20 Şubat 2015 Cuma

KEŞKE RÜYA OLSAYDI. NUH'UN DAHA YAPACAK ÇOK İŞİ VARDI!

Korkunç cinayetlerin, pisipisine ölümlerin sıradanlaştığı, toplumsal hayatımızın mütemmim cüzü haline geldiği bir coğrafyada yaşıyor olmak nasıl da kahredici!
Mersin’de vahşice katledilen Özgecan’ın acısını atlatamadan İstanbul’da "antifaşist" gazeteci Nuh Köklü’nün öldürülmesiyle sarsıldık. Peşinden başka cinayet haberleri geldi. Birinde yine parçalara ayrılmış kadın bedeni, diğerinde otomobil tekerleğiyle başı ezilmiş başka bir kadın.
Elbette toplumu en derinden sarsan cinayetler ilk kez işlenmiyor ülkemizde. Öldürülen kadın, erkek veya çocuk… Geçmişteki cinayetlerin de her biri yürek yakıcıydı ki, pek çoğu “faili meçhul” adı altında devlet gözetiminde ya da yardımıyla işlendi; hatırlatmaya gerek yok. Aradaki fark, 2000’li yıllarda işlenen cinayetlerden bazılarının toplumun hatırı sayılır bir kesimince “su yolunda kırılan testi” veya “laik hayat tarzının mukadder neticesi” diye mazur görülebilmesi. Özgecan cinayetine ilişkin paylaşımlarıyla dikkati çeken dandik türkücü ve dandik köşe yazarı ne yazık ki sapkın örnekler değiller, dini duyarlılıkla bu gibi cinayetleri mazur görebilen çoğunluğun göz önündeki temsilcileri.
***

Nuh Köklü ile şahsen tanışıklığım yoktu. Ben Ankara’da, Nuh İstanbul’da gazetecilikten ekmek yemeye çalışırken yollarımız kesişmedi. Aradaki bağımız aynı sendika çatısı altında olmaktan ibaretti. Nuh’un adını ilk kez Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın 2008 yılında Sabah/atv grubunda örgütlediği grev dolayısıyla duymuştum. Sendikanın 1994 yılında Hürriyet gazetesinden de tasfiye edilmesinden sonra, sendikal mücadele fikri medya emekçilerinin belleğinden neredeyse silinmişti. İşte Nuh, 2008 yılında Sabah/atv işyerlerinde grev önlüğünü giyen az sayıdaki basın emekçileri arasındaydı. TGS genel merkezinde yapılan danışma toplantısında, Sabah/atv grevcilerini “tanrılar dağından ateşi çalmaya yeltenen çağdaş Prometheuslar” diye nitelendirdiğimi anımsıyorum.
Sabah/atv grevi ne yazık ki başarıya ulaşamadı. Nuh Köklü ve grevciler işten atıldılar. Gözaltında dövülerek öldürülen gazeteci Metin Göktepe adına Evrensel gazetesinin düzenlediği Metin Göktepe Ödülleri’nde 2008 “Dayanışma Ödülü” Nuh ve arkadaşlarına verildi.
Kırılan grevin ardından Nuh bir ara NTV’de editör olarak çalıştı; 2014 Haziran ayında NTV’den de atıldı. Nuh’u NTV’deki işinden atanların cinayetin ardından “Yoksulluğu hayat tarzı olarak benimsemişti. Yoksuldu ama manen çok zengin bir adamdı, derviş gibi bir insandı.” diye timsah gözyaşı dökmeleri affedilir gibi değil; ama neylemeli ki devir onların devri…
İşsizlik günlerinde Nuh, Latin Amerika’da Che Guevara’nın güzergâhını adımladı. Nihayet İstanbul’da, TBMM gündemindeki sivil sıkıyönetim tasarısına karşı protesto eyleminin ardından Kadıköy’de kartopu oynayabilmenin sevincine doyamadan, dükkânının camına kartopu isabet eden esnaf tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Son nefesini verirken, “Keşke rüya olsa, daha yapacak çok şey var!” demiş.
***

