26 Kasım 2022 Cumartesi

İHVANCI HAYALİN İFLASI YA DA “GRAND STRATEJİ"

AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ne maharetli diplomasi sihirbazıymış da haberim yokmuş. Daha doğrusu matbuat ahalisinin çoğu biliyormuş da ben bilmiyormuşum. Sağ olsunlar, yozdaş medya personeli yazdı da ben de haberdar oldum Erdoğan’ın diplomasi maharetinden. Meğer Erdoğan, “Grand Strateji” üstadıymış. Dahası, “Pro-aktif diplomasi” uyguluyor, kendisine karşı da “Uzun Oyun Stratejisi” uygulanıyor…

***

Grand Strateji, Uzun Oyun Stratejisi, Pro-aktif diplomasi… Bunlar da nereden çıktı?

Hani Erdoğan “bu can bu tende oldukça yüzü yüzüme rast gelmesin, ne cenazeme ne mezarıma” diplomasisi(!) uyguluyordu; dünya yıkılsa yüzüne bakmaz, elini sıkmaz, aynı masaya oturmazdı ya.

Örneğin İsrail liderleri; öldürmeyi iyi bilirlerdi.

Mesela Suudi Arabistan veliaht prensi Muhammed Bin Selman (MBS). Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın Suudi Arabistan İstanbul Başkonsolosluğu’nda vahşice katledilmesinin emrini veren kişi. Erdoğan medyasında manşetten yıllardır “Katil Prens” başlıklarıyla hedefteydi.

Birleşik Arap Emirlikleri (BAE). Suudilerle birlikte 15 Temmuz darbe girişiminin finansörü; manşetten “Şerefsiz bunlar” diye yaftalanıyordu.

Mısır Devlet Başkanı Abdülfettah El Sisi; İhvancı Mursi’yi darbeyle devirmişti. Erdoğan “Benim için Mısır’ın Cumhurbaşkanı Mursi’dir. BM’de Sisi ile aynı masaya oturmadım. Oturursam kendimi inkâr ederim” demişti. Hatta, aradan altı yıl geçtikten sonra 2019 İstanbul belediye seçiminde meydanlarda “Sisi mi, Binali Yıldırım mı?” diye sormuştu…

Yıllara yayılan bu posta koymalar muhafazakâr mahallede İslamcı siyasetin icabı “ilkeli dik duruş” olarak alkışlandı, efsaneye dönüştürüldü. Son üç beş ayda ise alkışların övgülerin yerini derin hayal kırıklığı ve eşine az rastlanır oportünizm aldı. Çünkü Erdoğan, “öldürmeyi iyi bilirsiniz, katil, şerefsiz, darbeci” dediklerinin hepsiyle kucaklaştı, musafaha yaptı.

***

Musafahanın ilk perdesinde dışişleri bakanları, meclis başkanları ziyaretlerinin ardından Erdoğan BAE’ye gitti. BAE’nin Türkiye’deki dinamik yatırım ortamına büyük katkılar sağladığını ifade eden Erdoğan, “Ziyaretimizin amacı bu potansiyeli hızlıca hayata geçirmektir” diyerek 13 anlaşmaya imza attı (14 Şubat 2022).

Kucaklaşma sırası İsrail’deydi. İsrail Cumhurbaşkanı İsaac Herzog Ankara’ya geldi. Erdoğan “Bu ziyaretle beraber ikili ilişkilerimizi, geleceğe yönelik çok daha fazla bir zemine olumlu istikamette oturtmanın gayreti içinde olacağız” dedi (9 Mart 2022). Ardından Erdoğan New York’ta İsrail Başbakanı Yair Lapid ile görüştü.

