12 Şubat 2016 Cuma

DEVLETİN TEMELİNDEKİ DİNAMİT

Başbakan Ahmet Davutoğlu zaman zaman doğru şeyler söyleyebiliyor. Törenlerde hamasi şiir okutulan ilkokul çocuğunun hayalciliğine kapılmadığı veya Tayyip Erdoğan’ı doğrulamak zorunda olmadığı durumlarda demokrat siyasetçi profili çizebiliyor. Tabii, duran saatin günde iki kez doğruyu göstermesi gibi Davutoğlu’nun da arada sırada doğru şeyler söylediği de düşünülebilir.
Öyle ya da böyle arada bir demokratlığı tutuyor Ahmet Davutoğlu’nun! Örneğin seçim kampanyası sırasında Ermeni, Rum, Süryani, Keldani, Bulgar ve Musevi azınlık temsilcileriyle görüşmesinde hayli demokrat, ayrımcılıktan uzak mesajlar vermişti. Azınlık kavramını (Lozan’da olsa bile) sosyal hayattan silmeye kararlı olduklarını, bu anlamda Türkiye'de özgürlükçü bir anlayışı inşa ettiklerini söylemişti. Hatta hızını alamayıp demişti ki, “Kim vatandaşlık kimliğinin ötesinde, salt azınlık kavramı üzerinden vatandaşlar arasında 'esas vatandaş', 'ikinci sınıf vatandaş' ayrımı yapar, o devletin temeline dinamit koymuş olur.
Davutoğlu azınlık sözcüğüyle yetinmeyip etnik, dinsel, cinsel, kültürel sözcüklerini de ekleyip her türlü ayrımcılığa karşı çıksaydı daha bir demokrat mesaj vermiş olurdu. Neyse, bu kadarı bile takdire şayandır.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, kapalı görüşmeler dışında seçim mitinglerinde de polemikten uzak durduğu anlarda kendi ölçütleriyle demokrat sayılabilecek mesajlar vermeye gayret ediyordu. Örneğin Ağrı ve Muş mitinglerinde,  “Bu milleti bölmek isteyenlere fırsat vermeyeceğiz. İster Muş ovası ister Konya ovası, hepsi bizimdir. Bir ayrım gözetirsem, Allah bu canı bizden alsın.” diye vurgulamıştı.
Bu vesileyle belirtmeli ki, Davutoğlu yemin ederken dikkatli olmalı, ağzından çıkanı kulağı duymalı. Kendi namusu ve şerefi üzerine yemin etmesi yeterliyken, söylediğine kendisi de inanmayan siyaset bezirgânları gibi öyle ikide bir yeminlerinde Allah’ı yükümlülük altına sokmamalı. Bakarsın, bu gibi yeminlere genellikle sessiz kalan Allah’ın kendisine yüklenen görevi yerine getireceği tutar, durduk yerde memleket Başbakansız kalır!
***

