Seçimlerin üzerinden bir ay
geçti; ancak Anayasa’ya göre Başbakan’ı ve bakanları atama yetkisine sahip
Tayyip Erdoğan, hükümet kuruluşu için hiç de acele etmedi, etmiyor. Kendisi de
saklamıyor ki, niyeti hükümet kurdurmak değil, kurdurmayıp TBMM’yi feshederek
tekrar seçime gitmek. Zira öyle ya da böyle bir hükümet kurulursa, TBMM
çalışmaya başlayacak ve ucu kendisine dokunacak soruşturma dosyaları açılacak.
Tekrar seçimde partisi çoğunluğu sağlarsa bu soruşturmalar açılmayacak, kendisi
de eskisi gibi fiili başkanlığını sürdürme şansı bulabilecek…
Seçimi tekrarlamanın kendisini
kurtarmaya yetmeyebileceğini, bu durumda nasıl bir yol izlemesi gerektiğini
Erdoğan da biliyor. Tarihsel deneyimlerin ışığında Erdoğan da biliyor ki, diktatörler
yitirmek üzere oldukları iktidarlarını sürdürmek için dış maceraya girişirler. Erdoğan
da bu bilinçle, ipleri elinden kaçırmamak için becerebilirse orduyu Suriye’ye
sokmaya çalışıyor. Bu hevesle, istifa etmiş yetkisi kalmamış hükümetle toplantı
üstüne toplantı yapıyor; bedeli ne olursa olsun Suriye’nin kuzeyinde devlet
oluşumuna izin vermeyeceğini bağırıyor.
***
Erdoğan’ın “Suriye'nin kuzeyinde bir devlet kurulmasına asla müsaade etmeyeceğiz”
çıkışının ardından Türk ordusunun Suriye’ye gönderilmesi senaryoları daha bir
ciddiyetle tartışılıyor. Kanalizasyon medyasının ekranlarında ve sayfalarında
tartışıldığına göre, Suriye’de Cerablus ve Mare arasındaki 90 kilometre
genişliğinde 30 kilometre derinliğindeki bölge işgal edilecek. Bu amaçla, TSK’ye
yazılı emir verildi; Karkamış ve Öncüpınarı civarında 50 bini aşkın asker
konuşlandırıldı. İşgal harekâtını uygulayacak generaller bu hafta Genelkurmay
karargâhında toplanarak durum muhakemesi yapacaklar…
Görünen o ki, Erdoğan’ın
Suriye’ye asker gönderme planı iç kamuoyuna ‘Kürt devletini önleme harekâtı’, dış kamuoyuna ‘IŞİD’le mücadele’ ambalajıyla
sunulacak. Açıkçası, halen IŞİD denetimindeki bölgeye girmenin bir amacı, IŞİD
karşısında tutunamayan (Suudi Arabistan ve Katar destekli) Fetih Ordusu, Ahrar’uş
Şam İslami Hareketi, Suriye İslam Cephesi ve Özgür Suriye Ordusu adlı çetelere
can simidi uzatmak. Diğer bir amacı da Kürt örgütü PYD’nin IŞİD’i yenilgiye
uğratarak Rojava’nın bütünlüğünü sağlamasını önlemek.
***
Derin stratejik taktik
analizlerin ötesinde, Suriye’ye asker sokmak, oradaki vahşi savaşı Türkiye’ye
taşımak demektir. Savaş Türkiye sınırları içinde daha düşük yoğunluklu da cereyan
etse, olan emekçilere olur. Yoksul halk çocuklarının, gencecik insanların
tabutları yan yana dizilir, zaten kullanılması fedakârlık gerektiren temel
hak ve özgürlüklerin üzerine milli birlik beraberlik şalı serilir. Kürtlerle
olan nihai köprüler de dinamitlenmiş olur.
Ordu’nun Suriye’ye sokulması, hem
yürürlükteki Anayasa’ya göre hem de uluslararası hukuka göre suçtur aynı
zamanda. Türk Silahlı Kuvvetleri’ne verildiği söylenen yazılı emir, geçen yıl
TBMM’den geçirilen tezkereye ve Anayasanın 92’nci maddesine dayandırılıyor. O
madde “Milletlerarası hukukun meşru
saydığı hallerde savaş hali ilânı ve Türk Silahlı Kuvvetlerini yabancı ülkelere
gönderme” yetkisini TBMM’ye veriyor. TBMM tatildeyken bu yetkiyi Cumhurbaşkanı
kullanabilir.
