Başka ülkelerde de kamuoyu sahte gündemle Türkiye’deki kadar oyalanır mı, sanmıyorum.
Türkiye’de gerçek gündemin ilk sırasında ekonomi bulunuyor. Ekonomi gündeminin ilk sırasında da geçim sıkıntısı var. Ekonominin durumu içler acısı, 2001’dekinden daha derin bir kriz içinde, kişi başına milli gelir aralıksız sekiz yıldır düşüyor. Açlık sınırı ilk kez asgari ücretin üzerine çıktı. Asgari ücret temel ücret haline geldi; çalışanların yarısı asgari ücrete talim ediyor. Dört kişilik bir ailenin tüm bireyleri asgari ücretle çalışsa bile ailenin toplam geliri yoksulluk sınırına ulaşamıyor. Reel işsizlik yüzde 20’lerde; nüfusun 4’te 1’i sosyal yardımla ayakta durabiliyor. Milli Eğitim Bakanlığı istatistiklerine göre okul çağındaki 1 milyon 201 bin çocuğun okul kaydı yok…
Gerçek gündemin diğer başlıkları bir yana, sırf bu tablo bile vicdan sahibi her iktidarı utançtan yerin dibine sokmaya yeter. Gel gör ki, İslamcı Türkçü faşizmin muktedirleri utanmak şöyle dursun, pişkin pişkin ‘geçici sıkıntı’ deyip sabır tavsiye ediyorlar; yeterince sabredemeyen seçmenlerine bu dünyanın imtihan dünyası olduğunu tebliğ ediyorlar. Tarikat uluları ve 657 sayılı kanundan maaşlı Diyanet evliyaları da fiyatları yükseltenin Allah olduğunu yumurtluyorlar. Bu palavraların yanına promosyon olarak Osmanlı hayranlığı, “vatansever Vahdettin”, “Ulu Hakan Abdülhamit Han” safsataları ikram ediliyor…
Bu iktidar iletişiminin en hayret verici yanı ise, ekonomik bunalımın en çok ezdiği yoksul kitlenin İslamcı Türkçü faşizmin sunduğu safsataları alkışlaması. İslamcı Türkçü faşizmin siyasi liderleri, tarikat uluları, din bezirgânı kanaat önderleri her bahaneyle ne zaman “binlerce yıllık şanlı tarih, ecdat Osmanlı, cennetmekân Abdülhamit Han…” diye söze başlasalar, salonları ve meydanları dolduran yoksullar çılgınca alkışlıyorlar.***
"Zaferlerle dolu binlerce yıllık şanlı tarihimiz, ecdadımız Osmanlı…” safsatalarını çılgınca alkışlıyorlar; “durun, Osmanlı sandığınız gibi değil” diye söze başlamaya yeltenenleri ellerinden gelse anında parçalayacak derecede kin ve nefret saçıyorlar.Çünkü ne yazık ki, halkımızın dörtte üçü fazlasıyla ırkçı, ümmetçi, milliyetçi, (kibar deyişle) sağcı, muhafazakâr ve dindar. Çoğunlukla eğitimsiz, Osmanlı’ya yönelik en sade eleştirel bir tümce karşısında bile şaşırıp şok geçirecek, ecdadına küfredilmiş gibi zıvanadan çıkacak derecede tarih bilgisinden ve bilincinden yoksun. Tarih bilgisi bilinci absürt Tarkan, Kara Murat, Malkoçoğlu, Battal Gazi filmlerinde gördüklerinden ibaret. Dahası, “şanlı ecdadımız” diye bağırmalarına karşılık, üç Osmanlı padişahının isimlerini sayamayacak denli cahil ve kendi soy ağaçlarını bile üç göbek ötesine götüremeyecek kadar da köksüzler.
Çünkü, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki tıknefes aydınlanma ne ideolojide ne de sosyal hayatta Osmanlı’dan kopuşu sağlamaya yetmedi. Halkın en az dörtte üçü, padişahları evliya zannediyor, ecdadın “şanlı” tarihiyle avunuyor, Osmanlı tarihiyle (bizzat yaşamışçasına) övünüyor, gurur duyuyor. Cemaatten cemiyete, kuldan bireye ve yurttaşa terfi edemediği, güven dolu bir gelecek umudu taşımadığı için yüceltilmiş geçmişte yaşıyor, bugünün kavgasını tarih üzerinden veriyor…
***
İslamcı Türkçü faşizmin siyasi liderleri, tarikat uluları, din bezirgânı kanaat önderlerince efsunlanan kalabalıklara “şanlı” diye belletilen Osmanlı’nın ve tarihin aslında sınıf savaşımlarının tarihi olduğunu anlatmanın bir yararı olur mu?