Nuh’un ölüm haberi de Özgecan’ın ölüm haberi kadar sarsıcıydı. Ankara’da köyünde toprağa verileceği açıklanmıştı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın çağrısıyla, Çankaya Belediyesi’nin sağladığı araçlarla yola çıktık. Hiç beklemediğim bir kalabalık vardı. Nuh’u son yolculuğunda uğurlamak isteyenlerin kalabalığı, ülkenin her metrekaresine sinen, genç yaşlı kadın erkek herkesi tutsak alan kin ve nefret söylemine tepkinin ifadesiydi.
Sincan merkezde Nuh’un cenazesini aldıktan sonra köye hareket ettik. Yukarı Yurtçu Köyü, Ankara’ya 35 kilometre uzaklıkta. Hava çok soğuk ve kar yağışlı. Köye vardıktan sonra pankartlarla cami avlusuna yürüdük. ÇGD Başkanı Ahmet Abakay ve TGS Ankara Şube Başkanı Esra Koçak, Türkiye'nin cinayet ve şiddetin kol gezdiği ülke haline geldiğine dikkat çektiler; Nuh’un ‘Benim esnafım aynı zamanda polistir, alperendir’ söylemine kurban gittiğini vurguladılar.
ÖDP Genel Başkanı Alper Taş, CHP milletvekilleri Sezgin Tanrıkulu ve Hüseyin Aygün, Ankara Milletvekili Emine ÜlkerTarhan da cenaze törenine katılanlar arasındaydı. Cami hoparlöründen sürekli Kur’an okunuyordu. Yolculuk boyunca Nuh için son yolculuğunda neler yapabiliriz diye aramızda konuşmuştuk. Kartopu oynama fikri akla geliyordu; ama dini duyarlılıkla tepki çeker mi diye çekiniyorduk. Nihayet, (çekinerek de olsa) tabutuna kartopu bırakma önerisi ağır bastı. Cenaze namazı öncesinde tabuta kartopları ve kalemler bıraktık. Bir de ne görelim, anne Çiğdem Hanım da kartopu yapıp tabutun üstüne bıraktı. Nuh’un ablası Hüsniye ise “Kartopu cama değdi diye insan mı öldürülür! Camlar candan daha mı kıymetli!" diye ah etti.
***

Sıklaşan cinayetler gösteriyor ki, toplumsal bir cinnet yaşanmaktadır. Doymak bilmez sermaye birikiminin hırsızlığına ve faşizmine ideolojik ve sosyolojik perde olmak üzere “dindar ve kindar” nesiller yetiştirme projesi, toplumsal cinneti katmerlendirdi. Toplumsal cinnet, tek tek insanların günlük davranışlarına bile yansıdı. Devlet dairesinde, işyerinde, trafikte, durakta otobüs beklerken, alışveriş kuyruğunda, hayatın akla gelebilecek her anında bir cinnet ve delirmişlik hali var. En kötüsü de cinnetin şiddete dönüşüyor olması. Nuh Köklü’yü böyle bir cinnete ve şiddete kurban verdik.
Nuh’u kar yağışı altında çok soğuk bir Ankara gününde toprağa verdik. Keşke bir rüya olsaydı! Uyandığımızda işsiz de olsa Nuh hayatına devam ediyor olsaydı.