Musafaha sırası Cemal Kaşıkçı’nın katiline gelmişti. Önce Kaşıkçı davası dosyası Suudi Arabistan’a devredildi (7 Nisan 2022). Hemen ardından Erdoğan, Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz Al Suud’un davetlisi olarak Riyad’a gitti; “Hadimü’l Haremeyn’in daveti üzerine Suudi Arabistan’a ziyaret gerçekleştirdik. Tarihi, kültürel, beşeri bağlara sahip iki kardeş ülke olarak aramızdaki her türlü siyasi, askeri, ekonomik ilişkilerin artırılması ve yeni bir dönemin başlaması için gayret içerisindeyiz” dedi (29 Nisan 2022).

Bu ziyaretin ardından “katil prens” MBS Ankara’ya geldi. Erdoğan MBS’yi öyle bir karşıladı, kucakladı, ağırladı ve uğurladı ki; o yaştaki bir insan ancak evladını öyle kucaklar. Öylesine bir musafaha ve muhabbet yani. Resmi açıklamada “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Veliaht Prens Muhammed bin Salman bin Abdülaziz Al Saud arasında resmi görüşmeler, iki ülke arasındaki mükemmel ilişkilerin derinliğini bünyesinde barındıran samimiyet ve kardeşlik ortamında gerçekleştirilmiştir” denildi (21 Haziran 2022).

Nihayet musafaha sırası Mısır’ın “zalim, darbeci” lideri Sisi’ye geldi. Erdoğan, Katar Emiri’nin moderatörlüğünde Doha’da Sisi ile tokalaştı (20 Kasım 2022). Öyle sıradan bir el sıkışma değil. Erdoğan iki eliyle kavramış Sisi’nin elini, öylesine muhabbetli ve mütebessim! Mabeyin gazetecilerinin sorusu üzerine “Temennim odur ki, bakanlarımızla başlayan süreci, daha sonra inşallah üst düzey görüşmelerle iyi bir noktaya taşıyalım istiyoruz” diye açıkladı el sıkışmasını.

Musafaha sırasında şimdi “katil Esed” var. Erdoğan, “Esad ile görüşme olabilir, siyasette küslük dargınlık olmaz. Eninde sonunda uygun şartlarda adımları atarız” diyor.

***

YAZIKLAR OLSUN MÜSLÜMANLARA MI?

Dediğim gibi, Erdoğan’ın bu musafahaları kucaklaşmaları şeriatçı mahallede hayal kırıklığı yarattı. Kendisi de hayal kırıklığı yaşıyor mu, bilemiyorum. Ama aklını dimağını şeriatla, İslam enternasyonalizmiyle, hilafetle bozmuş İslamcılar derin hayal kırıklığı içindeler.

Örneğin, Akit Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Ali Karahasanoğlu, “Yazıklar olsun biz Müslümanlara! Keşke o fotoyu görmeseydim! O fotoğrafı görünce yıkıldım” diyerek kayda geçirdi hicranını. Şeriatçı misyoner Hakan Albayrak da, Erdoğan’ın Sisi ile çift elle tokalaşmasını “bağrına taş basarak sineye çektiğini” yazdı. Ahmet Taşgetiren ise ona buna bağırarak dış politika yapılamayacağını, “reel” ile “ideal”i dengelemek ve dünyanın şartlarını da göz önüne almak gerektiğini söyleyerek teselli etmek istedi ama nafile. İslamcı şeriatçı mahallede derin bir hüzün ve “gücümüz yetmedi” ağlaşması var.

Oysa bu denli ağlaşmaları gerekmiyordu. İktidar beslemesi diğer medyalardaki yozdaşlarına baksalar, kendilerini rahatlatacak izahatı bulmakta hiç zorlanmazlardı.

Örneğin Hürriyet Gazetesi personeli Abdülkadir Selvi’ye göre, hayal kırıklığına ne gerek var? Erdoğan’ın kucaklaşmaları “Grand Strateji” gereği. Yani Büyük Strateji! (Abdül’ün kulağına bu tumturaklı sözcükleri kim fısıldadı, merak ediyorum.)  Grand Strateji’de Erdoğan’ın attığı adımlar dış politikadaki kazanımları hazmetme ve bir statükoya kavuşturma çabası. Bu çaba, Putin’in ev sahipliğinde Esed ile kucaklaşmayla taçlanacak.

Sabah Gazetesi’nden Prof. Dr. Burhanettin Duran’a göre de, Erdoğan’ın kucaklaşmaları “pro-aktif diplomasi”. Yani Erdoğan hem Ukrayna krizinde arabulucu oluyor hem ikili ilişkileri toparlıyor hem de “Siyasette küslük olmaz” diyerek Sisi’den sonra Esed ile görüşmeye hazırlanıyor…

Yine Sabah Gazetesi’nden Bercan Tutar ise, “CIA’nın ‘Uzun Adam’a karşı ‘Uzun Oyun’ Stratejisi” geliştirdiğinden söz ediyor. Bercan’a göre Kemal Kılıçdaroğlu’nun resmi kurumlara ani baskınları ve bu kurumları itibarsızlaştırma girişimleri, Türk Tabipleri Birliği’nin TSK’ya yönelik kimyasal silah iddiası, Taksim’deki saldırının PKK/YPG tarafından yapılmadığı görüşü “Uzun Oyun Stratejisi” kapsamındaki faaliyetler…

***

SUYA DÜŞEN HİLAFET HAYALİ

Grand Strateji, Pro-aktif diplomasi, Uzun Oyun Stratejisi… Daha neler neler…

Dediğim gibi, süzme şeriatçı mücahitler ağlaşmak yerine bitişik komşu yozdaşlarının sayfalarına ekranlarına baksalar, moral bozukluğunu hayal kırıklığını dengeleyecek, kendilerini rahatlatacak izahatı fazlasıyla bulurlardı. Ama akılları dimağları İhvancı İslam enternasyonalizmiyle bloke olduğundan bu gibi kavramlar akıllarına gelmedi; bundan sonra da gelmez.

Şu da aşikâr ki, yozdaş medyanın kanaat bezirgânları Erdoğan’ın U dönüşlerini ne kadar yüceltirlerse yüceltsinler, -kendileri de biliyorlar ki- ortada ne Grand Strateji var ne de Pro-aktif diplomasi. Olan biten, dış politika ve diplomasi yerine ikame edilmiş İhvancı İslamcı hayalin iflasıdır.

Neydi o hayal? Özetle, dirilen Osmanlı’nın mirasçısı Türkiye İslam dünyasının lider ülkesidir, Erdoğan veya Türkiye’nin başkanı her kimse o da halifesidir. Yanı sıra İslam ortak pazarı, İslam dinarı filan. Necmettin Erbakan’ın başlattığı Milli Görüş hareketi içinde Erbakan’ın kendisi, Erdoğan ve arkadaşları hep bu hayal ve heyecan ile siyaset yaptılar.

Arap Baharı sürecinde nasıl da canlıydı o hayal! 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde kimi solcuların “akşama kalmaz” dedikleri devrim kadar yakın bir hayaldi İhvancı enternasyonalizm ve hilafet. Kobani düştü düşecekti, birkaç haftaya kadar Şam’da Emevi Camii’nde şükür namazı kılınacak, Selahaddin Eyyubi’nin kabri başında Fatiha okunacaktı. Ama olmadı, olacağı yoktu zaten. Karahasanoğlu Ali’nin de belirttiği gibi güç yetmedi bu hayali gerçekleştirmeye.

***

MURSİ ŞEHİT ERDOĞAN GAZİ

Erdoğan’ın bu hayali gerçekleştirmesi mümkün değildi. Arap Baharı kışa evrildi, Mısır’da darbe ile devrilen İhvan hiçbir Arap ülkesinde tutunamadı; Filistin'de HAMAS yönetimindeki Gazze şeridine kadar daraldı, liderleri müritleri Türkiye’ye sığındılar. İhvancılar, “Mursi şehidimiz Erdoğan gazimiz” tesellisiyle ağlaşırken, devletler arası siyasetin kadim kanunları hükmünü icra etti, gecikerek de olsa Erdoğan bu fotoğrafları vermeye mecbur kaldı. Ne için? Suud hanedanından, BAE ve Katar’dan gelecek üç beş milyar dolar borç, swap vs karşılığında. Değer miydi? İhvancı hayal bu denli ucuz mudur, bilemem.