Mesela, ihtişamıyla gururlandıkları Osmanlı’nın feodal nitelikli bir hanedan ve egemen sınıf devleti olduğunu;
Osmanlı’nın halkın tamamı değil bir aile (hanedan) olduğunu;
Hanedanın en büyüğü padişahın temsil ettiği egemen sınıf blokunun seyfiye, ilmiye, kalemiye mülkiye gibi devşirme zümrelerden oluştuğunu;
Egemen sınıf blokunun toprağa bağlı reayayı sömürmekle, savaş ve ganimet geliriyle, gayrimüslim halklardan haraç ve cizye alarak beslendiğini;
Müslümanlar dışındaki halkların zimmî (yani ikinci sınıf teba) sayıldıklarını, haraç ve cizye ödediklerini, şehirlerde atla gezemediklerini, yüksek bina yapamadıklarını, çanlarını kilise duvarının dışından işitilecek şekilde çalamadıklarını, bazı devirlerde sokağa ayaklarına çıngırak takarak çıkmak zorunda kaldıklarını;
Alevilerin gayrimüslimler kadar bile hak sahibi olamadıklarını, sürekli katliamlara uğratıldıklarını;
Türk halkının “Etrâk-ı bî idrâk = İdrâksiz Türkler” diye aşağılandığını;
Merkezi otorite zayıfladıkça iratçı devlet beylerinin derebeyleştiklerini;
Ta kuruluştan itibaren ağır vergiler ve zulümden bunalan halkın fırsat buldukça isyan ettiğini,
“Şanlı” Osmanlı padişahlarının cephede küffar kanından çok halk ayaklanmalarını bastırırken kan döktüklerini;
Hanedanın kendi içinde bile kan dökücü olduğunu; aile içi katliamı kanunlaştırdığını; 36 padişahtan 6’sının sonraki padişahın fermanıyla idam edildiğini; idam edilen padişahlardan Genç Osman’ın öldürülmeden önce bir de ırzına geçildiğini ve “padişahını seven millet” deyiminin bu iğrençlikten geldiğini; Padişah Üçüncü Mehmet’in tahta oturur oturmaz 19 erkek kardeşini boğdurduğunu; 40’tan fazla sadrazamın da aynı şekilde kellelerinin kesildiğini…Bunları ve daha fazlasını, Abdülhamit’in despotizmini, Vahdettin’in İstiklal Harbi düşmanlığını ve İngiliz zırhlısıyla kaçtığını anlatmak, ırkçı ümmetçi milliyetçi kitleyi Osmanlı hayranlığından caydırmaya yeter mi?Cumhuriyet döneminde bir başbakan asıldı diye ağlaşan sağcı kanaat önderlerinin ve kalabalıkların onlarca sadrazam ve padişah kellesinin koparıldığı kanlı bir devri “şanlı” belleyip yüceltmeleri, özlem duymaları ne tuhaf değil mi?
Soruyu ve yazıyı uzatmaya gerek yok.
"Hangi Osmanlı, şanlı mı kanlı mı?" sorusunun yanıtı dünün ve bugünün sınıf ve iktidar mücadelesiyle ilgilidir. Hangi Cumhuriyet sorusunun yanıtı da öyle.
Bugün Osmanlı’yı yücelten İslamcı Türkçü faşistler aslında kendi iktidar ilişkilerini ve kitle iletişimlerini yüceltiyorlar, iktidarlarının ömrünü uzatmaya çalışıyorlar. Tarihçi Eric Hobsbawn’ın deyişiyle “Nasıl haşhaş, eroin bağımlılığının hammaddesiyse, tarih de milliyetçi, etnik ya da fundemantalist ideolojilerin aslî ögelerinden birisidir. Amaca uygun bir geçmiş yoksa, her zaman için yeniden icat edilebilir.” (Tarih Üzerine, Bilim ve Sanat Yay. 1999, s.9.)
Eklemek uygun düşerse, ‘şanlı ecdat’ retoriğiyle geçmişin yüceltilmesi tarihte yaşanmış katliamları, ayıpları unutturmayı kolaylaştırdığı gibi bugün yaşanan kötülükleri gözlerden saklamaya da yarar.
Bitirirken minik bir soru:
Bugün Osmanlı’yı yüceltenler, Abdülhamit ve Vahdettin’e sahip çıkanlar, İstiklal Harbi’nde hangi safta olurlardı? Kuvâ-i Milliye’nin saflarında mı yoksa Kuvâ-i İnzibâtiyye’nin mi?
Kuvâ-i İnzibâtiyye
YanıtlaSil👍
SilBu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
SilKalemine emeğine sağlık sevgiler
YanıtlaSil