Cumartesi Anneleri, her cumartesi günü İstanbul Galatasaray Meydanı’nda toplanarak, gözaltında işkencelere ve siyasi cinayetlere kurban giden yakınlarını arayanlardan oluşan bir topluluk. Esin kaynağı, Arjantin’de faşist cuntanın yok ettiği çocuklarını bulmak için Plaza Del Mayo’da toplanan anneler.
Türkiye'nin Cumartesi Anneleri ilkin 1995 yılında toplandılar. Başlıca talepleri, kayıpların devlet arşivlerinde kayıtlı akıbetlerinin açıklanması, faillerin yargılanması.
Toplantıları zaman zaman keyfi olarak engellendi, kesintiye uğradı; ama kayıp yakınları 28 yıldır taleplerinden vazgeçmediler. Recep Tayyip Erdoğan da Başbakan sıfatıyla 5 Şubat 2011’de Cumartesi Anneleri’yle görüşmüş, sorunun çözümü için söz vermişti.
Ne var ki, Erdoğan’ın bu sözü de demokratikleşmeye ilişkin diğer vaatleri gibi kâğıt üstünde kaldı. Ucube başkanlık rejimine geçilir geçilmez, 25 Ağustos 2018’e rastlayan 700’üncü hafta buluşması İçişleri Bakanı SS’in talimatıyla Beyoğlu Kaymakamlığı tarafından yasaklandı. O günden beri Cumartesi Anneleri, kendileriyle özdeşleşen alanda toplanamıyorlar, toplandıklarında polis tarafından coplanıyorlar, gözaltına alınıyorlar. Anayasa Mahkemesi (AYM), Cumartesi Anneleri’nin toplantısına polis saldırısının toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına aykırı olduğuna oybirliğiyle hükmetti. AYM’nin ihlal kararı geçen 23 Şubat’ta Resmi Gazete’de yayımlandı. Ancak AYM’nin kararına karşın Cumartesi Anneleri haftalardır coplanıyorlar, gözaltına alınıyorlar.
***
Cumartesi Anneleri’ne yönelik resmi terör ve gözaltılar, İnsan Hakları Derneği İHD’nin şubelerinde düzenlenen basın açıklamalarıyla protesto edildi.
İHD Ankara Şubesi’nin bu haftaki gündeminde bir açıklama da cezaevlerindeki hasta mahpuslarla ilgiliydi. Hasta Mahpuslara Özgürlük İnisiyatifi, tam 452 haftadır cumartesi günü şube binası önünde toplanıp bir hasta mahpusun sorununa dikkati çekiyor. Dernek üyelerinin 452’nci buluşması Ankara polisinin keyfi yasağıyla engellendi geciktirildi. Gerekçe? Yok bir gerekçe.Şube binası önünde resmi ve sivil kıyafetli onlarca polis. İnisiyatif üyelerinin toplanmasına engel oluyorlar.
Şube yöneticisi Sevil Turgut, “Hangi gerekçeyle?” diye soruyor.
Polis amiri “Valilik kararı” diyor.
Sevil Turgut, “Gösterin kararı!” diyor, polis amiri bir karar göstermiyor.
Sevil Turgut, “Toplantı ve gösteri yürüyüşü bu anayasada bile haktır” diyor; polis amiri, bu kez “Seçim yasakları” diyor.
Sevil Turgut “Bizim açıklamamız seçim faaliyeti değil” diyor; polis amiri oralı olmuyor.
Sevil Turgut açıklamayı açık alanda yapmakta kararlı olduklarını vurguluyor.
Kuşatma yarım saat sürüyor. Polisler, inisiyatif üyelerini sokakta taciz ediyorlar. Gerekçe, “Geleni geçeni engelliyorsunuz!”
Jandarma subaylığından emekli olduğumu söyleyerek, yaptıklarının kanun dışı olduğunu ihtar ediyorum ama aldırmıyorlar.
Nihayet, yarım saat süren engellemenin eziyetin yeterli olduğunu düşünerek açık alanda basın açıklamasına izin veriyorlar.
Açık alanda basın açıklamasında ısrarından dolayı Sevil Turgut’u ve diğer şube yöneticilerini içten içe alkışladım.
***
Fotoğrafta görüldüğü üzere bir avuç kişiyiz ama en sade bir basın açıklamasına bile tahammül edemeyecek ölçüde demokratik haklara düşmanlık söz konusu. Nereden bakılırsa bakılsın, keyfi bir uygulama. Ortada bir valilik kararı yok, olsa bile anayasaya aykırı bir karardır. Olan biten, bürokrasinin öteki birimlerine de sinmiş, polis ve askeri bürokrasiye egemen faşizan zihniyetin sahaya yansımasından ibarettir. Balık baştan kokar denir ya; bürokrasinin alt kademelerindeki daha düşük rütbeli otokratlar da durumdan vazife çıkartıyorlar; keyfi yasaklar koyuyorlar.
