Ne günahlar işlemiş olmalıyız ki,
ülkemiz toprakları bir kez daha kan ve göz yaşıyla ıslanıyor, insanlığımız her
gün bir parça daha eksiliyor. Sadece ülkemizde değil, bulunduğumuz bölge
coğrafyasında da ölüm kol geziyor, insanlık yerde sürünüyor.
Ne acı bir kaderdir ki, insanlığı bitiren müstebitler her devirde kendilerini alkışlayacak, cinayetlerine ortak olacak köle yaradılışlı milyonlarca mahlukatı yanlarında bulabiliyorlar.
Ne acı bir kaderdir ki, insanlığı bitiren müstebitler her devirde kendilerini alkışlayacak, cinayetlerine ortak olacak köle yaradılışlı milyonlarca mahlukatı yanlarında bulabiliyorlar.
O müstebit de “alnı secdeli demokrat” makyajı henüz
tam akmamışken, “Sesin çok yüksek çıkıyor. Suçluluk psikolojisinin gereğidir. Siz
öldürmeyi çok iyi bilirsiniz. Plajlardaki çocukları nasıl öldürdüğünüzü çok iyi
biliyorum” diyerek İsrail
liderini azarlayınca, idrak yoksulu kölelerince bir kere daha tanrı
mertebesine yüceltilmişti. Tanrı ile bir tutulmak hoşuna gitmiş, itiraz
etmemişti. Hâlâ da itiraz etmiyor.
İsrail liderini böylesine
azarlaması, eşine az rastlanır ikiyüzlülük örneğiydi. Nitekim, azarladığı
İsrail liderlerinden, kırmızı halı serip karşıladığı soykırımcı Sudanlı
katilden farklı olmadığının anlaşılması için uzun zaman geçmesi gerekmedi. Başında
olduğu devlet, besleyip silahlandırıp Suriye’ye saldırttığı katillerden kaçan
çocukların bebeklerin cesetlerini plajlarda toplamaya başladı.
***
Başında olduğu devlet, öldürmekle
kalmıyor, cesedini panzere bağlayıp sürüklüyor; öldürdüğü kadının çıplak bedeni
etrafında zafer fotoğrafı çekiyor; Gezi direnişinde öldürdüğü gençlerin
katillerine kol kanat geriyor; böylece devletliğini kanıtlıyor...
Öldürmek, çalmanın kardeşidir. O’nun
öldürmeyi iyi bilen devleti de çalma kardeşliğinden geri kalmıyor; evlerde
istiflenen yolsuzluk hırsızlık paralarını mahkemelerden kaçırıyor.
Ve elbette “suçluluk psikolojisinin gereği” sesi çok yüksek çıkıyor; kendisinden
başka kimsenin konuşmasına tahammül edemiyor.
Her şeye karşın konuşanın karşısına ortalama bir Kasımpaşalı gibi de
çıkamıyor. Kasımpaşalılığı kof kabadayılıktan ibaret, konuşanın karşısına kendisi
çıkmak yerine devleti çıkarıyor. Elinde tuttuğu devlet gücüyle Soma’da acılı
madenciyi “İsrail dölü” diyerek
tokatlıyor. Liseli çocuktan bile korkuyor, hapse attırıyor. En sade eleştiriye
Ceza Yasası’nın ilgili maddesiyle karşılık veriyor. Daha da olmazsa, sokak
terörüyle susturmaya çalışıyor.
Adaletsiz bir seçim kampanyasıyla
kendisini Cumhurbaşkanı seçtirmiş ama cumhurbaşkanı gibi davranamıyor. Entelektüel
ve beşeri sermayesi cumhurbaşkanı gibi davranmasına yetmiyor. Taç giyen baş
akıllanır diye bilinir ama onca yıldır taç taşısa da akıllanmıyor.
Eğitimi de zayıf. Üniversite
bitirdiğini söylüyor, ne hikmetse ortak anı anlatacak bir tek fakülte arkadaşı
çıkmıyor. Ne hikmetse bir asker arkadaşı da çıkmıyor. Bitirdiğini söylediği
üniversite, mezuniyet tarihinden sonra kurulmuş.
Eğitimi yetersiz, entelektüel
donanımı zayıf; öyle olunca O da eksiğini bağırıp çağırarak, korkutarak,
Müslüman kimliğini maske edinerek tamamlamaya çalışıyor. Allah adını dilinden
düşürmüyor ama konuşmalarında Allah adı noktalama işareti olma ötesinde bir
değer taşımıyor.
Sesi çok yüksek çıkıyor, bağırıyor,
çünkü korkuyor. Korktuğunu belli etmemek için kendisi korkutuyor. Boyun damarlarını
şişirerek bağırırken, kin ve nefret yüklü bakışlarıyla korku salıyor.