Öte yandan Anayasa’nın atıf
yaptığı uluslararası hukuk, ancak meşru savunma durumunda ve Birleşmiş
Milletler antlaşmasına göre de Güvenlik Konseyi karar alırsa, sınır ötesi
harekâta izin veriyor. Oysa ne Türkiye’ye bir saldırı var ne de BM Güvenlik
Konseyi Suriye’ye yönelik bir askeri harekât kararı almış. Bu durumda “IŞİD’le
mücadele için güvenli bölge yaratacağım” gerekçesiyle Suriye’ye asker göndermek, düpedüz işgal sayılır. Bu
ise Türkiye’yi içinden kolayca sıyrılamayacağı askeri, diplomatik ve ekonomik
kaosa sürükler. Sonuçta kaosun tüm faturası her zaman olduğu gibi emekçilere
havale edilir.
***
Erdoğan’ın kişisel iktidarını
sürdürebilmek için Türkiye’ye biçmeye çalıştığı bu senaryoya mahkûm değiliz
elbette. Bu senaryoya mahkûm olmadığımızı Erdoğan da biliyor. Buna karşın
Erdoğan, yetkisi kalmamış bir hükümet eliyle bu senaryoyu sahnelemeye
çalışıyor.
Çünkü Erdoğan da farkında ki, kapitalist
emperyalizmin diktatörlerle ensest ilişkisi defalarca tanık olunmuş tarihsel
bir realitedir. Kendi çıkarına hizmet ettiği sürece diktatör ülkesinin sevgili
lideridir, demokrasi ve insan hakları savunucusudur, bölgesinde barış ve
istikrarın mimarıdır. Bu yüzden ödüllere boğulur, paçadan akan sonradan
görmeliğe karşın uluslararası medyada romantize edilir. Kontrolden çıktığında
ise önce medya eliyle şeytanlaştırılır; ardından etrafındaki bir diktatör
adayının iç darbesiyle, olmazsa iç isyanlarla, daha da olmazsa açık işgalle
hakkından gelinir.
Kapitalist emperyalizm aynı
yöntemle bugün de Suriye diktatörünün hakkından gelmeye çalışıyor. Suriye halkı
dört yıldır kendi diktatörüyle ABD öncülüğündeki emperyalist blokun örgütlediği
katiller sürüsü arasındaki kanlı savaşın acısını çekiyor. Radikal İslamcı
katiller sürüsü, bölgenin ABD yandaşı teokratik diktatörlükleri Suudi Arabistan
ve Katar ile Türkiye tarafından doğrudan destekleniyor. Keyfi iktidarını
içeride cepheleşmeye dayandıran Recep Tayyip Erdoğan da “Suriye iç meselemizdir” diyerek, Suriye’de sahnelenen kanlı
senaryoyu sahiplendi. Ardından, “İnşallah
en kısa zamanda Şam’a gidecek, Emevi Camii’nde namazımızı kılacağız” hayali
kurdu. Ne ki bir zamanlar ailecek birlikte tatil yaptığı “kardeş” diktatör hayli dayanıklı çıktı. Suriye diktatörünün direnci
karşısında kaosun baş mimarı ABD bile Suriye’deki vahşi savaşa artık mesafeli
duruyor, Avrupa ülkeleri kuru sözlerle yetiniyorlar. Buna karşılık Tayyip
Erdoğan “Suriye'nin kuzeyinde bir devlet
kurulmasına asla müsaade etmeyeceğiz” diyerek, içeride yitirmekte olduğu
iktidarını dış macerayla sürdürmenin yollarını arıyor.
***
Şurası
kesin ki, Batılı müttefiklerin Suriye’de silah zoruyla rejimi değiştireceği
beklentisine dayalı Ortadoğu ve Suriye politikası iflas etti. Tayyip Erdoğan
ne yaparsa yapsın, 7 Haziran’da seçim sandığına suya gömülen başkanlık hayalini
Suriye bataklığında canlandıramayacak, Türk Silahlı Kuvveleri’ni ikna etse bile
Türkiye insanlarını Suriye’yi işgal suçuna ortak edemeyecek.
İster bugünkü parlamento
tablosunda isterse tekrar seçimle oluşacak parlamento konjonktüründe, Türkiye’nin
Tayyip Erdoğan’ı acilen sahneden indirmesi, etnik ve dinsel mezhepsel ayrımcı
dış politikasını terk edip Suriye’den elini çekmesi, kendi içinde politikasını
değiştirerek eşit yurttaşlık temelinde iç barışını kurması ertelenemez ihtiyaç
haline gelmiştir.
Her şey bir yana, “İçeride dışarıda savaşa hayır” diye haykırma
zamanıdır.
Tayyip Erdoğan çok zor durumda. AKP siz koalisyon olabilseydi zaten sonu gelecekti. AKP li koalisyon da zor görünüyor hep Erdoğan yüzünden. Herhalde en sıkıntılı günleri. Sıkışan canlının ne yapacağı belli olmaz. Can havliyle savaşa sürüklemesi işten değil. Hükümet kurma ve meclisi toplamayı geciktirmeleri de hep Yezidin işi.
YanıtlaSil