30 Eylül 2017 Cumartesi

NURİYE SEMİH ÖLMEMELİ!!!

Dertleri “devrim olsun, AKP iktidardan düşsün” değil. Mahkemede aynen böyle ifade ettiler. Sadece 20 Temmuz darbesinden sonra KHK ile atıldıkları işlerine geri dönmek istiyorlar. Bunun için de bir insanın göze alabileceği en ağır bedeli ödüyorlar, ömürlerini eksiltiyorlar.
Öğretmenler Nuriye ile Semih’ten söz ediyorum. İşlerine dönebilmek, öğrencileriyle buluşabilmek, evlerine ekmek götürebilmek için yemek yemiyorlar; iktidardaki bir vicdansızın söylediği gibi “ağaç kökü” de yemiyorlar, ömürlerinden yiyorlar!
Açlığa yatarak ömrünü eksiltmenin nasıl bir bedel olduğunu, ömrünü eksiltmeye koyanlar bilir. 12 Eylül faşizminin Metris cezaevinde aralıksız 28 gün süreyle sadece su içmiş biri olarak naçizane ben de biliyorum. O devirde açlık grevlerinde ölüm sınırı 44’üncü günde başlıyordu! O dönemde cezaevlerindeki direnişlerde yaşama veda edenleri sevgiyle anıyorum.
***

Tecrübemle bildiğim bir şey daha var. Zalimlikte her darbe öncekileri çırak çıkartır, yaya bırakır. 20 Temmuz darbecileri de 12 Eylül darbecilerini çırak çıkarttı. Açlık grevleri ölüm oruçları karşısında 12 Eylül faşistleri bile bugünkü evlatları torunları kadar duyarsız değillerdi. En basitinden, cezaevlerinde açlık grevleri başladığında “el alem ne der” kaygısı duyabiliyorlardı. Bugünkü evlatları gibi “ağaç kökü yesinler” demeyi bilmiyorlardı; utangaç bir dille “gizli gizli yiyorlar” diyorlardı.
Açlık grevine başlayanları tutuklamıyorlardı; tutukladıkları devrimcilere avukat sınırlaması koymayı da akıl edememişlerdi. Dediğim gibi cüppeli takkeli evlatları, 12 Eylül faşistlerini çırak çıkarttılar; tek eksikleri tektip elbise. Amerikan emperyalistlerinden aldıkları ilhamla cezaevlerinde tektip elbiseyi mecbur ettiklerinde o eksikliği de tamamlamış olacaklar. Bir de idam cezası tabii. İnançları, o eksiği de tamamlamayı emrediyor!!! Zalimliklerine sınır yok yani!!!
12 Eylül faşistleri de işten atıyorlardı. Aynen otuzlu yaşdaki evlatları gibi mahkeme yolunu kapatıyorlardı, başka işe girme hakkı tanımıyorlardı. Öyle ki ilk başlarda üniversite sınavlarına girme hakkı bile vermiyorlardı. Bugünkü evlatları babalarından dedelerinden geri kalmıyorlar, daha beterini yapıyorlar. 12 Eylül faşistleri sosyal güvenlik hukuku ile ceza hukukunu birbirinden ayrı tutuyorlardı. Bizi askeriyeden attıklarında emekli sandığı primlerimize ikramiyelerimize el koymamışlardı. Bugünküler düşman ceza hukukunu sosyal güvenlik alanına da taşırdılar, primlere ve ikramiyelere de el koyuyorlar...
Bizler işten atıldığımızda tutuklandığımızda ömrümüzü noktalamayı düşünmedik. Hayata sıfırdan yeniden başladık. Türkiye, Harp Okulu mezunu hindi çobanlarıyla, seyyar köftecilerle, ayakkabı ve çorap satıcılarıyla, bohçacılarla, pazarlamacılarla tanıştı. Sonra kimileri yeniden üniversite okuyarak avukat, doktor, mali müşavir, gazeteci, mühendis filan oldular. Bu arada örgütlendiler, kendilerine yapılan haksızlığın telafisini talep ettiler. Uzun soluklu mücadelede nihayet kısmen başarılı oldular. Halen de ADAM-DER çatısı altında mücadele ediyorlar.
***