Bağırıp çağırırken merhamet fukaralığını
da ele veriyor. Çocuğunu toprağa vermiş acılı anneyi meydanlarda
yuhalatabiliyor. Bölmediği, aralarına nifak sokmadığı bir “şehit” aileleri
kalmıştı. Karakterli karaktersiz diyerek şehit yakınlarını da bölmeyi başardı.
Sadece merhamet ve adalet
fukarası değil, tutarlılık fukarası aynı zamanda. Samimiyetle yürütmediği, seçim
kazanmak uğruna istismar ettiği için çözüm süreci politikası iflas etti. İflasın
ardından ölüme gönderdiği gençlerin tabutları başında “Şehit oldular, ne mutlu
onların ailelerine” diyebildi. Böyle konuşurken, aynı mutluluğu kendi
ailesinden esirgediğini, bir çocuğunu çürük raporuyla askerden kaçırdığını,
diğer mahdumunu İtalya’ya uçurduğunu aklına bile getirmedi.
Merhamet ve tutarlılık fukarası
olduğu kadar ana dil fukarası. Elinde veya önünde yazılı metin olmadığında,
konuşmayı yeni söken çocuktan farkı kalmıyor. Başladığı cümleyi bitiremiyor,
konudan konuya atlıyor, saçmalıyor. Zihni karışık, düzgün cümle kuramayan çocuk
masum ve sevimlidir ama altmışını devirmiş müstebit öyle değil. “Ben şehide sırtımı çevirecek kadar şerefsiz
değilim” derken, şerefini tartışılır hale getirdiğinin bile farkında varmıyor.
***
Bu topraklarda ne günahlar
işlendi ki, merhamet, adalet, bilgi görgü fukarası kof kabadayılar hayatımızda
hiç eksik olmadılar, ellerine geçirdikleri devlet gücüyle mahvettiler
hayatımızı.
Otuz beş yıl önce de böyle biri
vardı devletin başında. Öldürmeyi, işkence etmeyi iyi biliyordu. Zaten öldürmek
üzere eğitilmişti. Öldürmeyi iyi bilen her faşist lider gibi o da meydanları
zapt ediyor, bağırıyor, sadece kendisi konuşuyordu. Sadece kendisi konuşurken
entelektüel ve insani donanım fukaralığı paçalarından akıyordu. “İşkence resmi politikamız değildir” derken
aklınca, kimsenin aklına gelmeyecek üstün zekâ eseri bir cümle kurduğunu, siyasi
hokkabazlık yaptığını sanıyordu. İdamları eleştiren demokratik ülke liderlerine
“Niye idam ettiğimizi soruyorlar. Biz
onlara soruyor muyuz, sizde niye idam yok? Asmayıp da besleyelim mi?” diye
karşılık vermesi de aynı zihni sefaletin eseriydi.
Bu topraklarda ne günahlar işlendi ki, kof kabadayılar
hayatımızda hiç eksik olmadılar! Kırk yıl önce de elli yıl önce de altmış yıl
önce de varlardı. Bugün de var. Devleti maymun etmiş, her şeye o karar veriyor,
sadece o konuşuyor. Otuz beş yıl önceki atası gibi şimdikinin donanımı da
eğitimin ilk basamağındaki ilk mektep çocuğunun donanımından ileri değil. Bütün
kof kabadayılar gibi ancak küresel semtin gerçek kabadayısı yanındayken cesur
olabiliyor. Ortada bırakıldığında veya kendisinden daha güçlü olanla
karşılaşınca süklüm püklüm oluyor, zırvalıyor, yalvarıyor...
Yolun sonuna geldiğini, ülkeyi
eskisi gibi yönetemeyeceğini kendisi de biliyor. Emperyalist kovboya at
uşaklığı ederek, Şam’da zafer namazı kılma, böylece iktidarını uzatma rüyası
görüyordu. Zorbalar zorbası Kovboy bile güvenilmez bulup ortada bıraktı, rüyası
kâbusa dönüştü. Daldığı rüyadan bu kez Rus uçaklarının bombalarıyla uyandı.
Ortada bırakılmışlığın şaşkınlığıyla “Rusya’nın
Suriye’ye sınırı yok, Suriye’yle niye bu kadar ilgileniyor, anlamıyorum”
diye anlamsız sözler ediyor... Her kof kabadayının yaptığı gibi küresel köyün
gerçek kabadayılarını yardıma çağırıyor.
Memleket bu kof kabadayıya da
kalmayacak. Kalmayacak, O da tarihin çöp sepetine atılacak. Toprak kabul
ederse, O’nun da gözlerine böcekler doluşacak da, bugün kendisini alkışlayan
yarın aynı familyadan başka birini alkışlayacak kalabalıkları ne yapacağız?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder