Dertleri “devrim olsun, AKP iktidardan düşsün” değil. Mahkemede aynen böyle
ifade ettiler. Sadece 20 Temmuz darbesinden sonra KHK ile atıldıkları işlerine
geri dönmek istiyorlar. Bunun için de bir insanın göze alabileceği en ağır
bedeli ödüyorlar, ömürlerini eksiltiyorlar.
Öğretmenler Nuriye ile Semih’ten
söz ediyorum. İşlerine dönebilmek, öğrencileriyle buluşabilmek, evlerine ekmek
götürebilmek için yemek yemiyorlar; iktidardaki bir vicdansızın söylediği gibi “ağaç kökü” de yemiyorlar, ömürlerinden
yiyorlar!
Açlığa yatarak ömrünü eksiltmenin
nasıl bir bedel olduğunu, ömrünü eksiltmeye koyanlar bilir. 12 Eylül faşizminin
Metris cezaevinde aralıksız 28 gün süreyle sadece su içmiş biri olarak naçizane
ben de biliyorum. O devirde açlık grevlerinde ölüm sınırı 44’üncü günde
başlıyordu! O dönemde cezaevlerindeki direnişlerde yaşama veda edenleri
sevgiyle anıyorum.
***
Tecrübemle bildiğim bir şey daha
var. Zalimlikte her darbe öncekileri çırak çıkartır, yaya bırakır. 20 Temmuz
darbecileri de 12 Eylül darbecilerini çırak çıkarttı. Açlık grevleri ölüm
oruçları karşısında 12 Eylül faşistleri bile bugünkü evlatları torunları kadar
duyarsız değillerdi. En basitinden, cezaevlerinde açlık grevleri başladığında “el alem ne der” kaygısı
duyabiliyorlardı. Bugünkü evlatları gibi “ağaç
kökü yesinler” demeyi bilmiyorlardı; utangaç bir dille “gizli gizli yiyorlar” diyorlardı.
Açlık grevine başlayanları
tutuklamıyorlardı; tutukladıkları devrimcilere avukat sınırlaması koymayı da
akıl edememişlerdi. Dediğim gibi cüppeli takkeli evlatları, 12 Eylül
faşistlerini çırak çıkarttılar; tek eksikleri tektip elbise. Amerikan
emperyalistlerinden aldıkları ilhamla cezaevlerinde tektip elbiseyi mecbur
ettiklerinde o eksikliği de tamamlamış olacaklar. Bir de idam cezası tabii.
İnançları, o eksiği de tamamlamayı emrediyor!!! Zalimliklerine sınır yok
yani!!!
12 Eylül faşistleri de işten
atıyorlardı. Aynen otuzlu yaşdaki evlatları gibi mahkeme yolunu kapatıyorlardı,
başka işe girme hakkı tanımıyorlardı. Öyle ki ilk başlarda üniversite
sınavlarına girme hakkı bile vermiyorlardı. Bugünkü evlatları babalarından dedelerinden
geri kalmıyorlar, daha beterini yapıyorlar. 12 Eylül faşistleri sosyal güvenlik
hukuku ile ceza hukukunu birbirinden ayrı tutuyorlardı. Bizi askeriyeden
attıklarında emekli sandığı primlerimize ikramiyelerimize el koymamışlardı.
Bugünküler düşman ceza hukukunu sosyal güvenlik alanına da taşırdılar, primlere
ve ikramiyelere de el koyuyorlar...
Bizler işten atıldığımızda
tutuklandığımızda ömrümüzü noktalamayı düşünmedik. Hayata sıfırdan yeniden
başladık. Türkiye, Harp Okulu mezunu hindi çobanlarıyla, seyyar köftecilerle,
ayakkabı ve çorap satıcılarıyla, bohçacılarla, pazarlamacılarla tanıştı. Sonra
kimileri yeniden üniversite okuyarak avukat, doktor, mali müşavir, gazeteci,
mühendis filan oldular. Bu arada örgütlendiler, kendilerine yapılan haksızlığın
telafisini talep ettiler. Uzun soluklu mücadelede nihayet kısmen başarılı
oldular. Halen de ADAM-DER çatısı altında mücadele ediyorlar.
