SEYAHATNAME-İ RAHMİ ÇELEBİ
OSMANLI’YA TESLİM OLMAYAN ADRİYATİK KENTİ: KOTOR
Balkan gezimizin dördüncü günündeyiz.
Budva’da sabahın erken saatinde dinlenmiş olarak uyanmak güzel. Alışkanlıkla
sabah yürüyüşündeyim. Hava serin mi serin. Gece yağan şiddetli yağmurdan sonra
hava hafiflemiş, nem yok. Plajda kadın erkek tek tük insanlar. Kimi o saatte şezlonga
uzanmış kimi kumsalda yürüyor. Sahil kafelerin çalışanları işyerlerini yeni
güne hazırlıyorlar. Deniz sakin mi sakin, seyyahınızı yılın ilk kulaçlarını
atmaya çağırıyor. Anlayacağınız seyyahınız bu yıl henüz değil denize girmek,
kıyısına bile ayak basmamış. Özlem çok derin ama, o serinlikte kendimi
Adriyatik’in berrak serin sularına bırakmak yerine Budva’nın sahil yolunda
yürümeyi tercih ediyorum. Vakit dar, kırk beş dakika sonra otelde olmalıyım.
Hareket saatine çok az kalmış. Adımlarımı hızlandırıyorum. Alelacele
kahvaltının ardından otobüsle tekrar yola koyuluyoruz. Adriyatik Denizi’nin
yemyeşil sahilinde kıvrım kıvrım yollarda yolculuk nasıl da keyifli!
İlk durağımız Kotor şehri. Yerel
dilde kümes anlamına geliyormuş Kotor sözcüğü. Gerçekten de kümes gibi bir yer.
Norveç fiyortlarını andıran, dar boğazlarla birbirlerine bağlı koylardan oluşan
körfezin ucunda kümes kadar bir kent. Kümes kadar bir kent derken, tabii
bugünün Türkiye koşullarına göre diyorum. Yani 7 bin dolayında nüfuslu bir kıyı
kenti anlamında. Turizm mevsiminde ise on binlerce.
Kotor da Budva gibi, orta çağ ile
modern çağı içiçe yaşatan bir kale kent. Bu anda, yerel rehberimizden duyduğum
kadarıyla tarihinden söz etmeliyim. Kuruluşu, milattan çok önce İliryalılar’a
yani Arnavutlar’a kadar uzanıyor. Onlardan Roma ve Bizans almış, onlardan da
Bulgarlar, Macarlar, Hırvatlar, Venedikliler, Sırplar. Hepsi bir şekilde Kotor’a
bulaşmış ama tam egemen olamamış. Sonra Osmanlılar ama Osmanlı da Kotor’u alamamış.
Akdeniz’i Hıristiyan donanmalarına dar eden, Fransa’nın Nice ve Toulon
limanlarını bile geçici de olsa fetheden Barbaros Hayrettin Paşa, Preveze
zaferi sırasında Kotor’u da kuşatmış. Gelgör ki, koca Barbaros’a bile teslim
olmamış kümes kadar Kotor. Osmanlı Girit’i fethederken 1657’de bir kere daha
Kotor’u kuşatmış, Kotor yine teslim olmamış. Çünkü öylesine korunaklı bir
körfezin ucunda kurulu bir kasaba Kotor; Osmanlı’ya teslim olmamış, Venedik
Cumhuriyeti’nin stratejik ticari limanı olmaya devam etmiş. Osmanlı, körfezin
girişini tutarak Budva gibi Kotor’u da vergiye bağlamakla yetinmiş. Budva gibi,
Kotor da özgün tarihi kimliğiyle Venedik’in mirası. Osmanlı’nın dağılmasını
düzenleyen 1878 Berlin Antlaşması ile Osmanlı’nın gölgesinden de kurtulmuş.
Günümüzde Montenegro’nun bir kenti.
Tarihte Kotor’a yolu düşenlerden
biri de 1600’lü yılların ortalarında gezmedik memleket bırakmayan Evliya Çelebi.
Lakin dünya gözüyle Kotor’u görmek Çelebi’ye kısmet olmamış. O tarihlerde
Kotor, sayısız veba salgınlarından biriyle cebelleşiyor, yabancılar kırk gün
karantinada bekletildikten sonra içeri alınıyorlarmış. Karantina süresi kırk
gün. Zaten karantina sözcüğü 40 gün anlamına geliyor. Karantinada sıkılan
Çelebi, Kotor’u görmekten vazgeçmiş, dışardan gördüğü duyduğu kadarını kaleme
almış.
