24 Nisan 2015 Cuma

ACI ACI AĞLAMAK!

Ermeni Soykırımı’nın üzerinden tam 100 yıl geçti. Az bir zaman değil. Dünya öyle çabuk değişiyor ki, artık köklü değişimler için 100 yıl gerekmiyor. Birkaç on yılda bile dünya alt üst olabiliyor. En basitinden neoliberal kapitalizmin şaha kalktığı 1980, Sovyetler Birliği bayrağının indiği 1991, kapitalizmin kâbesi İkiz Kuleler’in yıkıldığı 2001. Her birinde dünyanın alt üst olması için onlarca yıl bile gerekmedi.
Dünya hızla değişiyorken, aradan 100 yıl geçmesine karşın Türkiye’nin çok ama çok geniş bir toplum kesiminin 100 yıl öncesinde kalması, zihniyetinde milim değişme olmaması dehşet verici bir hakikat. Bu da gösteriyor ki, soykırımın acısı da utancı da çok taze, hiç ama hiç küllenmemiş.
Soykırım utancı ifadesi sözün gelişi. Etrafta 100 yıl önceki faciadan utanç duyanlar hakikaten parmakla sayılacak kadar az. Solcu olduğunu, CHP’ye oy verdiğini söyleyen kimseler bile soykırım tartışması açıldığında, “Ruslarla birlik olup bizi arkadan vurmuşlar. O şartlarda başka ne yapılabilirdi ki? Asıl Ermeni çeteleri bize soykırım yapmışlar.” diye saldırıya geçebiliyorlar. Öyle ki, tehcirde bir tek Ermeni’nin burnunun kanamadığını söyleyenler bile çıkabiliyor. Peşinden Balkanlar’daki Türk varlığının, Evladı Fatihan’ın kökünün kazındığı söyleniyor. Sohbet devam ederse, Ermeni nefretine Kürtlere nefret ve düşmanlık ekleniyor…
100 yıldır ülkeyi yönetenlerin inkârı devlet politikası haline getirmelerinin toplumda karşılığı var yani. O yüzden imparatorluk dağılırken, Türkiye Cumhuriyeti kurulurken etnik temizlikte ısrar edildi. Etnik arındırmayı Trakya’da Yahudi Pogromu, Varlık Vergisi ayrımcılığı, Rumlara karşı 6/7 Eylül terörü izledi. Sağ sol kutuplaşması döneminde resmi terörün hedefine komünistler ve işçiler (1 Mayıs), sivil faşist terörün hedefine Aleviler yerleştirildi. Kin nefret ve inkâra dayalı devlet politikası Hrant Dink cinayetinde de tüm çirkinliğiyle boy gösterdi. Katili kahraman ilan edildi, cinayeti azmettirenler karanlıkta bırakıldı…
***

Soykırım mı tehcir mi?
1915’te yaşanan faciaya ne demeli? Soykırım mı tehcir mi?
Sözcüklere takılıp kalmak ne acı. Soykırım dense ne olacak tehcir dense ne olacak. Tehcir dendiğinde facia hafifletilmiş sanılıyor. Oysa tehcir de başlı başına bir felaket. Üstelik soykırımın yöntemlerinden birini oluşturuyor.
BM Genel Kurulu’nun 9 Aralık 1948 tarihinde kabul ettiği Soykırım Sözleşmesi’ne göre millî, etnik, ırkî veya dinî bir grubu kısmen veya tamamen ortadan kaldırmaya yönelik aşağıdaki fiillerin her biri soykırım suçunu oluşturur:
a. Grup üyelerinin öldürülmesi,
b. Grup mensuplarında ciddî bedenî ve zihnî zarara sebep olma,
c. Grubun fizikî varlığını kısmen veya tamamen ortadan kaldırmaya yönelik olarak kasten yaşam şartlarını değiştirme,
d. Grup içinde doğumları önlemek amacıyla tedbirler dayatma,
e. Gruba mensup çocukları zorla başka bir gruba nakletme.

Sözleşmenin bu tanımı, 1915 faciasının ne olduğu konusunda uzun boylu araştırma zahmetine gerek olmadığını, vicdani ve ahlaki basit bir sorgulamanın yeterli olacağını gösteriyor.
Tüm kaynaklar, resmi belgeler ve araştırmalara göre, 1915 yılında Anadolu nüfusunun yüzde 10’dan fazlası Ermenilerden oluşmaktadır. Yani 1 milyon 500 bine yakın Ermeni. Bugünkü Ermeni sayısı ise 70 bin kadar. Soykırım değilse, kökü kazınmadıysa, 1 milyon 500 bin Ermeni nereye kayboldu?
Devir halkların birbirine kırdırıldığı devirdi. Müslüman ahali de çok evladını yitirdi. Ne ki devlet eliyle soykırıma uğratılan, kökü kazınan, Ermeniler oldu. Acılar yarıştırılmaz, devletin resmi yalanlarına kanıp “Asıl onlar soykırım yapmışlar” diye bir de üste çıkılmaz. İttihat Terakki çetesinin yaşattığı, sonrasında her türden siyasal kadronun inkâr yoluyla sahiplendiği utancı sürdürmek kimseye onur kazandırmaz.
Bu utanç kim bilir daha ne kadar sürecek? Siyaset ve diplomasi insanlığın yakasından düşmedikçe geçmişle dürüstçe yüzleşemeyeceğiz. Yaşar Kemal’in roman kahramanına söylettiği şu sözler de vicdani bir kıpırdanmaya yol açmıyorsa, facianın acısı ve utancı hiç küllenmeyecek demektir: “Annesi İsmail Ağa’ya şöyle öğütler: ‘Bir de senden dileğim, oğlum, o kasabaya gidersen, o Ermenilerden kalma evleri, tarlaları kabul etme. Sahibi kaçmış yuvada, öteki kuş barınamaz. Yuva bozanın yuvası olmaz. Zulüm tarlasında zulüm biter.” (Yaşar Kemal, Yağmurcuk Kuşu.)
Tabanı delik ayakkabısıyla hâlâ kaldırımda yatan Hrant Dink’in ve 1915 faciasında katledilenlerin anısı önünde saygıyla eğiliyorum.
***

Bu yazıyı okuma lütfunda bulunanlardan istirhamımdır.

Rakel Dink’in Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan “Acı acı ağlıyorum” yazısı ile Jiyan dergisinde yayımlanan “Türkiyeli Ermenilerden çağrı” başlıklı yazılar mutlaka okunmalıdır.

3 yorum:

  1. Değerli dostum.
    Aydınlatıyorsun. Kalemine, yüreğine sağlık.

    YanıtlaSil
  2. Çok teşekkür ederim Musa Çeçen dost. Görüşmek dileğiyle.

    YanıtlaSil
  3. kolay gelsin. teşekkürler.. güzel yazı okumak insanı güzelleştiriyor.

    YanıtlaSil