Nuriye ile Semih, ölüme yatarlarsa, kendilerini açlığa mahkum eden bugünkü iktidarın vicdanında karşılık bulacaklarını, işe iade edileceklerini mi umdular acaba? Semih mahkemedeki beyanında “Biz devrim olsun, AKP gitsin diye açlık grevi yapmıyoruz. İşimizi geri istiyoruz bunun için açlık grevi yapıyoruz” dedi. Hukuk dışı davada siyasi savunma yapmadığını da söyledi Semih. Amaç sadece bu ise bilmeliler ki, ölü gözünden yaş imamevinden aş çıkmaz! AK darbeciler dünya yıkılsa onları işlerine iade etmeyecek. Çünkü çok günah işlediler. 12 Eylül faşizminin işten atıp açlığa mahkum ettiği insan sayısı binlerle ifade ediliyordu, bugün yüz binlerce kişi sokağa atıldı. Bunca zulmü ancak vicdanını sıfırlamış olanlar yapabilir. Vicdanı sıfırlayanlar, ölüme yattılar diye kimseyi işe iade etmezler.
En acısı da bu vicdansızlıkla baş edecek toplumsal dinamiklerin bugünkü zayıflığı. Bu yoksullukta Nuriye ile Semih, ölmeye yatmalarıyla, mahkemedeki savunmalarıyla ülke tarihine direniş kahramanları olarak geçmiş olacaklar. Heyhat ki “ölü kahramanlar”. Ülkemizin direniş tarihinde öyle çoklar ki. Bir süre sonra hem dostları hem de düşmanları tarafından unutulacaklar. Otuz yedi yıl önceki ağır yenilgiden bu yana devrimci mücadele neredeyse ölü kahramanların yasını tutmaktan ibaret kaldı!
Bu satırları Semih ve Nuriye’nin direnişlerini küçümsemek, önemsizleştirmek için yazmadım. Tersine direnişlerine saygı duyuyorum, sempati duyuyorum ama ölmelerini istemiyorum. AK faşizmin teşhiri ölmelerini gerektirmiyor.
Semih mahkemedeki beyanında dedi ki, “köleliğe karşı mücadele eden Spartaküs’üm, firavuna karşı Musa’yım, ‘Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan’diyen Pir Sultan Abdal’ım, ‘Yarin yanağındma gayri her şey ortaktır’ diyen Şeyh Bedrettin’im, İsrail zulmüne karşı dövüşen Filistinli’yim!
İşte tam da bu nedenle ömrünü tüketerek faşistleri sevindirmek yerine, yaşayıp mücadeleyi sürdüren, ölmek yerine örgütlenmeye öncülük eden Semih ile Nuriye daha önemli. Nefes alıp vermeyen cansız kahramanlarımız yeterince var.

Not 1:Vakti olanlar, Semih’in mahkemedeki beyanını da okusunlar lütfen.
Not 2: AK faşizmin zulmü karşısında direnmek yerine “Rabbimiz bizi imtihan ediyor. Mükafatımızı ve haklarımızı ahirette alacağız” zihniyetindeki mağdurlar bu yazının hedef kitlesi değildir.