Özgürlüklere düşman öyle köklü bir kültürdür ki, onca iktidar geldi geçti, hiçbirinde emniyet örgütünün faşizan zihniyetine çare aranmadı.
***
Tansu Çiller’in iktidar günleriydi; Murat Karayalçın Başbakan Yardımcısı idi. Ben de, koalisyon hükümetinin SHP kanadını izlemekle görevli ANKA Ajansı muhabiriydim. Memur sendikacılığının öncüsü KESK, memur maaşlarına ek zam için gösteriler düzenliyor; polis memurları sivil memurları sopadan geçiriyordu. Nihayet Bakanlar Kurulu ek zam gündemiyle toplandı.
Toplantı saatler sürdü. Başbakanlık binası önünde toplantıdan çıkacak kararı bekliyoruz. Toplantıdan ilk olarak Hükümet Sözcüsü Yıldırım Aktuna çıktı. Hemen karşıladık, ek zam için nasıl bir karar alındığını sorduk. Yıldırım Aktuna, soruyu geçiştirdi; aracına binip gitti. Başbakanlık koruma polisleri hemen biz gazetecilere gelip “Ne olmuş abi, ek zam çıkmış mı?” diye sordular. Biz de “Henüz öğrenemedik” diye karşılık verdik.
Derken, Başbakan Yardımcısı Murat Karayalçın göründü; hemen karşıladık, ek zammı sorduk. Karayalçın “Gerekli açıklamayı Tansu Hanım yapacak” diye yanıtladı. Polisler yine yanımıza gelip heyecanla “Ek zam çıkmış mı?” diye sordular. Gerekli açıklamayı Başbakan’ın yapacağını söyledik, polisler uzaklaştılar.
Nihayet Başbakan Tansu Çiller göründü, kameralar mikrofonlar hazırlandı. Tansu Çiller, ek zam konusunu gelecek Bakanlar Kurulu toplantısına ertelediklerini bildirdi; aracına binip gitti. Polisler bu kez daha heyecanlı yaklaşıp ek zammı sordular. AA Muhabiri Vedat Çuhadar, muzip bir ifadeyle “Ek zam çıkmış, gösterilerde dayak yiyenlere zam var, dayak atanlara yok” diye yanıtladı. Başbakanlık koruma polislerini aldı bir düşünce. Polislerin düşünceli hal ve hareketleri endişe verici bir biçim kazanmaya başlayınca Vedat’ı dirsekledim; “Vedat gerçeği söyle, yoksa şimdi bizi de dayaktan geçirecekler” diye uyardım. Vedat “Şaka şaka! Ek zam konusu gelecek Bakanlar Kurulu toplantısına ertelenmiş” diye açıkladı. Vedat’ın bu açıklaması üzerine bir polis ne dese beğenirsiniz? “Abi ya, İstanbul’daki arkadaşlar da sivil memurları bizim dövdüğümüz kadar dövselerdi, ek zam kesin çıkardı!”
***
Dediğim gibi, özgürlüklere düşman öyle köklü bir kültürdür ki, onca iktidar geldi geçti, hiçbirinde emniyet örgütünün faşizan zihniyetine çare aranmadı. Geçmişte polislerin katıldığı protesto gösterilerinde “Kahrolsun insan hakları!”, “Yetki isteriz, komünistlere yeteriz!” diye slogan atıldığını anımsıyorum.
Bülent Ecevit’in son başbakanlığı döneminde polisler yine resmi üniformalarıyla sokağa dökülmüşler insan hakları aleyhine sloganların yanı sıra tekbir getirmişler, “Başbakan istifa” diye bağırmışlardı. Ecevit, “Polisler zaman zaman duygularına kapılabilirler, tepki duyabilirler. Fakat izinsiz olarak sokaklara dökülürlerse, asayişten sorumlu oldukları halde asayişsizlik etkeni olurlarsa, işler çığırından çıkar” diye karşılık vermişti.
Dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan ise, “Bu gösterilerin arkasında soyguncular ve eşkıya var” diye açıklama getirmişti.
Sadettin Tantan polis ayaklanmasının arkasında hangi soyguncular ve eşkıya olduğunu açık etmedi. Günümüze gelecek olursak. İçişleri Bakanı’nın, Jandarma Komutanı’nın öyle fotoğrafları çıkıyor ki. Kimler kimlerle beraber!
Emeklerinize, yüreğinize sağlık
YanıtlaSilSaygılar.