Aradan on gün geçmesine karşın, Türkiye’nin
siyasi sınırları dışında tek toprağını, Suriye’deki Süleyman Şah Türbesi’ni
tahliye edip havaya uçurmasının yankıları sürüyor. İktidar medyası “eşsiz zafer” propagandasını köpürtürken;
Okyanus ötesinden de Nisan Mayıs aylarında IŞİD’e karşı geniş kapsamlı bir
harekâta girişileceği haberleri geliyor, bu harekât öncesinde Türkiye’nin
türbeyi boşaltarak elini rahatlattığı yorumları yapılıyor.
Gerekçesi ne olursa olsun, türbenin
tahliyesi rasyonel bir adımdır. Belli ki askerlerin aldığı bir karardır. Savunulması
mümkün olsa herhalde geri çekilmek yerine savunmayı güçlendirme yoluna giderlerdi.
Hatırlanmalı ki, çok değil üç beş ay öncesine kadar “sivil” siyaset, Suriye’de
savaşa doğrudan katılmak için türbeyi bahane olarak kullanmayı, bunun için
gerekirse MİT elemanlarına düzmece saldırı yaptırmayı bile planlıyordu.
Türbenin tahliyesi savaşa aşeren bu planları rafa kaldırması bakımından da
olumludur. Elbette, Suriye bataklığına dalmakta kararlıysa iktidar, türbe
dışında bir bahane bulmakta da zorlanmaz.
***
Operasyon rasyonel olmakla
birlikte, siyaset ve medya düzleminde irrasyonel biçimde yankılandı. Sonuçta
taktik intikalden ibaret olmasına karşılık türbe kaçırma harekâtı, bir kez daha
iktidarıyla muhalefetiyle sermaye siyasetinin (ve elbette sermaye medyasının
da) nasıl bir düşünsel ve ahlakî sefalet içinde olduğunu gösterdi. Harekât
görüntüleri, Erdoğan/Davutoğlu ikilisinin Ortadoğu siyasetinde sergiledikleri
fiyaskonun da fotoğrafı oldu.
Fiyasko son derece net. Şam’da
fetih namazı kılma rüyası gören muktedir ve mütekebbirler diyorlardı ki, “Ortadoğu’da değişim dalgasının öncüsü
olacağız, değişim dalgasını yöneteceğiz. Ortadoğu’da bizden habersiz yaprak
kımıldamaz. Bir şey olursa 5 dakikada oradayız.” İslamcı
ve Osmanlıcı kof emperyal rüya, “değişim” dalgasının süpürmesiyle sona erdi,
Erdoğan/Davutoğlu ikilisi Süleyman Şah türbesini de alıp sınıra kendilerini dar
attılar.
Muhalefet partileri CHP ve MHP’nin
tepkileri de demagojik vatanseverlik söyleminden ibaretti. Türkiye Cumhuriyeti
tarihinde ilk kez savaşmadan toprak kaybetti, Süleyman Şah’tan kaçanlar Türkiye’den
de kaçacaklar, Genelkurmay Başkanı Harbiye’de vatan dersinden de kaçmış
olabilir filan… Bu demagojik tepkilere karşılık iktidar sözcülerinin “Türkiye’nin azametini ortaya koyan, gurur
duyulacak bir olay” savunması ise demagoji olarak da bir değer taşımıyor.
Türbe kaçırma harekâtının merkez
medya ve iktidar medyasındaki temsili de siyasetteki temsilinden farklı olmadı.
Operasyon en basit inandırıcılıktan yoksun bir sunumla, dünyanın gıpta ettiği eşsiz
bir zafer olarak propaganda edildi. Arada Başbakan, operasyon sırasında
Genelkurmay Başkanı’nın odasında iki kez namaz kıldığını fısıldama basitliğine
bile tenezzül edebildi.
***
Böylesi basitliklere ilk kez
rastlanmıyor. Türk Silahlı Kuvvetleri, 2007 yılında PKK’nin Kandil kampına hava
harekâtı düzenlediğinde de aynı yorumlar yapılmış, hatta jöleli yandaş sıradan
hava harekâtını İstanbul’un fethiyle kıyaslayarak, “Fatih’in İstanbul’u alması nasıl paradigma kaymasına yol açtıysa, bu
operasyon da cumhuriyetimize yeni bir nefes verdi” diye yazabilmişti.
Söylediğim gibi, böylesi
basitliklere ilk kez rastlanmıyor. Hazin olan bu basitliklerle başı dönen,
sayısı on milyonlarla ifade edilebilecek bir kitlenin varlığı. Böylesi
basitlikleri sorgulamadığı içindir ki, “Zenginimiz
bedel öder, şehidimiz fakirdendir” realitesinin farkına varmıyor, bu
realiteye itiraz etmeyi aklına getirmiyor. Toprağın uğruna ölmekle değil, alın
teri dökmek ve imar etmekle vatan yapılacağı bilincine ulaşacağına dair bir
işaret ise hiç görülmüyor. Duşakabinoğulları kostüm defilesine en vakur
haliyle katılan bir cumhurbaşkanı varken bu olan bitene şaşılmamalıdır.
Her şeye karşın şaşmamak elde
değil. Süleyman Şah’ın ve iki muhafızının kemikleri gerçekten tabuta konup
getirildi mi, yoksa tabutların içi boş muydu, bilinmez. Varsayalım ki, tabutlar
dolu geldi ama tabuttaki ulu kişi Osmanlı hanedanının atası mıdır, o da
bilinmiyor. Varsayalım ki, Osmanlı’nın atasıdır. İyi de, madem Osmanlı’nın
kemikleri bu denli kıymetlidir. Son Osmanlı padişahının naaşı Şam’da gömülüdür.
Osmanlı’yı ecdat bilen Cumhurbaşkanı, Şam diktatörüyle ailecek tatil yapacak
kadar yakınlık kurmuşken, son padişahın naaşını anavatana getirmeyi niye akıl
etmedi acaba?
"Hâkimiyeti terk edip başarı aldık
YanıtlaSilVayvela ile getirdikleri üç sandık
Kimimiz yandı, kimimiz kandık
Ervah ağladı, yağmurdan sandık"
ttp://sairinyeri.blogspot.com.tr/2015/02/sah-idim-mat-oldum.html