SEMİH’TEN MAHKEMEYE:  Verin kararınızı perde kapansın
 “Burada savunma hakkımıza yeni bir saldırı vardır. Daha önceden tutuklanan avukatlarımız var. İlk duruşmamıza iki gün kala avukatlarımız gözaltına alındı. Burada bizim savunmamız engellenmiştir. Bunun yanında 14 Eylül’de duruşmaya keyfi olarak getirilmedik.
Biz açlık grevindeyiz. 14 gün daha açlık grevinde tecrit hücrelerinde işkence çektik. Şimdi burada bizim savunmamız engellendi. Üç avukat dayatmasını kabul etmiyorum. Burada olmayan Nuriye Gülmen zorla numune hastanesine götürülmüştür. Neden? Çünkü savunması engellenmek istenmişti. 
Ezilen, sömürülen işçiler adına… Hukuk diyerek yutturulmaya çalışılarak bu davayla hukukun katledilmesini bizzat gözlerimle gördüm. Önce yerde inim inim inledi sonra sessizce can verdi. Şimdi ise bir cinayete ancak bu kadar yakından tanıklık ediyorum.
Adliyede kararı beklerken işlendi cinayet. Polis amiri, savcının odasına girerek kendilerine çay söyledi ve bir saat konuştular. Cinayet böyle işlendi.
Bu ülkenin halkına daha hakim karşısına çıkmadan birileri tarafından tutuklanma kararı veriliyor. Bunun adına emir büyük yerden deniyor. Sırtında afili yargıç cübbeleriyle millet adına karar vereceksiniz. Sahi çoktan kırmadınız mı kalemimizi? Cübbelerinizle oyuna dahil edilen sizler, elinizdeki iddianame senaryo. Kimin için bu oyun? Egemenleri memnun etmek olacak yine. Mahkemelerden adalet çıkmayacağının kanıtı şu ana kadar yaşadığımız hukuksuzluk, keyfiliktir.

‘AKP ekmeğimle beni terbiye etmek istedi’

Kimse bu adaletsizlik karşısında aman dilemeyi beklemesin. Ben yine düşündüğümü söyleyeceğim. Hükümsüz olan bu siyasi davaya karşı bir savunma olmayacak benim savunmam.
Emeğimle onurumla ekmeğimi kazanan bir öğretmendim. AKP ekmeğimle beni terbiye etmek istedi. Tarih, ekmek kavgasının tarihidir. Sömürü var olduğu sürece direniş de  sürecek. Savunma yapması gereken, ufak bir açıklama bile yapmadan koltuklarında oturan AKP iktidarıdır. Onuruyla ekmeğini kazanan bir sınıf öğretmeniyken önce işimden atıldım. Bu kabullenebilir bir durum değildi.
Ben işinden atılmış bir sınıf öğretmeniyim, köleliğe karşı mücadele eden Spartaküs’üm, firavuna karşı Musa’yım, ‘Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan’diyen Pir Sultan Abdal’ım, ‘Yarin yanağındma gayri her şey ortaktır’ diyen Şeyh Bedrettin’im, İsrail zulmüne karşı dövüşen Filistinli’yim, dünyanın her köşesinde haksızlığa uğrayan ve mücadele eden kim varsa oyum.

‘Sağa sola FETÖ’cü diye saldıranlar önce kendilerine baksın’

Sağa sola FETÖ’cü deyip saldıran iktidar temsilcileri, önce kendilerine baksınlar. Şimdi oturduğunuz o koltuklarda daha önce kendi siyasal düşüncelerine göre kararlar veren, şu an tutuklu olan hakimler vardı. Biz halkın aydınları olarak kamu emekçilerine yönelik bunun gibi komplo davalarına çok rastladık. Devlet kurumlarında uygulanan tek bir kural vardır o da talimatsız hareket etme yanarsın kuralıdır.”
Mahkeme başkanı savunmaya müdahale ederek, iddianamedeki suçlamalara yönelik savunma yapmasını isteyince Özakça, “Ben buraya gelebilmek için çok sabrettim, siz de biraz sabredin” diye yanıt verdi.

‘AKP gibi düşünmüyorsanız terörle iltisaklısınız’

Tutuklu eğitimci sözlerini şöyle sürdürdü:
“AKP iktidarı, çocuklarımızın geleceğini, onların demokratik bilimsel eğitim hakkını çalmaktadır. Eğitim alanında özelleştirmeyle güvencesizleştirmenin önü açılıyor. Ayrıca performans değerlendirme sisteminin önü açılmaya çalışılıyor. Muhalif sendikaların eylemleri ‘suç’ konusu edilerek kamu emekçileri soruşturma ve ihraç tehditleriyle karşı karşıya kalıyor. AKP gibi düşünüp yaşamıyorsanız terörle iltisaklısınız. AKP’liyseniz bile iktidara yakın sendikanın seçtiği okul müdürüyle aranız iyi değilse terörle iltisaklısınız. Öğretmenlik bana ne lüks bir yaşam ne de gözümün arkada kalmayacağı bir yaşam vaadediyordu. Yaşamımızı sürdürmek zorunda olduğumuz yerde her gün tank top sesleri duyuyorduk.