***
Kotor kalekenti körfezin ucunda
suyu bereketli bir akarsuyun ağzında kurulmuş; sırtını yüksek dağlara yaslamış.
Surlar dik yamaç boyunca kıvrıla kıvrıla Çin seddi gibi yükseliyor. Dik
yamaçlarda tek tük evler, bir kilise ve zar zor seçilebilen bir kale. Evet
evet, sahilde körfez ucundaki kaleden ayrı olarak tepede bir kale;
2 bin basamak ile çıkılabiliyormuş. Yerel rehberimiz bir keresinde 1200 basamak
kadar tırmanmış. St. John Kalesi imiş.
Tepedeki kaleye gözüm takıldı, rehbere
saati sordum. Kotor’dan ayrılma vaktine daha 2 saat var. Kaleye tırmanmak ne
güzel olur! Kaliforniya’da Yosemite Parkı şelalelerine tırmanmak gibi bir şey
yani. Kaleden kaleye şahin de uçurabilirim hani! Zorlu bir tırmanış olur ama
çıkarım. İnişte tur otobüsümüzü bulabilir miyim? Gerçi yoldaşlar beni almadan
gitmezler ama yetişsem bile nerede duş alıp üstümü değiştiririm?.. Vazgeçmek
için yeterince bahane var. İçimde ukde kalıyor. Kotor’a bir daha yolum düşerse
kimse tutmasın beni!
Dediğim gibi Kotor kalekenti
kümes kadar yer, üç ayrı girişi var. Doğuda ve batıdaki kapılardan açılır
kapanır tahta köprülerden geçilerek içeri girilebiliyormuş. Biz limandaki büyük
kapıdan girdik. Kapının üzerinde Yugoslavya Sosyalist Federe Cumhuriyeti kurucu
lideri Josip Broz Tito’ya ait bir söz yazılı:
“Bizim olanı vermeyiz, başkasının
olanı istemeyiz!”
Yolculuğumuz boyunca bu tümceyle
öyle sık karşılaştık ki, her defasında Tito’ya saygımızı tazeledik. Başkasına
ait olana göz dikmeyen, elindekinin kıymetini bilen sosyalist devrimciler
insanlığın yüz akıdır diye düşündük; bu düşüncemizi Belgrat’ta Tito’nun
anıtmezarında kayda geçirdik!
Ana kapıdan girer girmez
kendimizi Silah Meydanı’nda bulduk. Modern çağ öncesinde kaleyi savunmak için
yapılmış silahların depolandığı, bakımlarının yapıldığı yer olduğu için bu ad
verilmiş. Kafe ve dükkanların sıralandığı meydanda Prag’daki kule kadar
gösterişli olmasa da taş mimarisiyle dikkati çeken saat kulesi yükseliyor.
17’nci yüzyılda dikilen kulenin bakımını o zamandan bu yana aynı aile
yapmaktaymış. Kulenin dibinde ise piramit şeklinde bir anıt var. Eskiden yüz
kızartıcı şuç işleyenler bu piramite bağlanıp teşhir edilirmiş, gelen geçen
yüzüne tükürürmüş. Bu nedenle buraya Utanç Meydanı demişler. Kotor avuç içi
kadar ama böyle meydan olarak düzenlenmiş çok yeri var.
Kale içinde şehrin koruyucu
azizlerinden olan Sveti Tryphon’un adını taşıyan katedral görülmeyecek gibi
değil. Temeli 809 yılında atılmış, depremlerin savaşların tahribatına uğramış.
Son olarak 1979 depreminde ağır hasar görmüş ama UNESCO’nun listesine girdikten
sonra başarılı bir restorasyonla eski görkemine kavuşmuş. Katedrale giriş
ücrete tabi, gerek görmedik.
Kale içini yeterince dolaştıktan
sonra sıra geldi yorgunluk atmaya. Çoğunluk kale içindeki mekânları tercih
etti; azınlık olarak, kaleden çıkıp sahilde lokanta aradık. Aradığımızı da
bulduk. Aranırken körfez turu önerileri de aldık. Ohrid Gölü’ndeki tekne turu
gibi Kotor körfezini de turlamak güzel olurdu. Ama mevcut az olunca fiyat çok
tuzlu geldi, körfez turu içimizde ukde kaldı.
Yolculuğumuz sürüyor. İkindiye
doğru Hırvatistan’ın Dubrovnik kentinde olacağız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder