Toprağı bol olsun, Georgi
Dimitrov faşizmi “finans kapitalin en gerici, en şovenist, en emperyalist unsurlarının
açık terörcü diktatörlüğü” olarak tanımlamıştı.
Siyaset biliminde faşizmin
karakteristik özellikleri olarak düşmanlaştırma, ulusal güvenlik takıntısı, sermaye
korunurken emek güçlerinin baskı altına alınması, cinsel ayrımcılığın şahlanması,
aydınların ve sanatın küçümsenmesi gibi pratiklerin yanı sıra medyanın
denetimi, hileli seçimler ve din ile yönetimin bütünleşmesi de vurgulanır.
20’nci yüzyılın faşist rejimleri
incelenerek yapılan bu tanımlamalar Türkiye’de AKP iktidarınca da doğrulanıyor.
AKP, ülkeyi barışçıl yollardan yönetemediği son dört beş yılda faşist
karakterini saklayamaz hale geldi. Toplumsal muhalefet yükseldikçe AKP’nin
faşizmi de koyulaşıyor. Son referandum süreci de AKP faşizmini olanca
çirkinliğiyle gözler önüne seriyor.
Tek adam diktatörlüğü için
dayatılan referandum, önceki referandum ve seçimlerden nispeten farklı bir
süreç olarak gelişiyor. Seçmen listeleri ne kadar sağlıklı, bilinmiyor. 7
Haziran ve 1 Kasım 2015 seçimleri arasında geçen beş ayda seçmen sayısı 2
milyon artmıştı. Aradan on beş ay geçti, 16 Nisan referandumu için seçmen
sayısı 2 milyon artmış.
Kentleri yakılıp yıkıldığı için
göç etmek zorunda kalan yüz binlerce insan oy kullanabilecek mi, bilinmiyor. Sayısı
100’ün üzerinde özel güvenlik bölgelerinde nasıl oy kullanılacak, kullanılan
oylar nasıl sayılacak, o da belirsiz.
Öte yandan iktidar partisi, önceki
seçim ve referandumları da geride bırakacak derecede siyasi ahlaka tümüyle
aykırı bir kampanya yürütüyor. Başta Cumhurbaşkanı sıfatını taşıyan zat olmak
üzere, iktidar partisi sözcüleri devletin her türlü olanağını propaganda için
kullanıyorlar. Daha alt düzeydeki kamu görevlileri iktidar partisinin militanı
gibi propaganda çalışmalarına katılıyorlar. Öyle ki, ana muhalefet partisinin
başını isteyecek kadar gözlerini karartmışlar.
Yetmiyor, hayır kampanyasını
devlet terörüyle engelliyorlar, muhalif milletvekillerini hapse atıyorlar; ondan
sonra da topraklarında propagandaya izin vermeyen yabancı ülkeleri nazi veya
faşist olmakla suçluyorlar.
Yetmiyor, bir elin beş parmağını
bulmayacak sayıda gazeteler dışındaki tüm medyayı kendi propagandaları için
kullanıyorlar, muhalif medya mecralarını kapatıyorlar.
Yetmiyor, açıkça iç savaşla
kaosla tehdit ediyorlar; “hayır” diyecek olanların terörist olduklarını,
Çanakkale’de yenilenlerin torunları olduklarını söyleyecek kadar
iğrençleşiyorlar.
Yine de yetmiyor, yalanın
demagojinin din istismarının en iğrenç örneklerini sergiliyorlar. Reisleri için
“Allah’ın bütün vasıflarını üzerinde
taşıyan lider, O’na dokunmak bile ibadettir” diyerek şirke batıyorlar; daha
mütevazı olanları “Allah’ın elçisi”
diyorlar, peygambere saygı için okunan salavatı reise uyarlıyorlar. Referandumdan
evet çıkacağına ilişkin ayet ve hadisler bulunduğunu söyleyecek kadar
alçalabiliyorlar. “Bakara makara”
diyerek Kur’an ile dalga geçen hırsıza bile sahip çıkıyorlar. Bu kadar alçaldıktan,
günaha battıktan sonra, tek adam yetkilerinin nasıl yoldan çıkarıcı olabileceğini
anlatmaya çalışırken peygamberden örnek veren muhalefet sözcüsüne sırtlanlar
gibi saldırıyorlar...
***
DİNİ SİYASETE ALET ETMENİN DAYANILMAZ AHLAKSIZLIĞI
İşte Deniz Baykal’ın başına
gelenler. Baykal dedi ki, “Beşer şaşar.