‘Halkın aydını hem halktan öğrenen hem halka öğretendir’

Halkın aydınıçelişkileri görüp kavrayantoplumsal mücadele içinde eyleme geçenen güzel türkünün koro ile söylenen olduğunu bilentek başına kalsa da mücadele eden, hiçbir şeyin kendi kendine olmayacağını bilençelişkileri görüp eyleme geçen ve hem halktan öğrenen hem halka öğreten aydındır. Bu direniş iki kişinin direnişi diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Bu direniş ezilen halkların direnişidir. Ben de halkın aydını olan bir öğretmen olarak bu direnişin bedelleri olacağını biliyordum. Kimsenin sokağa çıkmadığı, basın açıklamalarının yasaklandığı bir dönemde halkımın sözünü söylemeyi bir zorunluluk olarak görüyorum. Kamu emekçilerinin mahkum edilmeye çalışıldığı hayata karşı açlığımızla direniyoruz. Mesele açlık grevinin etkili bir eylem olmasının düşünülmesi, halk tarafından sahiplenilip büyüyeceğinden duyulan korku idi. Aç kalmayı biz tercih etmedik, bunun sebebi iktidarın bizi açlığa mahkum etmek istemesidir.

‘İş. Bu kadar!’

İktidar işimizi bize geri verseydi aç kalmazdık. Direnişi başlatan da bastırmaya çalışan da iktidardır. ‘İhraç edilenler ağaç kökü yesin’ diyen bakana sesleniyorum, onu da yemiyoruz. Ömrümüzden yiyoruz. İşimizi geri alıncaya kadar açlık grevi eylemine devam edeceğim. Biz devrim olsun, AKP gitsin diye açlık grevi yapmıyoruz. İşimizi geri istiyoruz bunun için açlık grevi yapıyoruz. İş. Bu kadar! 
Tutuklandık çünkü açlık grevimiz haklılığıyla halk nezdinde karşılık buldu. Tutuklandık çünkü bu tutuklama korku ve gözdağını büyütecekti. Tutuklandık çünkü AKP’nin yeni ülke politikasının önünde engeliz! Gezi ve Tekel direnişinin tekrarı bize değil, iktidarın zulmüne bağlıdır. Zulüm artarsa direniş olacaktır.

‘İlk defa buraya gelirken güneş ışığı gördüm’

Biz  hasta değil eylemciyiz. Ben hastaneye kaldırıldığımdan bu yana ilk defa buraya gelirken güneş ışığı gördüm. Biz zorla müdahale tehditleriyle baş başayız orada, kimsenin müdahalesini istemiyoruz! Pazartesi gecesi zebaniler geldi, gece gelenlere başka ne denir?

‘Verin kararınızı perde kapansın’

Nuriye’yi numuneye götürürken içeriden sloganlar çığlık sesleri geliyordu, yani bilinci açık. Nuriye’yi iki gün önce numuneye, duruşmaya getirmemek için kaldırdılar. Zorla müdahale insanlık suçudur.
(İçişleri Bakanı) Süleyman Soylu bizimle ilgili çok şey söyledi, inandıramadı insanları. Bakanlık eliyle kitapçık yayınladı. Soylu bizi hedef gösterdi zaten, terörist ilan etti. Peki bu mahkeme niye kuruldu? Asıl suç olan budur. Zorla müdahale için götüreceklerini düşünüp annemle vedalaştım. Bu uygulamanın sonuçları belli. Fotoğraf dahi çektirmemize izin vermediler. Amaçları bizi unutturup zorla müdahale edip, bizi yaşayan ölü haline getirmekti. Son olarak şunu söylemek istiyorum: Verin kararınızı perde kapansın.”

Özakça savunmasını Enver Gökçe’den ‘Dost’ şiirini okuyarak bitirdikten sonra salondan alkış sesleri yükseldi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder