Bir yanda hırsızı katili saklayıp
koruyan, adalete ve demokrasiye düşman devlet,
Diğer yanda devletin boğduğu
adaleti namluyla dirilteceğini sanan örgüt.
İkisinin arasında hayata
umutsuzca bir çağrıydı, çığlıktı Berkin Elvan ailesinin sözleri: “Oğlum öldü başkaları ölmesin. Savcı serbest
bırakılsın. Kan kanla yıkanmaz.”
Ancak ne devlet duydu bu çığlığı
ne de örgüt. İkisi de kendi ezberlerini tekrarladılar. Devlet savcısını, örgüt
gencecik militanlarını gözden çıkardı. Her defasında olduğu gibi devletin
şiddeti örgütün sınıftan ve kitleden kopuk şiddetine üstün geldi. Demokrat
kamuoyunun gözünde, savcının başına tabanca dayalı görüntüsüyle boğazlarına
bıçak çalınan IŞİD kurbanlarının görüntüleri üst üste bindi. Yazık oldu savcıya,
gençlere ve acılı ailelerine.
***
Berkin Elvan’ın ailesine bir kere
daha yazık oldu. Hayata çağrısının karşılıksız kalmasının, Berkin’in artık
toplumun olabilecek en geniş kesimince sahiplenilen anısına kan damlaları
düşmesinin acısıyla son bir açıklama yaparak, kendi içine kapandı. Ailenin son
mesajı, siyasi görüş, etnik kimlik veya mezhep aidiyetiyle acıda seçici
davranmaya isyan manifestosuydu. Çağlayan Adliyesi’nde Berkin’in acısını üç kez
daha yaşadığını, Berkin cinayetinin adil bir şekilde yargılanacağına inancının
kalmadığını vurguluyor aile ve o acıyla çığlık atıyor:
“Cumhurbaşkanı'ndan sivil toplum kuruluşuna, medyasından sokağına, siyasetleriniz,
çıkarlarınız, hesaplarınız artık bizden uzak olsun. Artık yeter. Biz Berkin’e
yetiştiremedik gözyaşlarımızı, ancak siz başkalarının gözyaşları aksın ve
siyaset yapalım diye bekliyorsunuz. Meclis'te olsun olmasın, sağ ya da sol
görüşlü, iktidar partisinden Meclis dışı muhalefete, çoğunuz aynısınız. Hayat
çok acı, çünkü sizler günlük siyaset yapasınız, gündeminiz dolu olsun diye
bizler evlatlarımızı, eşlerimizi, babalarımızı, annelerimizi toprağa veriyoruz.”
***
Berkin Elvan’ın ailesini kendi
içine kapanmaya iten olay kan dökülmeden, kimsenin burnu kanamadan
sonuçlandırılabilir, savcı da gençler de bugün yaşıyor olabilirlerdi. Savcı
Mehmet Selim Kiraz’ı öldüren kurşunların gençlerin silahından çıktığı yolundaki
resmi açıklamaya karşın belli ki eylemci gençlerin illa savcıyı öldürmek gibi
bir hedefleri yoktu. Müzakere sürecinin seyri, gençlerin Cumhuriyet’ten Ahmet Şık’a söyledikleri, gözü dönmüş katiller
olduklarını göstermiyordu.
Yine öldürülmeden 20 dakika önce BirGün’den Zeynep Kuray’a konuşan
gençlerden Şafak Yayla’nın anlatımları da, eylemin kansız bitirilmesine çok
yaklaşıldığını gösteriyor. Zeynep ilk aradığında Şafak, “Beş dakika içinde taleplerimiz karşılanmazsa Savcıyı cezalandıracağız”
deyip telefonu kapatmış. Aradan yarım saat geçtikten sonra Zeynep tekrar
aramış, bu kez Şafak, Berkin’i vuran üç polisin adliye önünde canlı yayında
itirafta bulunması yönündeki talebin kabul edildiğini, diğer iki talep de kabul
edildiğinde Savcı ile birlikte dışarı çıkacaklarını söylemiş.
Apaçık ortada ki, devlet eylemin
kansız bitmesini istemedi. Eylemcilerle müzakere başlatan devlet, PKK ile veya
IŞİD ile müzakeresindeki gibi davranmadı, saatler sonra ezberini anımsayarak
müzakereyi kesti ve alışkanlıkla “ölü
ele geçirdi”. Böylece, ülkeyi bir kez daha bölen olayın canlı tanığı
olabilecek kimse bırakılmadı geride.
***
Savcının ve gençlerin öldürülmeleri
iki tarafın da işine geldi. Örgüt kaç cilte varacağı bilinmeyen “şehit” defterinde yeni bir sayfa açtı;
devleti yönetenler de siyasi atmosferi daha da zehirlemek için tepe tepe
kullanacakları elverişli bir bahaneye kavuştu.
AKP iktidarı, kendisine altın
tepside sunulan bahaneyi değerlendirmekte bir saniye bile gecikmedi. Rehine
eylemine yayın yasağını eylemi haberleştiren gazete ve televizyonlara
akreditasyon sansürü izledi. Başbakan Ahmet Davutoğlu, marifetmiş gibi,
akreditasyon sansürü için bizzat talimat verdiğini itiraf etti. Dahası, “Artık sokağa izinsiz şekilde çıkana bir
dakika bile müsamaha gösterilmeyecek” diyerek, İç Güvenlik Paketi’ni ne
şekilde uygulayacaklarının da işaretini verdi.
***
Fotoğraf, soğukkanlı
stratejistlerin analizlerini gerektirmeyecek kadar net. Eskisi gibi bir seçim
zaferinden umudunu kesen (hele bir de HDP barajı aşarsa tek başına iktidardan
da olabileceğini hesaplayan) dinci faşizm, siyasi atmosferi daha da zehirlemek,
seçmenin kafasını karıştırmak için demokratik muhalefete baskıyı arttıracak,
provokasyonlara zemin hazırlayacak. “Devrimci
şiddet” kılıflı, sınıftan ve kitleden kopuk eylemler yetmezse, bir yıl önce
Süleyman Şah Karakolu’na atılması planlanan göstermelik füzeler, İç Güvenlik
Paketi’ndeki tanıma uygun olarak muhalefet mitinglerini ve barışçı sokak
gösterilerini hedef alabilecektir. Resmi/gayriresmi provokatörler fazla mesai
yapacak, havuz medyası da sol muhalefeti, Alevileri, Kürtleri, Gezi Direnişi’ni
terör kaynağı olarak yaftalamak için her türlü yalana başvurabilecektir.
Ahlak yoksulu din taciri
hırsızların faşizmine elbette direneceğiz.
Yanı sıra, Lenin’in “Sol Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı”
adlı eserini bir kez daha okuma ve anlama vaktidir.
kalemine emeğine sağlık
YanıtlaSilyüregine sağlık
YanıtlaSil