Bu kadar yetkiyi peygambere verseniz,
peygamberi bozar.”
Sen misin böyle diyen! Kendi
mahallelerinde onca din istismarı yapılırken alkışlayanlar, onca günaha ortak
olanlar Baykal’a demediklerini bırakmıyorlar.
Bıyık güzeli Adalet Bakanı BB “Cahilliğin dışavurumundan başka bir şey
değil” dedi.
Şehircilik Bakanı MÖ “Sapık, ne dediğini bilmiyor” diye
konuştu.
İçişleri Bakanı SS, “Ayıptır, kutsallarımıza, kutsallarımız
üzerinden değerlendirmelere girmemeliyiz, bu yanlıştır” diyerek çullandı.
İktidar partisinden ve hükümetten
Baykal’a çullanmayan kalmadı gibi. En ilginç saldırı ise Başbakan
Yardımcısı’ndan geldi. Peygamber üzerinden benzetmeyi doğru bulmadığını,
referandum kampanyasına Peygamber’i karıştırmanın vicdansızlık olduğunu söyledi
Numan Kurtulmuş: “Bu doğrudan doğruya
dinin siyasete alet edilmesidir” diye üste çıktı. Çok daha ilginci, “Bizim peygamber inancımızın aslı,
peygamberlerin masumiyetidir, günahsızlığıdır. Peygamber şaşmaz. Peygamberlerin
hiçbirisi şaşmaz.” diyerek kendince ilahiyat dersi verdi.
Hani nasıl derler, “profesör olmuş ama...”
Amadan sonrasını olmuş mu olmamış
mı önemli değil de, Prof. Dr. Numan Kurtulmuş’un ahlaki ve siyasi tutarlılığı bu
kadar işte. Recep Tayyip Erdoğan’a onca ağır sözler söyledikten sonra gidip
biat edince, ahlaki ve siyasi tutarlılığını sıfırlamıştı. Meğer, ilahiyat
bilgisi zaten sıfırmış.
***
PEYGAMBERLER GÜNAH İŞLER Mİ?
Prof. Dr. Numan Kurtulmuş olmak
için zaten ilahiyat bilgisinin sıfır olması gerekiyor. Ünlü özdeyiştir: Kutsal kitabı okuyup anlayan ateist, okuyup
anlamayan dindar olur, ne okuyan ne de anlayan ise yobaz...
Akademik unvanına bakarak Numan
Kurtulmuş’un ateist olduğunu sanmak abesle iştigaldir. Takva ehli dindar veya
yobaz mıdır, en iyi bilecek olan Allah’tır! Bu anda üzerinde durulması gereken,
peygamberlerin masumiyetine ilişkin söylediklerinin gerçek olup olmadığıdır.
Başka bir ifadeyle “Peygamberler masum mudur, hiç günah
işlemediler mi?”
Günah demek, “Tanrı
buyruklarına karşı olan, dince suç sayılan amel ya da davranış” demek. Örneğin, kul hakkı yemek günahtır.
En büyük 72 günahın ilki Allah’a şirk koşmaktır.
Günah böyle tanımlandığına göre, semavi dinlerde insanlığın atası kabul
edilen Adem peygamber ve eşi Havva, niçin cennetten kovuldular? Tanrı buyruğuna
karşı Adem ile Havva ne yapmışlardı da insanlık hâlâ bu ilk günahın cezasını
çekiyor?
İnsanlığın ikinci atası sayılan
Nuh peygamber ne yaptı da kendinden geçti, şuurunu yitirdi? Şuurunu
yitirdiğinde küçük oğlu, babası Nuh peygambere ne yaptı?
Lut peygamberin kendisini
sakınamadığı amelleri yazmaya konuşmaya kim cesaret edebilir?
İbrahim peygamberin karısıyla
akrabalık derecesi neydi?
Ya Davud peygamber? Kur’ân-ı
Kerîm’de anlatılıyor. Sâd suresinde anlatıldığına göre, Allah Muhammed’e
Davud’u hatırlatıyor. Dağlar taşlar kuşlar Davud’un emrine verilmiş, mülkü
artırılmış. Derken, iki kardeş Davud’a geliyor. Biri, diğerinin doksan dokuz koyunu olduğunu ve kendisinin
tek koyununa göz diktiğini anlatıyor, Davud’dan adaletle hüküm vermesini
istiyor. Davud, doksan dokuz koyun sahibinin tek koyuna göz dikmesinin
haksızlık olduğunu söylüyor. Bunu söyler söylemez de Allah’tan af diliyor. Allah
da Davud’u bağışlıyor, yeryüzüne halife yaptığını bildiriyor...
