“Sosyalizmin son kalesi” Küba’da
gördüklerimizi, izlenimlerimizi dizi yazı olarak paylaşacağımızı söylemiştik.
Genel bir değerlendirmeyi dizinin son yazısında yapacağız.
Türkiye’den Küba’ya doğrudan uçuş
yok. İspanya, Fransa, Hollanda, Almanya, İtalya, Kanada, Rusya, Güney Amerika
ülkeleri üzerinden aktarmalı olarak gidilebiliyor. ADAM-DER topluluğu olarak,
Air Canada ile Toronto üzerinden gitmeyi tercih ettik.
Kanada devleti transit vize için
bile olağanüstü sıkı davranıyor. Gelir durumu, banka hesabı, tapu ve araç
ruhsatı, genel bildirim formu şart. Her şey tamam olsa bile ret yanıtı
verebiliyor. Aynı evraklarla tekrar başvuruda ise, hiçbir değişiklik olmadığı
halde kabul diyebiliyor.
Atatürk hava limanında yolculuğun
başlangıç saati sabah 11.15. Kanada’ya uçuş için hava limanının genel güvenlik
ve pasaport denetimi yeterli olmuyor. Ayrıca Air Canada’nın anlaştığı güvenlik
şirketinin sıkı aramasından geçmek şart. Toronto’ya yolculuk 10 saati aşıyor.
Air Canada’nın mutfağı THY’nin mutfağıyla yarışacak derecede cömert ve lezzetli
bir menüye sahip.
Toronto ile İstanbul arasında 7
saatlik zaman farkı var. Toronto’da dört saat bekledikten sonra yerel saatle
18.00’de Havana’nın yolunu tutuyoruz. Havana yolculuğu sırasında şaşırtıcı
sıklıkta hava boşluklarına rastlıyoruz. Pilotlar sık sık anons yapıp endişe
edecek bir durum olmadığını söylüyorlar. İniş saati yaklaştığında hostesler Küba
için vize başvuru formu ile genel bildirim formu dağıtıyorlar. Küba vizesi hava
limanında alınabiliyor. Yeşil pasaporta vize gerekmiyor.
Üç buçuk saat süren yolculuğun
ardından yerel saatle 21.30 gibi Havana hava limanındayız. Ambargo nedeniyle
derme çatma bir hava limanı tahayyül etmişken, modern bir hava limanıyla
karşılaşıyoruz. Pasaport kontrolünden geçtikten sonra çıkışa yöneliyoruz.
Küba’nın nemli havasını soluyoruz ve rehberimiz Sara ile buluşuyoruz.
***
İKİ AYRI KÜBA
Küba’da harcama yapabilmek için
döviz bozdurmak gerekiyor. Cadeca denilen döviz bürosu önünde kuyruğa
giriyoruz, pasaportu ve dövizi teslim ediyoruz; daha ilk adımda iki ayrı Küba
gerçeğiye karşılaşıyoruz. Bozduracağımız Euro karşılığında Küba’nın ulusal
parası CUP (peso) değil, CUC (Kuk) adlı farklı bir para veriliyor. CUP’un döviz
olarak değeri yok, sadece Küba’da geçerli. CUC ise konvertibl, yani
uluslararası piyasada geçerli, aşağı yukarı 1 dolara eşit ve CUP’un 24 katı.
Türkiyeli rehberimiz Yiğit Günay’ın dediğine göre, ikili para sistemi Sosyalist
Blok’un dağılması ve Küba’ya desteğinin kesilmesi üzerine Küba ekonomisini
krize sokan ve karaborsa yaratan dolarizasyona karşı zorunluluktan
kaynaklanmış; 1994 yılında yürürlüğe girmiş, turisti kazıklama amacı taşımıyor.
Hatta, Küba Komünist Partisi'nin 1997’deki kongresinde "ikili para
sisteminin ilk fırsatta ortadan kaldırılması" kararlaştırılmış.
Anlaşılan o ki, ekonomi Küba Komünist Partisi’ni dinlemiyor. Aradan 20
yıl geçmiş ikili para sistemi daha da kökleşmiş. Dolara endeksli paralel
ekonomi CUC üzerinden yasallaşmış. Zaten realitede CUP’u Kübalılar, CUC’u ise
turistler kullanıyor; bu da turistlerin Küba’da 24 kat daha pahalı yaşamak
zorunda oldukları anlamına geliyor. Elbette turistin alnında turist olduğu
yazmıyor ama pasaportta yazıyor. Döviz bozdururken, otelde veya casa particular
denilen pansiyon evlerde kayıt yaptırırken pasaport ibrazı şart. Ücreti CUC ile
belirlenmiş mavi renkli pansiyonlar turistler için. Ücreti CUP ile belirlenmiş
kırmızı renkli pansiyonlar Küba yurttaşları için. Arada 24 kat fark var.