9 Şubat 2015 Pazartesi

KARŞI İDDİANAME

ANKARA 33. ASLİYE CEZA MAHKEMESİ’NE

MAHKEMENİZDE BAKILAN 2014/1686 NOLU DOSYAYA DAİR BEYANIMDIR

Sayın Mahkeme Heyeti,
Sözlerime başlamadan önce heyetinizi ve davanın tüm taraflarını saygıyla selamlıyorum.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Basın Bürosu’nun hazırladığı 2014/171 nolu iddianamede şahsıma yöneltilen suçlama dolayısıyla huzurunuzda bulunuyorum.
Hakkımda bir dava açıldığını 1 Ekim 2014 günü cep telefonuma gönderilen mesajla öğrendim.
Gönderilen mesajda, “Ankara 33. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2014/1686 sayılı dosyasında 10 Şubat 2015 günü saat 10.00’da duruşmanız vardır. Gelmediğiniz takdirde zorla getirtileceğiniz ihtar olunur.” deniliyordu.
Mesaj bu kadarcıktı, dosya içeriği hakında bilgi verilmemişti. Kendi kendime düşündüm. Gazeteciyim, yazı yazıyorum. Acaba bir yazımdan dolayı birileri alınganlık mı duydu?
Hemen adliyenin yolunu tuttum. Meğer Berkin Elvan’ın ölümünü protesto etmek için 13 Mart 2014 günü Kızılay’da toplanan gençlere tazyikli su sıkan TOMA aracını, yersiz ve orantısız güç kullanmaması yönünde uyardığım için hakkımda dava açılmış.
Dosya içeriğini, hakkımdaki suçlamayı öğrendikten sonra kapıldığım şaşkınlığı ve üzüntüyü anlatamam. Yanlış anlaşılmasın, üzüntüm, hakkımda üç yıla kadar hapis cezası istenmesinden değil. İlk defa yargılanmıyorum. Yargılandığım davaların tümü beraatle sonuçlandı. Hatta bir keresinde haksız yargılamadan dolayı devlet bana manevi tazminat ödedi. Üzüntüm, ülkemizde hukuk devleti mücadelesinin geldiği nokta dolayısıyladır. Şaşkınlığım da doğrudan bununla ilgilidir. Şaşkınlığım, Berkin Elvan’ın katilleri hakkında neredeyse iki yıldır iddianame bile düzenlenmemişken, cinayeti protesto edenlere güç yetirilebilmesinedir.
Şaşkınlık ve üzüntü içindeyken kendi kendime düşünmeden de edemedim Acaba İçişleri Bakanı olsam ve adım nüfuz suiistimali ve rüşvet skandalına karışsa, oğlumun evinde yapılan aramada bir dizi kasa ve kaynağı belirsiz para çıksa, hakkımda iddianame düzenlenir miydi?
Veya Avrupa Birliği’nden sorumlu Devlet Bakanı olsam, elbise takımı ve çikolata kutusu içinde yüzbinlerce dolar rüşvet aldığıma ilişkin görüntüler ortaya çıksa, hakkımda soruşturma açılıp iddianame düzenlenir miydi?
Bu sorulara yanıt bulamadan bu kez başka bir soru beynimi kemirmeye başladı. Çevre ve Şehircilikten Sorumlu Bakan olsam, adım imar yolsuzluğu ve usulsüzlüğü iddialarına karışsa, savcılar yakama yapışıp iddianame yazarlar mıydı?
Sorular üst üste geliyordu aklıma. Ekonomi Bakanı olsam, 28 seferde toplam 52 milyon dolar rüşvet aldığıma dair konuşma tapeleri ve görüntüler ortaya çıksa hakkımda soruşturma açılır mıydı?
Banka müdürü olsam, evimde ayakkabı kutuları ve banyo kesesi içinde istif ettiğim milyonlarca dolar rüşvet parası yakalansa, hakkımda iddianame yazacak yürekli bir savcı çıkar mıydı?
Sorulardan bunalmışken, Berkin Elvan için yapılan protesto gösterileri sırasında TOMA’yı yersiz şiddet uygulamaması yönünde uyardığım için hakkımda iddianame düzenlendiğini hatırlayıp kendime geldim. 
Bu noktada iddianameye yanıtıma geçmeden önce bir karşılaştırma yapmak istiyorum.
Berkin Elvan Gezi Direnişi günlerinde 16 Haziran 2013 sabahı, ekmek amak için evinden çıktı ve bir daha evine dönmedi. Soruşturma dosyasından medyaya sızan bilgilere göre, Berkin polisin attığı gaz fişeğiyle vuruldu, 269 gün can çekiştikten sonra 11 Mart 2014 günü öldü.
Benzer bir cinayet Yunanistan’da da işlenmişti. Atina’daki cinayete kurban giden Alexandros Grigoropoulos vurulduğunda, Berkin ile aynı yaştaydı.
Alex 2008’de Atina’da anarşist gençlerin toplandığı meydanda polis tarafından öldürüldü.
Berkin 2013’te İstanbul’da ekmek almak için evinden çıktı, polisin attığı gaz fişeğiyle vuruldu.
Yunanistan’da Başbakan özür diledi. Türkiye’de Başbakan, Berkin’in anne babasını seçim meydanlarında yandaşlarına yuhalattı.
Yunanistan’da İçişleri Bakanı istifa etti. Türkiye’de İçişleri Bakanı rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasında yargılanmaktan siyaseten kurtuldu.
Atina Valisi gereksiz açıklama yapmadı, katil polisi adalete teslim etti. İstanbul Valisi lüzumsuz açıklamalarıyla acılı insanları çileden çıkardı, polisi yargıya teslim etmedi.
Yunanistan’da polis kasten adam öldürmekten yargılandı, ömür boyu hapse mahkûm edildi. Türkiye’de neredeyse iki yıl oldu, Berkin’in soruşturma dosyası hâlâ mahkemeye ulaşmadı.
Berkin’in soruşturma dosyası mahkemeye ulaşsa ne olacak ki?
Ne olacağı Gezi Direnişi günlerinde öldürülen gençlerle ilgili yargılamalardan bellidir. Benzer cinayetler karşısında kamu yöneticilerinin tutumlarının ülkeden ülkeye değişmesi, Türkiye’deki tutumun zalimlikten başka bir şey olmaması kahredicidir.
Bu vesileyle Türkiye’nin tarihine özgün bir sivil itaatsizlik ve barışçı direniş eylemi olarak geçen Gezi Süreci’nde katledilen gençler Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz, Abdullah Cömert, Mehmet Ayvalıtaş, Ahmet Atakan, Medeni Yıldırım ve Berkin Elvan’ı sevgiyle anıyorum.

Not: 23 Sayfalık karşı iddianamenin ilk sayfasıdır.