***
Nuriye ile Semih, ölüme
yatarlarsa, kendilerini açlığa mahkum eden bugünkü iktidarın vicdanında
karşılık bulacaklarını, işe iade edileceklerini mi umdular acaba? Semih
mahkemedeki beyanında “Biz devrim olsun,
AKP gitsin diye açlık grevi yapmıyoruz. İşimizi geri istiyoruz bunun için açlık
grevi yapıyoruz” dedi. Hukuk dışı davada siyasi savunma yapmadığını da
söyledi Semih. Amaç sadece bu ise bilmeliler ki, ölü gözünden yaş imamevinden aş çıkmaz! AK darbeciler dünya yıkılsa
onları işlerine iade etmeyecek. Çünkü çok günah işlediler. 12 Eylül
faşizminin işten atıp açlığa mahkum ettiği insan sayısı binlerle ifade
ediliyordu, bugün yüz binlerce kişi sokağa atıldı. Bunca zulmü ancak vicdanını
sıfırlamış olanlar yapabilir. Vicdanı sıfırlayanlar, ölüme yattılar diye kimseyi
işe iade etmezler.
En acısı da bu vicdansızlıkla baş
edecek toplumsal dinamiklerin bugünkü zayıflığı. Bu yoksullukta Nuriye ile
Semih, ölmeye yatmalarıyla, mahkemedeki savunmalarıyla ülke tarihine direniş
kahramanları olarak geçmiş olacaklar. Heyhat ki “ölü kahramanlar”. Ülkemizin direniş tarihinde öyle çoklar ki. Bir
süre sonra hem dostları hem de düşmanları tarafından unutulacaklar. Otuz yedi
yıl önceki ağır yenilgiden bu yana devrimci mücadele neredeyse ölü
kahramanların yasını tutmaktan ibaret kaldı!
Bu satırları Semih ve Nuriye’nin direnişlerini
küçümsemek, önemsizleştirmek için yazmadım. Tersine direnişlerine saygı
duyuyorum, sempati duyuyorum ama ölmelerini istemiyorum. AK faşizmin teşhiri
ölmelerini gerektirmiyor.
Semih mahkemedeki beyanında dedi
ki, “köleliğe karşı mücadele eden
Spartaküs’üm, firavuna karşı Musa’yım, ‘Dönen dönsün ben dönmezem
yolumdan’diyen Pir Sultan Abdal’ım, ‘Yarin yanağındma gayri her şey
ortaktır’ diyen Şeyh Bedrettin’im, İsrail zulmüne karşı dövüşen
Filistinli’yim!”
İşte tam da bu nedenle ömrünü
tüketerek faşistleri sevindirmek yerine, yaşayıp mücadeleyi sürdüren, ölmek
yerine örgütlenmeye öncülük eden Semih ile Nuriye daha önemli. Nefes alıp
vermeyen cansız kahramanlarımız yeterince var.
Not 1:Vakti olanlar, Semih’in mahkemedeki beyanını da okusunlar
lütfen.
Not 2: AK faşizmin zulmü karşısında direnmek yerine “Rabbimiz bizi imtihan ediyor. Mükafatımızı
ve haklarımızı ahirette alacağız” zihniyetindeki mağdurlar bu yazının hedef
kitlesi değildir.
SEMİH’TEN MAHKEMEYE: Verin kararınızı perde kapansın
“Burada
savunma hakkımıza yeni bir saldırı vardır. Daha önceden tutuklanan
avukatlarımız var. İlk duruşmamıza iki gün kala avukatlarımız gözaltına alındı.
Burada bizim savunmamız engellenmiştir. Bunun yanında 14 Eylül’de duruşmaya
keyfi olarak getirilmedik.
Biz açlık grevindeyiz. 14 gün daha açlık grevinde
tecrit hücrelerinde işkence çektik. Şimdi burada bizim savunmamız engellendi.
Üç avukat dayatmasını kabul etmiyorum. Burada olmayan Nuriye Gülmen zorla
numune hastanesine götürülmüştür. Neden? Çünkü savunması engellenmek istenmişti.
Ezilen, sömürülen işçiler adına… Hukuk diyerek
yutturulmaya çalışılarak bu davayla hukukun katledilmesini bizzat gözlerimle
gördüm. Önce yerde inim inim inledi sonra sessizce can verdi. Şimdi ise bir
cinayete ancak bu kadar yakından tanıklık ediyorum.
Adliyede kararı beklerken işlendi cinayet. Polis
amiri, savcının odasına girerek kendilerine çay söyledi ve bir saat konuştular.
Cinayet böyle işlendi.
Bu ülkenin halkına daha hakim karşısına çıkmadan
birileri tarafından tutuklanma kararı veriliyor. Bunun adına emir büyük yerden
deniyor. Sırtında afili yargıç cübbeleriyle millet adına karar vereceksiniz.
Sahi çoktan kırmadınız mı kalemimizi? Cübbelerinizle oyuna dahil edilen sizler,
elinizdeki iddianame senaryo. Kimin için bu oyun? Egemenleri memnun etmek
olacak yine. Mahkemelerden adalet çıkmayacağının kanıtı şu ana kadar
yaşadığımız hukuksuzluk, keyfiliktir.
‘AKP
ekmeğimle beni terbiye etmek istedi’
Kimse bu adaletsizlik karşısında aman dilemeyi
beklemesin. Ben yine düşündüğümü söyleyeceğim. Hükümsüz olan bu siyasi davaya
karşı bir savunma olmayacak benim savunmam.
Emeğimle onurumla ekmeğimi kazanan bir
öğretmendim. AKP ekmeğimle beni terbiye etmek istedi. Tarih, ekmek
kavgasının tarihidir. Sömürü var olduğu sürece direniş de
sürecek. Savunma yapması gereken, ufak bir açıklama bile yapmadan
koltuklarında oturan AKP iktidarıdır. Onuruyla ekmeğini kazanan bir sınıf
öğretmeniyken önce işimden atıldım. Bu kabullenebilir bir durum değildi.
Ben işinden atılmış bir sınıf öğretmeniyim,
köleliğe karşı mücadele eden Spartaküs’üm, firavuna karşı Musa’yım, ‘Dönen
dönsün ben dönmezem yolumdan’diyen Pir Sultan Abdal’ım, ‘Yarin
yanağındma gayri her şey ortaktır’ diyen Şeyh Bedrettin’im, İsrail
zulmüne karşı dövüşen Filistinli’yim, dünyanın her köşesinde haksızlığa uğrayan
ve mücadele eden kim varsa oyum.
‘Sağa sola FETÖ’cü diye saldıranlar önce kendilerine
baksın’
Sağa sola FETÖ’cü deyip saldıran iktidar
temsilcileri, önce kendilerine baksınlar. Şimdi oturduğunuz o koltuklarda
daha önce kendi siyasal düşüncelerine göre kararlar veren, şu an tutuklu olan
hakimler vardı. Biz halkın aydınları olarak kamu emekçilerine yönelik bunun
gibi komplo davalarına çok rastladık. Devlet kurumlarında uygulanan tek
bir kural vardır o da talimatsız hareket etme yanarsın kuralıdır.”
Mahkeme başkanı savunmaya müdahale ederek, iddianamedeki
suçlamalara yönelik savunma yapmasını isteyince Özakça, “Ben
buraya gelebilmek için çok sabrettim, siz de biraz sabredin” diye
yanıt verdi.
‘AKP gibi düşünmüyorsanız terörle iltisaklısınız’
Tutuklu eğitimci sözlerini şöyle sürdürdü:
“AKP iktidarı, çocuklarımızın geleceğini, onların
demokratik bilimsel eğitim hakkını çalmaktadır. Eğitim alanında özelleştirmeyle
güvencesizleştirmenin önü açılıyor. Ayrıca performans değerlendirme sisteminin
önü açılmaya çalışılıyor. Muhalif sendikaların eylemleri ‘suç’ konusu
edilerek kamu emekçileri soruşturma ve ihraç tehditleriyle karşı karşıya
kalıyor. AKP gibi düşünüp yaşamıyorsanız terörle iltisaklısınız. AKP’liyseniz
bile iktidara yakın sendikanın seçtiği okul müdürüyle aranız iyi değilse
terörle iltisaklısınız. Öğretmenlik bana ne lüks bir yaşam ne de gözümün
arkada kalmayacağı bir yaşam vaadediyordu. Yaşamımızı sürdürmek zorunda
olduğumuz yerde her gün tank top sesleri duyuyorduk.
