2 Mart 2015 Pazartesi

SURİYE’DEN TÜRBE KAÇIRMA OPERASYONU

Aradan on gün geçmesine karşın, Türkiye’nin siyasi sınırları dışında tek toprağını, Suriye’deki Süleyman Şah Türbesi’ni tahliye edip havaya uçurmasının yankıları sürüyor. İktidar medyası “eşsiz zafer” propagandasını köpürtürken; Okyanus ötesinden de Nisan Mayıs aylarında IŞİD’e karşı geniş kapsamlı bir harekâta girişileceği haberleri geliyor, bu harekât öncesinde Türkiye’nin türbeyi boşaltarak elini rahatlattığı yorumları yapılıyor.
Gerekçesi ne olursa olsun, türbenin tahliyesi rasyonel bir adımdır. Belli ki askerlerin aldığı bir karardır. Savunulması mümkün olsa herhalde geri çekilmek yerine savunmayı güçlendirme yoluna giderlerdi. Hatırlanmalı ki, çok değil üç beş ay öncesine kadar “sivil” siyaset, Suriye’de savaşa doğrudan katılmak için türbeyi bahane olarak kullanmayı, bunun için gerekirse MİT elemanlarına düzmece saldırı yaptırmayı bile planlıyordu. Türbenin tahliyesi savaşa aşeren bu planları rafa kaldırması bakımından da olumludur. Elbette, Suriye bataklığına dalmakta kararlıysa iktidar, türbe dışında bir bahane bulmakta da zorlanmaz.
***

Operasyon rasyonel olmakla birlikte, siyaset ve medya düzleminde irrasyonel biçimde yankılandı. Sonuçta taktik intikalden ibaret olmasına karşılık türbe kaçırma harekâtı, bir kez daha iktidarıyla muhalefetiyle sermaye siyasetinin (ve elbette sermaye medyasının da) nasıl bir düşünsel ve ahlakî sefalet içinde olduğunu gösterdi. Harekât görüntüleri, Erdoğan/Davutoğlu ikilisinin Ortadoğu siyasetinde sergiledikleri fiyaskonun da fotoğrafı oldu.
Fiyasko son derece net. Şam’da fetih namazı kılma rüyası gören muktedir ve mütekebbirler diyorlardı ki, “Ortadoğu’da değişim dalgasının öncüsü olacağız, değişim dalgasını yöneteceğiz. Ortadoğu’da bizden habersiz yaprak kımıldamaz. Bir şey olursa 5 dakikada oradayız.” İslamcı ve Osmanlıcı kof emperyal rüya, “değişim” dalgasının süpürmesiyle sona erdi, Erdoğan/Davutoğlu ikilisi Süleyman Şah türbesini de alıp sınıra kendilerini dar attılar.
Muhalefet partileri CHP ve MHP’nin tepkileri de demagojik vatanseverlik söyleminden ibaretti. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez savaşmadan toprak kaybetti, Süleyman Şah’tan kaçanlar Türkiye’den de kaçacaklar, Genelkurmay Başkanı Harbiye’de vatan dersinden de kaçmış olabilir filan… Bu demagojik tepkilere karşılık iktidar sözcülerinin “Türkiye’nin azametini ortaya koyan, gurur duyulacak bir olay” savunması ise demagoji olarak da bir değer taşımıyor.
Türbe kaçırma harekâtının merkez medya ve iktidar medyasındaki temsili de siyasetteki temsilinden farklı olmadı. Operasyon en basit inandırıcılıktan yoksun bir sunumla, dünyanın gıpta ettiği eşsiz bir zafer olarak propaganda edildi. Arada Başbakan, operasyon sırasında Genelkurmay Başkanı’nın odasında iki kez namaz kıldığını fısıldama basitliğine bile tenezzül edebildi.
***

Böylesi basitliklere ilk kez rastlanmıyor. Türk Silahlı Kuvvetleri, 2007 yılında PKK’nin Kandil kampına hava harekâtı düzenlediğinde de aynı yorumlar yapılmış, hatta jöleli yandaş sıradan hava harekâtını İstanbul’un fethiyle kıyaslayarak, “Fatih’in İstanbul’u alması nasıl paradigma kaymasına yol açtıysa, bu operasyon da cumhuriyetimize yeni bir nefes verdi” diye yazabilmişti.
Söylediğim gibi, böylesi basitliklere ilk kez rastlanmıyor. Hazin olan bu basitliklerle başı dönen, sayısı on milyonlarla ifade edilebilecek bir kitlenin varlığı. Böylesi basitlikleri sorgulamadığı içindir ki, “Zenginimiz bedel öder, şehidimiz fakirdendir” realitesinin farkına varmıyor, bu realiteye itiraz etmeyi aklına getirmiyor. Toprağın uğruna ölmekle değil, alın teri dökmek ve imar etmekle vatan yapılacağı bilincine ulaşacağına dair bir işaret ise hiç görülmüyor. Duşakabinoğulları kostüm defilesine en vakur haliyle katılan bir cumhurbaşkanı varken bu olan bitene şaşılmamalıdır.

Her şeye karşın şaşmamak elde değil. Süleyman Şah’ın ve iki muhafızının kemikleri gerçekten tabuta konup getirildi mi, yoksa tabutların içi boş muydu, bilinmez. Varsayalım ki, tabutlar dolu geldi ama tabuttaki ulu kişi Osmanlı hanedanının atası mıdır, o da bilinmiyor. Varsayalım ki, Osmanlı’nın atasıdır. İyi de, madem Osmanlı’nın kemikleri bu denli kıymetlidir. Son Osmanlı padişahının naaşı Şam’da gömülüdür. Osmanlı’yı ecdat bilen Cumhurbaşkanı, Şam diktatörüyle ailecek tatil yapacak kadar yakınlık kurmuşken, son padişahın naaşını anavatana getirmeyi niye akıl etmedi acaba?

1 yorum:

  1. "Hâkimiyeti terk edip başarı aldık
    Vayvela ile getirdikleri üç sandık
    Kimimiz yandı, kimimiz kandık
    Ervah ağladı, yağmurdan sandık"
    ttp://sairinyeri.blogspot.com.tr/2015/02/sah-idim-mat-oldum.html

    YanıtlaSil