Türkçe’de bu gibi durumlara uygun hayli özdeyiş var. Tükürdüğünü yalamak, kirlettiği testiden su içmek, bükemediği bileği öpmek, kof kabadayılık vs… Nitekim Sisi ile musafahadan bu yana muhalefet gün aşırı bu özdeyişleri Erdoğan’ın başına kakıyor. Kof kabadayılık hariç, hepsi de uyar ama sorun bu tür sığ eleştirilerin çok ötesinde. İlk kez Erdoğan’ın başına geldiği de söylenemez. Erdoğan’ın farkı, kararlarının ve attığı adımların merkezindeki İhvancı zihniyet nedeniyle (kör parmağım gözüne) kabul olmayacak duaya durması, rüyaya dalması ve bunu dış politika yerine ikame etmesi. Türkiye çok zararını gördü bu “pro-aktif” ihvancılığın; bölge halklarına da çok kan ve gözyaşı döktürdü. Sonuçta devletler arası siyasetin kanunları, devletler arasında ezeli/ebedi dostlukların değil çıkarların olduğu yasası, dış politikada Firavun/Musa masallarıyla edilen duaya yer olmadığını sert bir şekilde anımsattı; “öldürmeyi iyi bilen” İsrail liderleriyle, “şerefsiz” BAE yönetimiyle, “katil” Suudi prensiyle, “darbeci zalim” Sisi ile Erdoğan’ı kucaklaştırdı. Sırada, “kendi halkını ve şehirlerini bombalayan” Esed ile kucaklaşma var. İşin tuhafı, Sisi “Aman ne iyi oldu Erdoğan ile tokalaştım” havasında olmadığı gibi Esad da Erdoğan’ın uzattığı eli tutmaya nazlanıyor. Neredeeen nereye!

Aslında Erdoğan’ın rüyası Gezi direnişiyle sona ermişti. Türkiye’de Gezi direnişi sonuçsuz kaldı ama hemen ardından Mısır’da İhvan darbeyle devrildi. Erdoğan, canlı yayında İhvan liderinin kızı Esma için göz yaşı dökerken kâbusa dönen kendi rüyasına da ağlıyordu.

Rüya sona erdi, sabahı şerifleriniz hayrolsun Erdoğan! Gerçeğin çölüne hoş geldin! Değmezdi üç beş milyar dolar borç gelecek diye fani dünyanın oportünizmine bel bağlamak. “Kendimi inkâr etmiş olurum” sözlerini anımsıyor musun? Hakikaten değmezdi yalan dünya siyasetine. Geçmiş olsun! Oysa, ne güzel laiklik tavsiye ediyordun İslam coğrafyası liderlerine. Mısır’a gittiğinde “Devlet tüm inanç gruplarının inancını teminat altına alır. Hepsine eşit mesafededir. Hatta hatta daha ileri gidiyorum dinsizin bile, ateistin bile inancına devlet saygı duyacaktır. Onu da güvence altına alacaktır. Laik devlet budur” demiştin. Hatırladın mı? Ölü gözünden yaş imam evinden aş çıkmayacağı özdeyişine karşın bir temenni işte: Keşke başkalarına tavsiye etmekle kalmayıp Türkiye’de inşa etseydin laikliği. Keşke Araplar ve Müslümanlar arasındaki anlaşmazlıklarda taraf olmak yerine arabuluculukla yetinseydin. Baki selamlar.


19 Kasım 2022 Cumartesi

AKP’NİN SÜNNİ AÇILIMINA TEPKİ

Alevi Katılım Partisi AKP’den seçimler öncesinde Sünnilere mavi boncuk 

- Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde 'Sünni Kültür ve Cami Başkanlığı' kuruldu.

- Camilerdeki hizmetlerin maliyeti devlet tarafından karşılanacak.

- Hoparlörle ezan yasağının kaldırılması, Ramazan Bayramı’nın resmi tatil ilan edilmesi planlanıyor.

- Cumhurbaşkanı Haydar Zülfikâr: “Herkesten daha fazla Sünniyiz!

- Sünni paketine şeyhlerden ve imamlardan tepki: “Hükümet samimi değil. Çözüm eşit yurttaşlıkta, laiklikte ve demokraside!

ANKARA (SÜNAJANS)- İktidardaki Alevi Katılım Partisi AKP’nin Sünniliği folklorik kültürel miras sayan, camilere Kültür Bakanlığı bünyesinde statü öngören icraatı Sünni cemaati tatmin etmedi. Cumhurbaşkanı Haydar Zülfikar’ın “Herkesten daha fazla Sünniyiz, Ramazan Bayramı’nı resmi tatil ilan edeceğiz” vaadine Sünni imamlar şeyhler ve inanç önderleri, “Hükümet samimi değil. Laikliğe uygun adımlar atılsın, zorunlu din dersi kaldırılsın, Diyanet lağvedilsin, Dede Okulları kapatılsın!” diye karşılık verdiler.

SÜNAJANS muhabirinin AKP ve hükümet çevrelerinden derlediği bilgilere göre, bir kamuoyu anketinde 25 milyon dolayında tahmin edilen Sünnilerin yalnızca yüzde 12’sinin seçimlerde AKP’ye oy verdiği saptandı. AKP, Sünnilerden aldığı oyu artırabilmek ve iktidarda kalabilmek için Haziran 2023 seçimleri öncesinde yeni bir açılım paketini gündemine aldı. Alevi Diyanet İşleri Başkanlığı camilere ‘ibadethane’ statüsü verilmesine ve Diyanet’te Sünnilerin de temsil edilmesine sıcak bakmıyor. Diyanet’in ibadethane ve temsil formülüne sıcak bakmaması nedeniyle hükümet ve AKP çevrelerinde Sünni meselesine çözüm için Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde 'Sünni Kültür ve Cami Başkanlığı' kurulması kararlaştırıldı. 

Bu karar doğrultusunda, Resmi Gazete’de yayımlanan 112 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Kültür ve Turizm Bakanlığının görev ve yetkileri arasına "Sünni kültürünün araştırılması ve camilerle ilgili iş ve işlemleri yürütmek" ibaresi eklendi; bu görevi yerine getirmek üzere bakanlık bünyesinde 'Sünni Kültür ve Cami Başkanlığı' kuruldu. Kararnameye göre başkanlık, Sünnilik hakkında araştırmalar yapacak, akademik çalışmaları destekleyecek, camilerin ihtiyaçlarını belirleyecek, camilerdeki hizmetlerin etkin ve verimli yürütülmesini koordine edecek. 

Sünni Kültür ve Cami Başkanlığı’nın görev alanındaki çalışmalarını değerlendirmek ve önerilerini Başkanlığa bildirmek üzere Danışma Kurulu kurulacak. Danışma Kurulu başkan ve üyeleri, Sünnilik yolunda araştırmaları ve çalışmalarıyla temayüz etmiş kişiler arasından Cumhurbaşkanınca üç yıllığına seçilecek. Danışma Kurulu üyelerinin ve toplantıya davet edilen kişilerin ulaşım ve konaklama giderleri Bakanlık bütçesinden karşılanacak.

***

Cumhurbaşkanı Haydar Zülfikar: Herkesten daha fazla Sünniyiz!

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Haydar Zülfikâr, ALHABER ekranında gelişmeleri değerlendirirken, Sünni açılımını bu kez başaracaklarını, camilerde hoparlörle ezan yasağını kaldıracaklarını, camilerin elektrik ve suyunun belediyelerce karşılanacağını söyledi. Haydar Zülfikar, Ramazan Bayramı’nı resmi tatil ilan edeceklerini, Alevi İlahiyat fakülteleri bünyesinde Yüksek Sünni Enstitüleri açılacağını ve imamların bu enstitülerde eğitileceğini, okullarda zorunlu din dersi müfredatında Sünniliğin de anlatılacağını belirterek “Biz herkesten daha fazla Sünniyiz” dedi. 