Ahmet Davutoğlu’nun ettiği yemin tutar, memleket başbakansız kalır mı kalır! Zira Davutoğlu ayrımcılığı ortadan kaldıran özgürlükçü bir anlayış inşa ettiklerini öne sürse de, devlet düzeni hiç de özgürlükçü bir anlayışa dayalı değil. Tam tersine devletin temelinde hiç abartısız dinamit kuyusu var; başka bir ifadeyle devlet, dinamit fıçısının üzerinde duruyor. Kuyu, fıçı, ağzına kadar kendine Müslümanlık, kendine demokratlık, ayrımcılık ve hatta nefret suçu dinamitleriyle dolu.
Örneğin Davutoğlu’nun Başbakan olarak ayrımcılığa karşı rahatlatmaya çalıştığı Hıristiyan ve Musevilerin durumu. Zaten toplam nüfusu birkaç yüz binlere kadar düşmüş olan gayrimüslimlerin ayrımcılığa maruz kalmadıkları, kendilerini baskı altında hissetmedikleri söylenebilir mi? Uzun boylu gerilere gitmeye, tarihten kanıtlar getirmeye ne gerek var! Azınlık demek zaten ayrımcılık demek. İslam adına siyaset yapan politikacıların hemen her gün ağızlarından kaçırdıkları söylemler, İslamcı medyanın ayrımcılık ve nefret suçu yüklü yayınları gayrimüslim insanlarımızı fazlasıyla tedirgin ediyor, can korkusuna bile düşürebiliyor.
Mesela Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Affedersiniz Ermeni” söyleminden Ermenilerin veya öteki gayrimüslimlerin rahatsız olmadıkları düşünülebilir mi? Bu sözler, gayrimüslimlerin belleğine ayrımcılık ve nefret ifadesi olarak kazındı. Zira Erdoğan’ın sözleri dil sürçmesi değil, fıtratındaki cibilliyetindeki hamlığın, ayrımcılığın, ötekileştirmenin ifadesiydi. Ne kadar tevil edilirse edilsin, gerçek budur. Erdoğan’ın ve “dava” arkadaşlarının hemen her fırsatta atıf yapıp vurguladıkları inanç, insanları “mü’min/kâfir” diye ayırmak, kâfirleri düşman bellemek, en iyimser ahvalde zimmi statüsü lütfetmek üzerine kuruludur. 
Erdoğan ve bendeleri, “Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır.” (Sofra/Maide 51) ayetini ve benzeri hadisleri herhalde süs olarak görmüyorlardır. Öyle bir inanç ki, sadece farklı inanç mensuplarını ötekileştirmekle kalmıyor, “Küfrü imana tercih ederlerse, babalarınızı ve kardeşlerinizi bile dost edinmeyin” (Tevbe, 23) diye emrederek, aile bireylerine bile düşmanlık öğütleyebiliyor!
Erdoğan, Davutoğlu ve bilumum “dava” arkadaşları nasılsa, medyaları da öyle. Kutsal kitabın ayrımcılık emirlerini süs olarak görmedikleri ortada ki, ana muhalefet partisi sözcüsü Selin Sayek Böke’nin baba tarafından inanç kökenini suç veya kabahatmiş gibi gazete manşetinde yaftalamaya hiç ama hiç utanmadılar. Seçmenlerin yüzde 70’ini barındıran ümmetçi milliyetçi siyaset dünyasından bir kişi de çıkıp, ‘bu ne utanmazlıktır’ diye ayıplamadı. Ne Cumhurbaşkanı ne Başbakan ne de sözüm ona Müslüman demokrat dava arkadaşları. Hiç biri, inanç ayrımcılığını ve ötekileştirmeyi kınamaya gerek görmedi. Acı da olsa, sol ve demokrat siyasetin hiçbir zaman akıldan çıkarmaması gereken hakikat ne yazık ki budur. Yani seçmenlerin yüzde 70’inin barındığı ümmetçi milliyetçi siyaset ve medya dünyasının inanç ayrımcılığını, inanç üzerinden ötekileştirmeyi utanç saymaması.
***

Hemen her gün her ortamda rastlanabilecek bu gibi ayrımcılık ve nefret suçu pratikleri, bir avuç kalmış gayrimüslimlerin nasıl bir kuşatma altında olduklarını, nasıl boğucu bir atmosferde nefes alıp vermek zorunda kaldıklarını yeterince gösteriyor.
Aleviler, Kürtler, kadınlar ve eşcinsellerin durumu da gayrimüslimlerin durumundan çok farklı değil.
İstiklal Savaşı sırasında verilen sözlerin tutulmaması ve katliamların ardından bir ara ana dilleri bile yasaklanan Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakkına karşı barbarlık ve iki yüzlülük;
Alevilere yönelik kültürel dinsel soykırım, inkâr ve asimilasyon;
Kadınların sorunlarını başlarını örtüp örtmeyeceklerinden ibaret sayan akıl tutulması;
Eşcinsellere hayatı zindan eden heteroseksüel zulüm...
Ayrımcılık fıtratlarına öylesine işlemiş ki, darbeler ve mağdurları ve hatta kitlesel katliamların kurbanları arasında bile ayrımcılık. Sadece kendisine yandaş olanları darbe mağduru saymak hamlığı. Darbelerin asker mağdurları ve muhalifleri arasında yaptıkları ayrımcılığı telafi etmeye bir türlü yanaşmıyorlar. TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu’nun hazırladığı 1404 sayfalık rapor, AKP’nin ayrımcılık ve kendine tarih yazımının başyapıtı olarak tarihe geçti.
Sözün özü, toplumun ve devletin temelinde hiç abartısız dinamit kuyusu vardır; başka bir ifadeyle devlet ve toplum, dinamit fıçısının üzerinde durmaktadır. Kuyu, fıçı, ağzına kadar kendine Müslümanlık, kendine demokratlık, ayrımcılık ve hatta nefret suçu dinamitleriyle doludur.
En acısı da din iman vatan millet dendiğinde aklı iptal eden çoğunluğun, içinde debelendiği ayrımcılık ve nefret kuyusunda hayatı kendisine de zehir ettiğinin farkında olmamasıdır.
Ümmetçi milliyetçi çoğunluğun dinden bağımsız, ayrımcılığa kapalı gerçekten laik bir demokrasi inşasının kendisi için de kurtuluş olacağı bilincine yakın gelecekte erişeceğinin işareti görünmemektedir ne yazık ki.