Dövizimizi bozdurduktan sonra
Küba devletinin turizm şirketi transgovita’nın otobüsüne biniyoruz. Otobüs son
derece modern. Klimasıyla biraz rahatlıyoruz. Sürücü Eduardo işinin ehli
gözüküyor. Yarım saat sonra Havana’dayız. Akşam karanlığında Devrim
Meydanı’ndan geçerken Küba devriminin önderleri Camilo ve Che’nin kamu
binalarındaki ışıklı silüetlerini selamlıyoruz.
Hotel Plaza’ya yerleşiyoruz. Dışardan
bakıldığında klasik mimariyle inşa edilmiş, tarihi eser sayılabilecek bir
görünümü var. Devlete ait bir otel. Personeli devlet işçisi yani. Giriş
kapısının üstünde dört yıldız işareti göze çarpıyor. Konaklama ücreti 70
dolardan başlıyor. Odalara çıktığımızda anlıyoruz ki, tek yıldız bile çok;
aslında otel denilebilecek bir konfora sahip değil. Rehberlerimize durumu
iletiyoruz. 1 Mayıs dolayısıyla şehir merkezindeki otellerde yer
bulunamadığından Hotel Plaza’ya mecbur kalındığını söylüyorlar... Yolum bir
daha Küba’ya düşer de benzer bir otele yerleştirilirsem kesinlikle hadise
çıkartırım!
***
HAVANA’NIN KEŞFİ
Her şeye karşın rahat bir uyku. Alışkanlık
değişmiyor. Sabah yürüyüşü için saat 06.30 gibi otelden çıkıyorum. Güneşin
doğmasına yarım saat var. Her yolculukta yaptığım gibi, anarşizan bir tavırla,
yani başıboş şekilde şehrin cadde ve sokaklarını arşınlıyorum. Capitol’ün
bulunduğu meydandan geçip içerilere uzanıyorum. Güneşin doğuşuyla birlikte
cadde ve sokaklar hareketleniyor. Büfe tipi küçük dükkânlarda pizza ve hamur
işi diğer yiyeceklerle ayaküstü kahvaltı edenler görülüyor. Duraklarda işe
gitmek için bekleşen Kübalılar kalabalıklaşıyor. Toplu taşım araçları salkım
saçak değil. Beş yıl önceye kadar hakikaten salkım saçak gidermiş otobüsler.
Otobüslerin yanı sıra taksiler
var. Üç tekerlekli bisikletten bozma bicitaksi (İki kişilik ve sürücünün ayak
gücüyle gidiyor), motosikletten bozma cocotaksi ve otomobil taksiler. Otomobil
taksilerin çoğunluğu devrim öncesinden kalma Amerikan arabaları. Hepsi de gıcır
gıcır. Fotoğraftaki otomobilin sağ gönderinde Küba sol gönderinde Amerikan bayrağı dikkati çekiyor. Gerek Amerikan arabalarının bolluğu gerekse binaların mimarisi,
Havana’nın İspanyol şehirleriyle ABD şehirlerinin (özellikle Washington’un)
karışımı bir kent olduğu izlenimi uyandırıyor. Eski Havana’da modern bina
çok az. Zaman durmuş sanki. Havana adeta devrim öncesinden, hatta 19’uncu
yüzyıldan kalma bir kent.
Konutların açık kapıları, içerde
eşya azlığını ele veriyor. Resmi binaların ve konutların çok ciddi bakım ve
onarıma muhtaç durumu, havanın aydınlanmasıyla birlikte daha çarpıcı şekilde
fark ediliyor. Altmış yıl önceden kalma Amerikan arabalarını ambargoya rağmen
canlı tutan bir ekonomi, konutların ve binaların onarımını nasıl gerçekleştiremiyor?
Şaşırmamak elde değil.
Çevre temizliği bakımından Havana’nın Türkiye
kentlerinden hiçbir farkı yok. Parklar, kaldırımlar çöplük gibi. Sabah’ın ilk
ışıklarıyla birlikte temizlik işçileri geceden kalma atıkları toplamaya
çalışıyorlar.
Güneş iyice yükseldi. Kahvaltı
saati geldi. Otel konforuna sahip olmayan Hotel Plaza’nın kahvaltısı fena
değil. Kahvaltının ardından bu kez rehberlerimizle birlikte Havana’yı keşfe
çıkacağız. İlk durak elbette Devrim Müzesi ve Granma Memorial. Ardından Gandhi,
Mustafa Kemal Atatürk ve Küba devletinin önem verdiği diğer tarihi kişilerin
anıtlarını göreceğiz.
Devamını merakla bekliyorum...
YanıtlaSilDevamını merakla bekliyorum...
YanıtlaSilBen de bekliyorum. Bu kadar uzun ve aktarmalı yolu göze alamam . bari Rahmi yorumuyla yaşamaya çalışalım. Teşekkürler..
YanıtlaSil