Ermeni Soykırımı’nın üzerinden
tam 100 yıl geçti. Az bir zaman değil. Dünya öyle çabuk değişiyor ki, artık
köklü değişimler için 100 yıl gerekmiyor. Birkaç on yılda bile dünya alt üst
olabiliyor. En basitinden neoliberal kapitalizmin şaha kalktığı 1980, Sovyetler
Birliği bayrağının indiği 1991, kapitalizmin kâbesi İkiz Kuleler’in yıkıldığı
2001. Her birinde dünyanın alt üst olması için onlarca yıl bile gerekmedi.
Dünya hızla değişiyorken, aradan
100 yıl geçmesine karşın Türkiye’nin çok ama çok geniş bir toplum kesiminin 100
yıl öncesinde kalması, zihniyetinde milim değişme olmaması dehşet verici bir
hakikat. Bu da gösteriyor ki, soykırımın acısı da utancı da çok taze, hiç ama
hiç küllenmemiş.
Soykırım utancı ifadesi sözün
gelişi. Etrafta 100 yıl önceki faciadan utanç duyanlar hakikaten parmakla
sayılacak kadar az. Solcu olduğunu, CHP’ye oy verdiğini söyleyen kimseler bile
soykırım tartışması açıldığında, “Ruslarla
birlik olup bizi arkadan vurmuşlar. O şartlarda başka ne yapılabilirdi ki? Asıl
Ermeni çeteleri bize soykırım yapmışlar.” diye saldırıya geçebiliyorlar. Öyle
ki, tehcirde bir tek Ermeni’nin burnunun kanamadığını söyleyenler bile
çıkabiliyor. Peşinden Balkanlar’daki Türk varlığının, Evladı Fatihan’ın kökünün
kazındığı söyleniyor. Sohbet devam ederse, Ermeni nefretine Kürtlere nefret ve
düşmanlık ekleniyor…
100 yıldır ülkeyi yönetenlerin
inkârı devlet politikası haline getirmelerinin toplumda karşılığı var yani. O
yüzden imparatorluk dağılırken, Türkiye Cumhuriyeti kurulurken etnik temizlikte
ısrar edildi. Etnik arındırmayı Trakya’da Yahudi Pogromu, Varlık Vergisi
ayrımcılığı, Rumlara karşı 6/7 Eylül terörü izledi. Sağ sol kutuplaşması
döneminde resmi terörün hedefine komünistler ve işçiler (1 Mayıs), sivil faşist terörün
hedefine Aleviler yerleştirildi. Kin nefret ve inkâra dayalı devlet politikası
Hrant Dink cinayetinde de tüm çirkinliğiyle boy gösterdi. Katili kahraman ilan
edildi, cinayeti azmettirenler karanlıkta bırakıldı…
***
Soykırım mı tehcir mi?
1915’te yaşanan faciaya ne demeli?
Soykırım mı tehcir mi?
Sözcüklere takılıp kalmak ne acı.
Soykırım dense ne olacak tehcir dense ne olacak. Tehcir dendiğinde facia
hafifletilmiş sanılıyor. Oysa tehcir de başlı başına bir felaket. Üstelik
soykırımın yöntemlerinden birini oluşturuyor.
BM Genel Kurulu’nun 9 Aralık 1948
tarihinde kabul ettiği Soykırım Sözleşmesi’ne göre millî, etnik, ırkî veya dinî
bir grubu kısmen veya tamamen ortadan kaldırmaya yönelik aşağıdaki fiillerin
her biri soykırım suçunu oluşturur:
a. Grup üyelerinin öldürülmesi,
b. Grup mensuplarında ciddî
bedenî ve zihnî zarara sebep olma,
c. Grubun fizikî varlığını kısmen
veya tamamen ortadan kaldırmaya yönelik olarak kasten yaşam şartlarını
değiştirme,
d. Grup içinde doğumları önlemek
amacıyla tedbirler dayatma,
e. Gruba mensup çocukları zorla
başka bir gruba nakletme.
Sözleşmenin bu tanımı, 1915
faciasının ne olduğu konusunda uzun boylu araştırma zahmetine gerek olmadığını,
vicdani ve ahlaki basit bir sorgulamanın yeterli olacağını gösteriyor.
Tüm kaynaklar, resmi belgeler ve
araştırmalara göre, 1915 yılında Anadolu nüfusunun yüzde 10’dan fazlası
Ermenilerden oluşmaktadır. Yani 1 milyon 500 bine yakın Ermeni. Bugünkü Ermeni
sayısı ise 70 bin kadar. Soykırım değilse, kökü kazınmadıysa, 1 milyon 500 bin
Ermeni nereye kayboldu?
Devir halkların birbirine kırdırıldığı devirdi. Müslüman ahali de çok evladını yitirdi. Ne ki devlet eliyle soykırıma uğratılan, kökü kazınan, Ermeniler oldu. Acılar yarıştırılmaz, devletin
resmi yalanlarına kanıp “Asıl onlar
soykırım yapmışlar” diye bir de üste çıkılmaz. İttihat Terakki çetesinin
yaşattığı, sonrasında her türden siyasal kadronun inkâr yoluyla sahiplendiği
utancı sürdürmek kimseye onur kazandırmaz.
Bu utanç kim bilir daha ne kadar
sürecek? Siyaset ve diplomasi insanlığın yakasından düşmedikçe geçmişle
dürüstçe yüzleşemeyeceğiz. Yaşar Kemal’in roman kahramanına söylettiği şu
sözler de vicdani bir kıpırdanmaya yol açmıyorsa, facianın acısı ve utancı hiç
küllenmeyecek demektir: “Annesi İsmail
Ağa’ya şöyle öğütler: ‘Bir de senden dileğim, oğlum, o kasabaya gidersen, o
Ermenilerden kalma evleri, tarlaları kabul etme. Sahibi kaçmış yuvada, öteki
kuş barınamaz. Yuva bozanın yuvası olmaz. Zulüm tarlasında zulüm biter.” (Yaşar
Kemal, Yağmurcuk Kuşu.)
Tabanı delik ayakkabısıyla hâlâ
kaldırımda yatan Hrant Dink’in ve 1915 faciasında katledilenlerin anısı önünde
saygıyla eğiliyorum.
***
Bu yazıyı okuma lütfunda
bulunanlardan istirhamımdır.
Rakel Dink’in Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan “Acı acı ağlıyorum” yazısı ile Jiyan dergisinde yayımlanan “Türkiyeli Ermenilerden çağrı” başlıklı
yazılar mutlaka okunmalıdır.
Değerli dostum.
YanıtlaSilAydınlatıyorsun. Kalemine, yüreğine sağlık.
Çok teşekkür ederim Musa Çeçen dost. Görüşmek dileğiyle.
YanıtlaSilkolay gelsin. teşekkürler.. güzel yazı okumak insanı güzelleştiriyor.
YanıtlaSil