***

Sünnilerden Tepki: Çözüm Laiklikte ve Eşit Yurttaşlıkta!

Sünni inanç önderleri şeyhler ve imamlar ise Cumhurbaşkanı Haydar Zülfikar’ı ve AKP hükümetini samimiyetsizlikle suçladılar. 

Şeyhler ve İmamlar adına bir açıklama yapan Prof. Dr. Ahmet Mahmut Ünlü, Sünni meselesinin ancak eşit yurttaşlık, laiklik ve demokrasi ile çözülebileceğini vurguladı. Camilere bütçeden kaynak aktarımını, imamlara maaş bağlanmasını rüşvet sayıp reddedeceklerini bildiren Ünlü, devletten iane değil özgürlük istediklerini belirtti. Alevi Diyanet’te temsil ve imamların Yüksek Sünni Enstitülerinde eğitilmesi önerisini de eleştiren Ünlü, “Devlet zahmet etmesin. Biz kendi kendimizi eğitiyoruz. Devlet eliyle din eğitimi ve hizmeti olmaz. Çözüm eşit yurttaşlıkta, laiklik ve demokrasidedir. Zorunlu din dersi kaldırılmalı, Dede Okulları ve Diyanet lağvedilmelidir. Devlet bütün inançlara ve inançsızlara aynı uzaklıkta olmalıdır; inkâr asimilasyon ve baskıdan vazgeçmelidir.” dedi. 

***

AKP Sünniliği sapkınlık olarak görüyor

Ensar Vakfı Başkanı Hayrettin Toraman da, hükümetin her seçim öncesinde Sünni açılımı ilan etmesini samimi bulmadıklarını belirterek şu görüşleri dile getirdi: “Sünnilerin sorununu bilmeyen yok. Temel sorun AKP’nin Sünniliği sapkın bir mezhep olarak görmesidir. Tartışılacak bir şey yok. Sorunu çözmek istiyorsa, zorunlu din dersini kaldıracak, Diyaneti lağvedecek, camileri ibadethane olarak tanıyacak, Sünni vakıf mallarını iade edecek, ayrımcı tutumdan vazgeçecek, Sünniliği tanıyacak. Ama Cumhurbaşkanı samimi değil, Sünnileri oyalama derdinde; Sünniliği resmi olarak tanıyan şahsiyet olarak tarihe geçmek istemiyor. Herkesten daha fazla Sünni olduğunu söylüyorsa biz de soruyoruz. Kaç Sünni milletvekilin var? Kaç Sünni valin var? Ayrımcılık pratikte çözülerek aşılır.


Not: Sekiz yıl önce aşağıdaki adreste yayımlanan yazının güncellenmiş tekrarıdır; elbette asparagastır!!! Empati denemesi sayılması rica olunur!

http://rahmi-yildirim.blogspot.com/2014/11/hoparlor-ile-ezan-yasagina-son-akpden.html


17 Kasım 2022 Perşembe

KÜRTLER ÖZGÜR DEĞİLSE…

Şunu en başta vurgulayalım: İster devlet ister devletle savaşan bir örgüt; kim yapmış olursa olsun, sivil halkı hedef alan silahlı eylemler terör eylemidir. Köylerde, kasabalarda, kentlerin en kalabalık caddelerinde meydanlarında, stadyumda parkta vs yerlerde bomba patlatmak, sivilleri kurşunlamak tartışmasız terör eylemidir, insanlık suçudur. Siyasi mesaj amacı taşıması o eylemi terör eylemi olmaktan çıkarmaz.