Kur’an’da bu kadar anlatılıyor. Peki Kur’an’da ayrıntısı verilmeyen bu
olay nedir ki, Davud af diliyor? Eski Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Süleyman
Ateş’in tefsirine göre, Davud peygamberin af dilediği olay, Kitabı Mukaddes’in
II. Samuel, bab:12’de anlatılan zina olayıdır; peygamberler hakkında kuşku
uyanmaması için bu zina olayı Kur’an’da ayrıntısıyla anlatılmamıştır.
Prof. Dr. Süleyman Ateş bu
kadarla yetiniyor. Ayrıntısına girmeden aktarmak gerekirse, onca dünya nimeti
bahşedilen Davud peygamber, evinin çatısında dolaşırken, ordusunun
generallerinden Uriya’nın karısı Betşeba'yı bahçesinde banyo yaparken görür.
Kadını arzulayan Davud, Uriya’nın savaşta ön saflarda yer almasını emreder, Uriya
savaşta ölür; Davud da Betşeba’yı haremine katar...
Buna benzer şekilde Kur’ân-ı Kerîm’de ayrıntısına girilmeden ima edilen,
Kitabı Mukaddes’te ayrıntısıyla anlatılan nice amel, daha doğrusu günah vardır.
Peki Kur’ân’ın vahyedildiği Hz. Muhammed, günah işlemiş olabilir mi?
Yanıtı Kur’ân-ı Kerim’de. Örneğin, Mü’min 55’te Allah, Muhammed’e şöyle hitap ediyor:
“Ey Muhammed! Sabret. Allah’ın
va’di şüphesiz gerçektir. Günahının bağışlanmasını iste. Akşam-sabah Rabbini
hamd ederek tespih et.”
“Doğrusu biz sana apaçık
bir fetih ihsân ettik. Böylece Allah senin geçmiş ve gelecek
günahını bağışlar. Sana olan nimetini tamamlar ve seni doğru yola iletir. Ve
sana Allah, şanlı bir zaferle yardım eder.” (Fetih / 1,2,3)
Demek ki neymiş? Muhammed peygamber
de günahının bağışlanması için dua etmekle emrolunmuştur. Muhammed peygamberin geçmiş
gelecek günahları bağışlanmış ve kendisine şanlı bir zafer müjdelenmiştir...
Tabii söz buraya gelmişken, SS’den önceki İçişleri Bakanı Efkan Bey’in
bir konuşmasını hatırlamamak mümkün değil. Ala Bakan şöyle konuşmuştu: “Hazreti Muhammed Mekke’nin fethinde
kendisine pay çıkardı, gurura kibre kapıldı; ama biz kendimize pay çıkarmıyoruz
başörtüsü yasağını kaldırdık diye.”
Belirtmeli ki, İslami inanışta gurur
ve kibir, en büyük günahlardandır, Şeytan’ın ziyneti sayılır. İktidar
partisinin bir veziri böyle konuşmakla Muhammed’e şeytani bir günah atfetmişti.
Buna bile sessiz kalan iktidar partisi mensupları, Deniz Baykal’ın son derece
dikkatli cümlesi üzerine kıyametler koparıyorlar, Prof. unvanlı kubbe altı veziri
ise peygamberlerin günah işlemedikleri, masum oldukları demagojisine sarılıyor.
Maksat, İslam’ın beş şartından ötesini bilmeyen yoksulların soyut peygamber
sevgisini siyasal ranta çevirmek.
Netice-i kelam, “Peygamberler günah işlemezler” iddiası
gerçek dışıdır. Muhammed dahil, bütün peygamberler beşerdir, bazen şaşmışlardır,
günah kabul edilen ameller işlemişlerdir. En muteber müfessirlerin ortak
ifadesiyle, Allah o günahları kullarına ibret olsun diye peygamberlerine
işletmiş, bu yolla kullarını uyarmıştır. “Peygamberler
günah işlemez” diye iddia ve ısrar edenler, aklı, imanı ve ahlakı kıt olanlardır.
Aklı, imanı ve ahlakı yetmeyenleri Allah ıslah etsin amin!
(İşbu risale İbnü’l Sallama
Hükümran Beyefendi tarafından kaleme alınmıştır!)