Söz temizliğe gelince, bizden temizi yoktur. İslam temizlik dinidir, Peygamber’in deyişiyle “Temizlik imanın yarısıdır, cennete ancak temiz olanlar girecektir.”
Rivayet odur ki, Peygamber’in nasihatine uygun olarak atalarımız hamamda yıkanırdı, misvak kullanırdı, şehirlerimiz tertemizdi. Atalarımız abdesthaneye sol ayakla girip sağ ayakla çıkarlardı; istibra ve istinca duaları okurlardı. Ülkemizi ziyaret eden ecnebiler atalarımızın temizliğine hayran kalırlardı. Çünkü diyar-ı küffarda temizliğe önem verilmezdi. Fransızların pek çok övündükleri Versay sarayında hamam ve hela yoktu. Paris’te, Londra’da evlerde tuvalet olmadığı için, oturağa çıkartılan kazurat pencereden sokağa ya da bahçeye boşaltılırdı. Ahali, başa isabet edecek kazurattan sakınmak için leğen genişliğinde şapka ile dolaşırdı. Pis koku parfümle bastırılırdı. Düğünlerde pis kokmaması için gelinlerin ellerine çiçek tutuşturulurdu...
***
Varsayalım ki geçmiş aynen böyle yaşandı, Avrupalı temizliği bizden öğrendi. Peki her konuda olduğu gibi geçmişle övünmenin, hamasetin bugüne ne yararı var? Bugün çok mu temiziz? Madem İslam temizlik dinidir, ahalinin yüzde 99’u Müslümandır; o halde ortalığı neden...?
Kadın erkek genç yaşlı fark etmiyor ama özellikle gençler. Parklarda, sahillerde geç vakitlere kadar bir şeyler yiyip içerek bağıra çağıra konuşuyorlar, kahkahalar atıyorlar, damardan müzik dinliyorlar, arada öyle küfürlü cümleler kuruyorlar ki anlatılır gibi değil. Sonra çitledikleri çekirdeklerin, yedikleri meyvelerin artıklarını, meşrubat kutularını, abur cubur ambalajlarını burunlarının dibindeki çöp bidonlarına boşaltmak yerine olduğu gibi bırakıyorlar.
Cadde ve sokaklarda aynı durum. Kentlerde caddelere yollara uluorta tükürüp sümkürenler, toplu taşım araçlarında (doğru düzgün yıkanmadıkları için) leş gibi kokanlar, sigara izmaritlerini, kâğıt parçalarını, çöpleri çöp bidonlarına değil mazgallara atan adamlar...
Hareket halindeki arabalarından yola sigara izmaritleri, kola ve bira kutuları, kullanılmış peçete atan magandalar...
İnşaat ve hafriyat artıklarını, molozları ormanlara, akarsulara boşaltan vahşiler...
Birkaç kişiyle sınırlı olsa, münferit denilir geçilir ama öyle değil. Milyonlarca maalesef. Temiz insanla karşılaşmak rastlantıya kalmış neredeyse.
***
Peki neden böyle davranıyorlar? Yaşadığı çevreyi kirletirken nasıl bu denli bilinçsiz, kötü, tahripkâr, umursamaz olabiliyorlar? Bir insanı çöpünü sokağa sahile oyun alanına atmaya iten nedir? Çöplükte mi doğdular? Ailelerinde hiç mi terbiye yok? Okul sıralarında hiç mi hayat bilgisi, çevre temizliği dersi almıyorlar? Erkekler askerde hiç mi mıntıka temizliğine çıkmadılar?
Eğitimsizlik yoksulluk tek başına açıklayıcı değil. Bu hoyratlıkları yapanların çoğunluğu elbette ilkokul mezunu. Türkiye ahalisinin ortalama tahsil düzeyi orta mektebin birinci sınıfına ancak yaklaşıyor. Ancak bizzat şahidim ki, yaşadığı yerleri çöplüğe çevirenler arasında yüksek tahsilli olanlar da var. Eski deyişle, tahsil cehaleti alıyor ama eşşeklik baki kalıyor. (Bu arada sevimli cefakâr dostlarımız eşekleri aşağıladığımın farkındayım. Ne yapayım ki kızgınlığımı anlatacak başka bir sözcük gelmedi aklıma.)
Yoksullukla da açıklanabilecek bir durum değil. Lüks otomobillerden yollara çöp atıldığına, lüks teknelerin denize saldığı sintine atığına her an rastlamak mümkün.
Eymir Gölü Ankara’nın nefes alınıp verilecek nadir alanlarından biridir. Eymir Gölü’ne ortalamanın üstünde gelire sahip eğitimli insanlar geliyor ama günün sonunda ortalık çöpten pislikten geçilmiyor. Eymir’in temizlik emekçileri her gün yolları, orman içini, gölü temizlemekle başa çıkamıyorlar. Eymir'in temizlik ve güvenlik emekçilerinin kulakları çınlasın.***
KENT KÜLTÜRÜ
Eşekler böyle davranmıyor, ortalığı çöplüğe çevirmiyorlar. Ortalığı çöplüğe çevirmemek için zengin ve yüksek tahsilli olmak gerekmiyor. Biraz kent kültürü, biraz görgü, biraz akıl yeter de artar bile. Zaten asıl sorun da bu; kent kültürünün, görgünün, aklın eksikliği yani.
Gel gör ki, kent kültürü, bir arada yaşama adabı bir anda oluşmuyor, asırlara yayılıyor. Çünkü şehir uygarlık demektir, kaliteli yaşam demektir. Şehirli odur ki, şehrinin tarihini, geleneklerini, efsanelerini, simgesel yapılarını ve anıtlarını bilir, şehrini sahiplenir ve korumaya özen gösterir.
Sonradan görme kentliler ise aslında kendilerini (nihayet göç edip yerleştikleri) şehrin parçası olarak görmezler. Öyle olunca da şehri bilme, tanıma, sahiplenme ve koruma isteği duymazlar.
Sonuçta şehir, çirkin beton blokların üst üste yığıldığı, lağım kokan mahalleler tarafından kuşatılmış olur. Parkların, oyun ve piknik alanlarının, ormanların, sahillerin çöplüğe çevrilmesi, akarsuların kirletilmesi, ormanların yakılması sonradan görme kentlilerin umurunda olmaz.
***
ABDESTLİ LÜMPEN FAŞİZM
Geçmiş, yazının başında anlatıldığı gibi yaşandıysa, bozulmanın alaturka lümpen arabesk kapitalizmle başladığı söylenebilir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yani.
Türkiye’nin lümpen kapitalizminde ne aslına uygun bir burjuvazi olabildi ne de proletarya. Öyle olunca da ne burjuva kültürü gelişebildi ne de proleter sınıf bilinci.
Sermayedarlar abdest alıp namaza durduklarında siyasetin ırası da aynı dönüşüme uğradı; eskinin elitist faşizminden abdestli lümpen faşizme geçildi. Ali Bulaç’ın ifadesiyle “sonradan görme, kısa yoldan zengin olmuş, hiçbir ilkesi değeri kalmamış Müslüman magandalar” siyasetin ağababaları reisleri oldular.
Elitist faşizmin amentüsü, haybeden atıp tutmaya dayalı hamasi milliyetçilik idi; abdestli lümpen faşizmin amentüsü sulandırılmış (light) şeriat.
Başlıktaki soruya dönersek: İslam temizlik diniyse, ekonomide, siyasette, toplumsal hayatta, kamusal alanda neden ortalığı...?
“Temizliği bizden öğrenen Avrupalı” bugün neden bizden daha temiz?
Aşağıdaki yazılarla birlikte okunması dileğiyle.