında devletin ihmalini gizlemekle kalmadı, yanı sıra “asrın felaketi” diyerek devletin aczini mazur gösterme çabası içinde oldu. Besleme medya mecralarında çaresiz felaketzedelerin çığlıklarına mikrofonlar kameralar kapatıldı; günler sonra kurulabilmiş bir deprem çadırı sultan sarayı gibi tanıtıldı. AFAD çadırlarında “mesut mutlu yaşamlar”, “milletin hizmetindeki devlet” masalları birbirini izledi.

Habercilikten uzak bu yayınlar şaşırtıcı değildi. Yakın geçmişte Hazine ve Maliye Bakanı’nın istifasını 27 saat haberleştirememişti bu medya. 

Besleme medya kendisinden bekleneni, CB Erdoğan’ın ifadesiyle “gereğini” yaparken, halkın gözü kulağı dili olmaya çalışan medya ve sol örgütler ihmal edilmedi elbette. Sol örgütlerin yardım çalışmaları engellendi, sivil toplum adına dinci vakıf ve tarikatlara yol verildi, muhalefet düşmanlaştırıldı. Felaketteki ihmal ve hataları haberleştiren basın kuruluşlarına yasaklar cezalar duraksamadan birbiri ardına geldi. Önce, depremde iletişimin sağlanmasında yaşamsal öneme sahip sosyal medyaya erişim zorlaştırıldı. TELE1, Halk TV, Fox TV’nin yayınları durduruldu; program durdurma ve para cezaları birbirini izledi. Resmi zorbalıktan vazife çıkartan sıradan bir zorba da deprem bölgesinde yayın yapan Halk TV muhabirine çekiçle saldırmaya kalktı. Şikâyetçi olan muhabire polis, “olur böyle şeyler, çekici vurmamış zaten, unut gitsin” demiş. Kılıçdaroğlu’nu yumruklayan inek hırsızı gibi muhabire çekiç sallayan zorba da hoş görülmüş yani…  

***

Sözün özü, deprem faciası basın açısından utanç verici örneklerle dolu. Egemen medyanın yalancılıkta, müptezellikte, arsızlıkta, yüzsüzlükte, utanmazlıkta DP dönemi besleme basınından bir farkı yok. Egemen medya cephesinde yalanlar, algı yönetimi, iktidar yandaşı olmayan yardım kuruluşlarına yönelik karalamalar, hatta CB’nin ağzından depremzedelere “Be hey namussuzlar, be hey ahlaksızlar, be hey adiler!” kertesinde hakaretler… 

Meslek ahlakına sahip bir avuç medyada ise yardım ekiplerinin hiç gitmediği yerlere ulaşan; günlerce el sürülmemiş enkazlarda evladını, torununu, gelinini bekleyen depremzedelere mikrofon uzatan, öfkesini isyanını ekranlara sayfalara taşıyan, onlara sahipsiz olmadıkları duygusunu yaşatan muhabirler… İyi ki varlar! Selam olsun onlara.

Marks’a atfedilen deyişle “Kapitalizm kendi suretinde insan ve ilişkiler üretir.” Aynı şekilde, iktidarlar da kendi suretlerinde insanlar üretirler. Zenginiyle yoksuluyla ama en çok da yoksuluyla bu insanlar da kendi suretlerinde iktidarlara destek olurlar. Kurulu düzen bu şekilde kendini ve zihniyetini yeniden üretir. Bu düzen ve düzenin Bostanzade Yahya kafasındaki medya kader değil. Bu zihniyeti, ahlaksızlığı, zorbalığı üreten düzeni kökünden değiştirmeli.

9 Mart 2023 Perşembe

İYİ PARTİ KÖTÜ SİYASETÇİ

Siyaset ne acayip bir mecra. Millet İttifakı’nı oluşturan partiler arasında sorun yokmuş gibi görünüyordu. Seçim kazanıldıktan sonra yapılacak işler 2 bin 400 başlık altında ayrıntılandırılmış, CB yardımcılığı ve bakanlıklar bölüşülmüş, sıra milletvekili aday listelerine gelmişti…

Tek eksik vardı, o da CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun (KK) CB adayı olarak ilanı. İttifak tam da bu noktada siyasi suikasta uğradı. İYİ Parti lideri Meral Akşener (MA), KK’nin kazanacak aday olmadığını savundu; hayli sert ifadelerle suçladı karaladı masayı. Öyle ki, İstiklal Harbi günleriyle kıyasladı bugünkü durumu; İstanbul ve Ankara belediye başkanlarını “ateşten gömlek” giymeye çağırdı ve terk etti masayı.

Masanın devrilmesi, tek adamın dinci ırkçı faşist iktidarından kurtulma umudunu kararttı haliyle. Aslında karamsarlığa gerek yoktu. MA’nın kalkmasıyla masa devrilmemişti; tersine, masa ile sol partiler ve HDP arasında MA kaynaklı psikolojik duvar ortadan kalkmıştı. Yani, hukuk devleti ve demokrasi vaat eden KK’nin ilk turda olmasa da ikinci turda CB seçilmesi olasılığı çok da azalmamıştı. Neyse ki, İstanbul ve Ankara belediye başkanlarının CB yardımcısı olması gibi bir formülle MA masaya geri döndü; KK masanın ortak CB adayı ilan edildi; tek adam faşizminden seçim yoluyla kurtulmayı umut edenlerin moralleri bir parça düzeldi.

***

SİYASET NEDİR?

Birkaç güne sığan süreç gösterdi ki, 30 yıla yakın siyasi deneyimine karşın, tarih doktoru MA ilm-i siyaset bilgisinden ve tecrübesinden yoksundur, bu yaştan sonra öğrenmesi de olası değildir.

İlm-i siyaset nedir? Ondan önce siyaset nedir? 

Siyaset, devlet yönetimine ilişkin görüş ve ilkeler bütünü demek. İlkçağ kent (polis) yönetimine ilişkin görüş ve ilkeler anlamında politika olarak da adlandırılıyor. Platon, Devlet adlı eserinde Atina kent devletinin nasıl ve kimler tarafından yönetilmesi gerektiğini anlatırken filozof krallar ve yöneticilerden söz etmiş. Ne var ki, filozof yöneticiler hayali hep hayal olarak kalmış.

Devlet yönetimi anlamındaki dar tanımı dışında siyaset İslam coğrafyasında idam cezası anlamına geliyor. Bunlar dışında siyasetin çok daha kapsayıcı bir tanımı da var. Buna göre insan sosyal bir canlıdır; Aristo’nun deyişiyle, insan doğası gereği politik bir hayvandır; yani, kendisini gerçekleştirebilmek, en iyiye ulaşıp mutlu olmak için topluma, yasalara ve devlete ihtiyaç duyar. Arılar ve karıncalar da toplu halde yaşarlar ama daha iyi yaşamak üzere siyasal birlik kurmak sadece insana özgüdür…

Bu söylenenlere eklemek uygun düşerse, insanın olduğu her yerde siyaset vardır. Dünyada ne kadar insan, sınıf, toplum varsa o kadar farklı siyasetin olduğu söylenebilir. Çünkü siyaset (bireysel, toplumsal, sınıfsal) farklı çıkarların ve fikirlerin karşılaştıkları hem çatışma hem de uzlaşma ve işbirliği faaliyetidir. Çatışmacı siyasetin en vahşi pratiği savaştır; iç savaş olabileceği gibi devletler arası savaş da olabilir. Mao Zedung’un tersinlemesiyle, “Siyaset kan dökülmeyen savaş; savaş ise kan dökülen siyasettir.

Başka bir tanıma göre de, “Siyaset, farklı çıkarlar arasında bölünmüş toplumların, şiddet içermeyen özgür tartışma yoluyla yönetilmesidir.” (Bernard Crick)

***

İLM-İ SİYASET NEDİR?

Sözün özü, siyaset, iktidar ilişkisidir; insanın bütün kişisel ve sosyal faaliyetlerinde siyaset vardır. İlm-i siyaset ise, beşerî yaşamın her alanındaki iktidar ilişkisinin teorisi ve pratiğidir.

Olumsuz anlamıyla ilm-i siyaset, demagojiyle, dinbazlıkla, hile ve kurnazlıkla icra edilir. Menfi (negatif) ilm-i siyasetçi ilkesizdir, sinsidir, vicdansızdır, ahlaksızdır, tutarsızdır, üç kâğıtçıdır, zorbadır; gizlenir, olduğundan farklı görünür, takiyye yapar, yalan söyler, bir dediği diğerine uymaz, ötekileştirir, ayrıştırır…Ve elbette çalar çırpar, hiyerarşik hırsızlık ve soygun düzeni kurar.

Olumlu (müspet) anlamıyla ilm-i siyasetin temelinde ise hakikate ve ilkelere sadakat, dürüstlük, samimiyet, adalete inanç, ortak iyiyi arama ve ezilenleri koruma içgüdüsü vardır. Müsbet ilm-i siyasetçi ahlaklıdır, vicdanlıdır, yalan söylemez, hakikate sadıktır, takiyye yapmayıp olduğu gibi görünür, barışçıdır, insanları ayrıştırmaz ötekileştirmez, herkesi eşit yurttaş kabul eder… Ve elbette hırsızlarla soyguncularla mücadele eder, kamu kaynaklarını adil paylaştırır.

Müspet ilm-i siyasetçi, aynı zamanda akıllı, bilgili ve usta siyasetçidir. Öncelikli çabası, kırmadan dökmeden, uzlaşarak amacına ulaşmaktır. Bunun için aklını kullanır; karşı tarafın imkân ve kabiliyetlerini doğru analiz eder, atacağı adımı söyleyeceği sözü isabetli belirler… Ve elbette yeri geldiğinde masaya yumruğunu vurmaktan geri durmaz. 

**

Müspet ilm-i siyasete ilişkin, ders olması gereken nice kıssa vardır.

Örneğin, komşusunun tavuklarından müşteki adamın kıssası:

Adam, bitişik komşusunun tavuklarından müştekidir. Tavuklar bahçesine girip çiçekleri mahvetmekte, ortalığı kirletmektedir. Durumu birkaç kez komşusuna iletip ricada bulunur ama komşusu oralı olmaz. Tavuklar bahçeyi işgale devam ederler. Komşusuyla kötü olmak istemeyen adam çare düşünür. Gidip bakkaldan birkaç yumurta alır, hafiften çamura bular; akşam komşusuna seslenir: “Komşu, senin tavuklar benim bahçeme yumurtlamışlar, al şu yumurtalarını!

Hayırsız komşu sahte mahcubiyet duyguları içinde teşekkür edip yumurtaları alır. Ertesi gün adam, komşusunun bahçesini tel örgüyle ayırdığını ve tavuklarının öte yana geçmesini engellediğini müstehzi bir memnuniyetle seyreder.

**

Yaşlı çiftçinin mahpus oğluyla mektuplaşması da müsbet ilm-i siyasete ilişkin başka bir kıssadır. Yaşlı baba hapishanedeki oğluna yazar: “Oğlum, tarlanın sürülüp ekim yapma zamanı geldi; fakat ben artık çok yaşlıyım, ne yapacağımı bilemiyorum.”

Mahpus evlat, babasına cevap yazar: “Aman baba, sakın tarlayı sürme, adam bulup sürdürme! Ben oraya silâhlar gömdüm.

Bu mektuplaşma hapishane yönetiminin dikkatinden kaçmaz elbette. Gardiyanlar zaptiyeler silahları bulmak için yaşlı adamın evini basıp tarlayı boydan boya kazarlar.

Baba oğlunu ziyaret eder, üzüntüyle olan biteni anlatır. Oğuldan müstehzi yanıt: “Baba, tarlayı ekebilirsin.

***

KÖTÜ SİYASETÇİ

Bütün bu anlatılanlardan sonra İYİP Başkanı MA’nın masayı tekmelemesi, “kumar ve noter masası, artık millet iradesini yansıtmıyor” diyerek karalaması, KK’nin adaylığını “şahsi hırs”, “ölüm karşısında sıtmaya razı olmak” diye aşağılaması; Ankara ve İstanbul belediye başkanlarının fi tarihinde CB yardımcısı olacakları vaadiyle masaya dönmesi analiz etmeye değer mi? 

Uzun söze ve analize gerek yok. MA masayı devirdiğinde sanıldı ki, “Kafasında mutlaka bir plan vardır, yoksa masadan bu kadar kolay çekilmez.” Anlaşıldı ki, değil B ve C planları, A planı bile yokmuş.  Anlaşıldı ki, ülkücü refleksiyle masayı tekmeledi. Masayı tekmelemesini, Kılıçdaroğlu’nun “418 milyar doları halka geri verme” sözü ve gazeteci Serpil Yılmaz’ın “İyi Parti ‘5’li çete’yle görüştü” iddiasıyla birlikte düşünmek gerekiyor.

Anlaşıldı ki, demokrat, antifaşist, toplumun her kesimiyle barışık, yolsuzluğu hırsızlığı olmayan, hırsızlardan hesap sormayı vaat eden, “hak hukuk adalet” diyen bir aday profili İYİP’in ülkücü kanadına ve AKşener’e fazla geldi. Fazla gelen bir husus da KK’nin etnik ve inanç aidiyeti. AKşener, KK’nin adaylığına kazanamayacağı için değil, kazanmasını istemediği için karşı çıktı. Ancak, MA’nın masayı ülkücü refleksle tekmelemesi, İYİP’in seküler milliyetçi kanadında karşılık bulmadı, tepkiyle karşılandı. Hiç bu kadar tepkiyle karşılanacağını öngöremeyen MA, tepkiler üzerine masaya dönmek zorunda kaldı. Eh, siyaset biraz da üç beş adım sonrasını görmeyi gerektirir.

Ezcümle, Tansu Çiller / Mehmet Ağar çömezi MA kötü siyasetçidir, negatif anlamıyla bile ilm-i siyaset yoksuludur. Bu yaştan sonra da ilm-i siyaseti öğrenmesi ve ıslahı mümkün değildir. Ülkücü refleksi her an depreşebilir, KK’nin HDP ile görüşecek olmasını bahane edip yine masayı tekmeleyebilir. Millet İttifakı’nda olan bitene bir de bu açıdan bakmakta yarar var.

Umulur ki, demokrat, antifaşist, toplumun her kesimiyle barışık, yolsuzluğu hırsızlığı olmayan, hırsızlardan hesap sormayı vaat eden Kemal Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı seçilir ve Türkiye’nin rotası hukuk devletine çevrilir.