‘Halkın aydını hem halktan öğrenen hem halka öğretendir’
Halkın aydını, çelişkileri
görüp kavrayan, toplumsal mücadele içinde eyleme geçen, en
güzel türkünün koro ile söylenen olduğunu bilen, tek
başına kalsa da mücadele eden, hiçbir şeyin kendi kendine
olmayacağını bilen, çelişkileri görüp eyleme geçen ve hem
halktan öğrenen hem halka öğreten aydındır. Bu direniş iki kişinin
direnişi diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Bu direniş ezilen halkların
direnişidir. Ben de halkın aydını olan bir öğretmen olarak bu direnişin
bedelleri olacağını biliyordum. Kimsenin sokağa çıkmadığı, basın
açıklamalarının yasaklandığı bir dönemde halkımın sözünü söylemeyi bir
zorunluluk olarak görüyorum. Kamu emekçilerinin mahkum edilmeye
çalışıldığı hayata karşı açlığımızla direniyoruz. Mesele açlık grevinin etkili
bir eylem olmasının düşünülmesi, halk tarafından sahiplenilip büyüyeceğinden
duyulan korku idi. Aç kalmayı biz tercih etmedik, bunun sebebi iktidarın
bizi açlığa mahkum etmek istemesidir.
‘İş. Bu kadar!’
“İktidar işimizi bize geri verseydi aç kalmazdık.
Direnişi başlatan da bastırmaya çalışan da iktidardır. ‘İhraç
edilenler ağaç kökü yesin’ diyen bakana sesleniyorum, onu da
yemiyoruz. Ömrümüzden yiyoruz. İşimizi geri alıncaya kadar açlık grevi
eylemine devam edeceğim. Biz devrim olsun, AKP gitsin diye açlık grevi
yapmıyoruz. İşimizi geri istiyoruz bunun için açlık grevi yapıyoruz. İş. Bu
kadar!
Tutuklandık çünkü açlık grevimiz haklılığıyla
halk nezdinde karşılık buldu. Tutuklandık çünkü bu tutuklama korku ve gözdağını
büyütecekti. Tutuklandık çünkü AKP’nin yeni ülke politikasının önünde
engeliz! Gezi ve Tekel direnişinin tekrarı bize değil, iktidarın zulmüne
bağlıdır. Zulüm artarsa direniş olacaktır.
‘İlk defa buraya gelirken güneş ışığı gördüm’
Biz hasta değil eylemciyiz. Ben hastaneye
kaldırıldığımdan bu yana ilk defa buraya gelirken güneş ışığı gördüm. Biz zorla
müdahale tehditleriyle baş başayız orada, kimsenin müdahalesini
istemiyoruz! Pazartesi gecesi zebaniler geldi, gece gelenlere başka ne
denir?
‘Verin kararınızı perde kapansın’
Nuriye’yi numuneye götürürken içeriden sloganlar
çığlık sesleri geliyordu, yani bilinci açık. Nuriye’yi iki gün önce numuneye,
duruşmaya getirmemek için kaldırdılar. Zorla müdahale insanlık suçudur.
(İçişleri Bakanı) Süleyman Soylu bizimle ilgili
çok şey söyledi, inandıramadı insanları. Bakanlık eliyle kitapçık yayınladı.
Soylu bizi hedef gösterdi zaten, terörist ilan etti. Peki bu mahkeme niye
kuruldu? Asıl suç olan budur. Zorla müdahale için götüreceklerini düşünüp
annemle vedalaştım. Bu uygulamanın sonuçları belli. Fotoğraf dahi çektirmemize
izin vermediler. Amaçları bizi unutturup zorla müdahale edip, bizi yaşayan ölü
haline getirmekti. Son olarak şunu söylemek istiyorum: Verin kararınızı perde
kapansın.”
Özakça savunmasını Enver Gökçe’den ‘Dost’ şiirini
okuyarak bitirdikten sonra salondan alkış sesleri yükseldi.