Rivayet olunur ki,
Süleyman Demirel’in Başbakan olduğu yıllarda,
Anadolu’nun bir ilçesinde uyanık bir müteahhit, Merkez Camii’nin tam karşısındaki boş arsayı satın alır, genelev inşa etmek ister.
Merkez Camii imamı ve cemaat bu girişimden son derece rahatsız olur; vaziyeti kaymakama şikâyet ederler.
Kaymakam şikâyeti valiye, o İçişleri Bakanı’na, o da Başbakan Demirel’e havale eder.
Demirel gerekli istişareleri yaptıktan sonra, genelevin inşasına izin verir.
Demirel’den umduklarını bulamayan imam ve cami cemaati son çare olarak vaziyeti gazetecilere duyururlar.
Gazeteciler ilk fırsatta Süleyman Demirel’e genelev inşaatına neden izin verdiğini sorarlar. Demirel’in yanıtı tam da kendisine yakışan kıvraklıkta bir nüktedir:
- Ne yani, yapılmasın da bizi mi yapsınlar?
***
Rivayet denilse de bir parça hakikat payı olduğu kuşkusuzdur.
Rivayetin devamı da vardır.
Caminin karşısındaki arsayı satın alan müteahhit inşaata başlar. İmam ve cemaatin ricasına dil dökmesine, “Tapulu, imarlı, Başbakan’dan izinli mülküm size ne?” diyerek aldırış etmez. İmam ve cemaat çaresiz beddua üstüne beddua ederler. Her namaz sonrasında inşaatın önünde saf tutup bedduayı bağıra çağıra tekrar ederler. Ama inşaat son hızla devam eder. Nihayet genelevin boyası badanası da tamamlanır, odalar tefriş edilir, açılış günü ilan edilir vs…
Açılış günü ne olsa iyi? Yağmurlu bir gündür. Fırtına çok kuvvetlidir. Şimşekler çakmakta, gök yıldırımlarla yarılmakta, göz gözü görmemektedir. Derken genelevin çatısına yıldırım isabet eder, bina yanıp kül olur…
Başta İmam olmak üzere, cemaat hayatlarından memnun, mesrur, öyle sevinçliler. “Ya işte böyle. Bedduamızı duamızı yalvarmamızı kabul eden Allah adamı işte böyle yapar, cin çarpmıştan beter eder. Hamd olsun keremine inayetine!” nidalarıyla şükür namazına dururlar. Şükür namazı günler sürer, bir türlü ardı gelmez…
Genelev inşaatı kül olan müteahhit ise mahkemeye gider, imam ve cemaatten davacı olur, uğradığı zararın imam ve cemaatten faiziyle tahsil edilmesini talep eder. Gerekçesi hayli muhkemdir: “Her gün inşaatın önünde beddua ettiler, sonunda Allah dualarını kabul etti ve inşaatım yıkıldı, zararımı tazmin etmelerini istiyorum…”.
İmam ve cemaat şaşırırlar, tazminat ödemek işlerine gelmez. Bir çıkış yolu da bulamazlar. Sonunda ateist bir avukatın akıl vermesiyle şöyle savunurlar kendilerini: “Bu olayın bizim dualarımızla beddualarımızla ne ilgisi olabilir?.. Allah-ü Teala bedduamızı kabul ediyorsa, hayır dualarımızı da kabul eder ama bugüne kadar hiçbir bedduamız ve hayır duamız kabul olmadı. Dualarımızı kabul etse, böyle fakru zaruret yoksulluk içinde olur muyuz? Dualarımız kabul olsa, İslam ümmeti birbirini kırar mı? Biz her namaz sonrasında İslam ümmetinin barış ve refaha kavuşmasını niyaz ediyoruz ama her yerde Müslümanlar birbirlerini öldürüyor. Ölen de öldüren de tekbir getiriyor. Dolayısıyla şikâyetçinin iddiası yersizdir. Binası bizim bedduamızla yanmamıştır. Şikayetçi, çatısına kuru ahşapları dizmiş, yıldırımdan dolayı tutuşan tahtalar yanınca bütün binası yanmıştır. Tazminat talebinin reddine karar verilmesini talep ederiz.”Yargıç ne yapsın? Bir yanda genelev inşa eden müteahhit, karşılarında namazında niyazında imam ve cemaat. Aşağı tükürse sakal yukarı tükürse bıyık. İşin içinden çıkamamış. Sonunda şu hükme varmış, kapatmış dosyayı, istifa dilekçesini eklemiş:
“Nasıl bir hüküm vermem gerekir bilmiyorum. Ortada çok garip bir durum var… Taraflardan birisi duanın bedduanın gücüne inanan bir genelev sahibi; diğeri ise duanın gücüne inanmayan ve inkâr eden bir imam ve cami cemaati…”.
***
Dedim ya, rivayettir. Azıcık da olsa hakikat payı vardır.
Gündemdeki rezaletlerin utançların haberleri bu rivayetleri çağrıştırdı.
Gündeme ne kadar uymuştur, bilemiyorum.
Sağlıkla ve iyilikle kalın!
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilEmeğine sağlık döktürmüşün yine teşekkür ederim Çorum'dan sevgiler
YanıtlaSilTeşekkür ederim hemşo. Çok selam.
SilVaziyet bundan daha iyi nasıl anlatıla bilirdi ki? Yüreğine sağlık.
YanıtlaSilTeşekkürler dostum. Selamlar saygılar.
Sil