Korkunç cinayetlerin, pisipisine
ölümlerin sıradanlaştığı, toplumsal hayatımızın mütemmim cüzü haline geldiği bir
coğrafyada yaşıyor olmak nasıl da kahredici!
Mersin’de vahşice katledilen Özgecan’ın
acısını atlatamadan İstanbul’da "antifaşist" gazeteci Nuh Köklü’nün öldürülmesiyle
sarsıldık. Peşinden başka cinayet haberleri geldi. Birinde yine parçalara
ayrılmış kadın bedeni, diğerinde otomobil tekerleğiyle başı ezilmiş başka bir
kadın.
Elbette toplumu en derinden
sarsan cinayetler ilk kez işlenmiyor ülkemizde. Öldürülen kadın, erkek veya
çocuk… Geçmişteki cinayetlerin de her biri yürek yakıcıydı ki, pek çoğu “faili meçhul” adı altında devlet
gözetiminde ya da yardımıyla işlendi; hatırlatmaya gerek yok. Aradaki fark,
2000’li yıllarda işlenen cinayetlerden bazılarının toplumun hatırı sayılır bir
kesimince “su yolunda kırılan testi”
veya “laik hayat tarzının mukadder
neticesi” diye mazur görülebilmesi. Özgecan cinayetine ilişkin
paylaşımlarıyla dikkati çeken dandik türkücü ve dandik köşe yazarı ne yazık ki
sapkın örnekler değiller, dini duyarlılıkla bu gibi cinayetleri mazur görebilen
çoğunluğun göz önündeki temsilcileri.
***
Nuh Köklü ile şahsen
tanışıklığım yoktu. Ben Ankara’da, Nuh İstanbul’da gazetecilikten ekmek yemeye
çalışırken yollarımız kesişmedi. Aradaki bağımız aynı sendika çatısı altında
olmaktan ibaretti. Nuh’un adını ilk kez Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın 2008
yılında Sabah/atv grubunda örgütlediği grev dolayısıyla duymuştum. Sendikanın
1994 yılında Hürriyet gazetesinden de tasfiye edilmesinden sonra, sendikal
mücadele fikri medya emekçilerinin belleğinden neredeyse silinmişti. İşte Nuh,
2008 yılında Sabah/atv işyerlerinde grev önlüğünü giyen az sayıdaki basın
emekçileri arasındaydı. TGS genel merkezinde yapılan danışma toplantısında,
Sabah/atv grevcilerini “tanrılar
dağından ateşi çalmaya yeltenen çağdaş Prometheuslar” diye nitelendirdiğimi
anımsıyorum.
Sabah/atv grevi ne yazık ki
başarıya ulaşamadı. Nuh Köklü ve grevciler işten atıldılar. Gözaltında
dövülerek öldürülen gazeteci Metin Göktepe adına Evrensel gazetesinin düzenlediği
Metin Göktepe Ödülleri’nde 2008 “Dayanışma Ödülü” Nuh ve
arkadaşlarına verildi.
Kırılan grevin ardından Nuh bir
ara NTV’de editör olarak çalıştı; 2014 Haziran ayında NTV’den de atıldı. Nuh’u
NTV’deki işinden atanların cinayetin ardından “Yoksulluğu hayat tarzı olarak benimsemişti. Yoksuldu ama manen çok
zengin bir adamdı, derviş gibi bir insandı.” diye timsah gözyaşı dökmeleri
affedilir gibi değil; ama neylemeli ki devir onların devri…
İşsizlik günlerinde Nuh, Latin
Amerika’da Che Guevara’nın güzergâhını adımladı. Nihayet İstanbul’da, TBMM
gündemindeki sivil sıkıyönetim tasarısına karşı protesto eyleminin ardından
Kadıköy’de kartopu oynayabilmenin sevincine doyamadan, dükkânının camına
kartopu isabet eden esnaf tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Son nefesini
verirken, “Keşke rüya olsa, daha yapacak çok
şey var!” demiş.
***
Nuh’un ölüm haberi de Özgecan’ın
ölüm haberi kadar sarsıcıydı. Ankara’da köyünde toprağa verileceği
açıklanmıştı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın
çağrısıyla, Çankaya Belediyesi’nin sağladığı araçlarla yola çıktık. Hiç
beklemediğim bir kalabalık vardı. Nuh’u son yolculuğunda uğurlamak isteyenlerin
kalabalığı, ülkenin her metrekaresine sinen, genç yaşlı kadın erkek herkesi tutsak
alan kin ve nefret söylemine tepkinin ifadesiydi.
Sincan merkezde Nuh’un
cenazesini aldıktan sonra köye hareket ettik. Yukarı Yurtçu Köyü, Ankara’ya 35
kilometre uzaklıkta. Hava çok soğuk ve kar yağışlı. Köye vardıktan sonra
pankartlarla cami avlusuna yürüdük. ÇGD Başkanı Ahmet Abakay ve TGS Ankara Şube
Başkanı Esra Koçak, Türkiye'nin cinayet ve şiddetin kol gezdiği ülke haline
geldiğine dikkat çektiler; Nuh’un ‘Benim
esnafım aynı zamanda polistir, alperendir’ söylemine kurban gittiğini
vurguladılar.
ÖDP Genel Başkanı Alper Taş, CHP
milletvekilleri Sezgin Tanrıkulu ve Hüseyin Aygün, Ankara Milletvekili Emine
ÜlkerTarhan da cenaze törenine katılanlar arasındaydı. Cami hoparlöründen
sürekli Kur’an okunuyordu. Yolculuk boyunca Nuh için son yolculuğunda neler
yapabiliriz diye aramızda konuşmuştuk. Kartopu oynama fikri akla geliyordu; ama
dini duyarlılıkla tepki çeker mi diye çekiniyorduk. Nihayet, (çekinerek de olsa)
tabutuna kartopu bırakma önerisi ağır bastı. Cenaze namazı öncesinde tabuta
kartopları ve kalemler bıraktık. Bir de ne görelim, anne Çiğdem Hanım da
kartopu yapıp tabutun üstüne bıraktı. Nuh’un ablası Hüsniye ise “Kartopu cama değdi diye insan mı öldürülür!
Camlar candan daha mı kıymetli!"
diye ah etti.
***
Sıklaşan cinayetler gösteriyor
ki, toplumsal bir cinnet yaşanmaktadır. Doymak bilmez sermaye birikiminin
hırsızlığına ve faşizmine ideolojik ve sosyolojik perde olmak üzere “dindar ve kindar” nesiller yetiştirme
projesi, toplumsal cinneti katmerlendirdi. Toplumsal cinnet, tek tek insanların
günlük davranışlarına bile yansıdı. Devlet dairesinde, işyerinde, trafikte, durakta
otobüs beklerken, alışveriş kuyruğunda, hayatın akla gelebilecek her anında bir
cinnet ve delirmişlik hali var. En kötüsü de cinnetin şiddete dönüşüyor olması.
Nuh Köklü’yü böyle bir cinnete ve şiddete kurban verdik.
Nuh’u kar yağışı altında çok soğuk bir Ankara
gününde toprağa verdik. Keşke bir rüya olsaydı! Uyandığımızda işsiz de olsa Nuh
hayatına devam ediyor olsaydı.