İstanbul İstiklal Caddesi’nde altı kişinin katledildiği onlarca kişinin yaralandığı bombalı saldırı hiç tartışmasız terör eylemidir. Saldırının haberi ekranlara düşer düşmez akla ilk PKK’nin veya IŞİD’in gelmesi de nedensiz değildir. Çünkü her ikisi de bu tür terör eylemlerinin olağan şüphelisidir, sicil kayıtları terör eylemleriyle fazlasıyla doludur.

***

RESMİ AÇIKLAMALAR NE KADAR İNANDIRICI?

Resmi açıklamaya göre bombayı “PKK/PYD/YPG’nin özel istihbarat elemanı” olarak eğittiği kadın patlatmış. Kadın “Talimatı Kobanê’den alıp Afrin üzerinden Türkiye’ye girdiğini” itiraf etmiş. Yakalanmasaymış öldürülecekmiş ya da Yunanistan’a kaçırılacakmış…

İktidar ve medyada üslenmiş besleme kalemşorlar resmi açıklamalara inanmamızı istiyorlar ama resmi açıklamayı şüpheyle karşılamak için yeterince deneyimliyiz. Geçmişte benzer nice terör eyleminden sonra o kadar çok yalan söylediler, kamuoyunu o kadar aptal yerine koydular ki, terörü önlemek ve güvenliği sağlamakla resmen görevli olanların bile terörün neresinde olduklarına ilişkin şüphe zihnimizi hep meşgul etti. 

İstiklal Caddesi saldırısının kendisi ve saldırıya ilişkin resmi açıklamalar da bir dizi çelişki ve yanıtlanmaya muhtaç onlarca soru içeriyor. Esasen resmi açıklamaların bunca soruyu akıllara düşürmesi başlı başına bir sorundur; ülkenin nasıl uğursuz senaryolara provokasyonlara açık olduğunun işaretidir. İktidarın, PKK’nin (veya IŞİD’in) yanıltmalarına manipülasyonlarına provokasyonlarına karşı zihnimizi bilincimizi berrak tutabilmek için kuşkulanmaktan sormaktan başka çare yoktur.

***

YANIT BEKLEYEN SORULAR

Eylem kararını gerçekten PYD/YPG mi verdi? Bölgede ABD’nin şemsiyesi altında barınabilen PYD/YPG, (tam da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD Başkanı Biden ile yapacağı görüşmenin hemen öncesinde) hamisini zor durumda bırakacak bir adımı atmış olabilir mi? 

İktidar seçimler öncesinde Suriye Kürtlerine operasyon yapmak istiyor, ancak bunun için ABD’den beklediği izni alamıyor da sınır ötesi operasyonun altyapısı mı hazırlanmak isteniyor?

PKK’nin (aradan 24 saat geçtikten sonra olsa da) İstiklal Caddesi saldırısını sahiplenmemesi ne anlama geliyor? PKK’nin “biz yapmadık” demesi elbette kendisini aklamaya yetmez. Örgüt zaten “PKK böyle bir şey yapmaz” dedirtecek sicile sahip değil; geçmişte bu tür saldırıları doğrudan ya da dolaylı olarak sahiplendiğini belirtmeye gerek yok.

Resmi açıklamada öne sürüldüğü gibi saldırı PKK tarafından gerçekleştirildiyse, eylemci kadın öldürülecek idiyse, sonradan öldürmek yerine neden ‘intihar eylemcisi’ kullanılmadı?

Resmi açıklamada öne sürüldüğü gibi eylemci kadın “PKK/PYD/YPG’nin özel istihbarat elemanı” olarak eğittiği bir militan ise, neden kamuflaj kıyafetiyle eyleme gönderildi; bombayı bıraktıktan sonra neden hızlıca kaçarak kendisini belli etti? Eylem kıyafetini yok etmek yerine, delil olmak üzere neden kaldığı eve kadar taşıdı? Kadının eylem tarzı ve yakalanma biçimi hiç de “özel olarak eğitilmiş istihbarat elemanı” tanımına uymuyor. Selahattin Demirtaş’ın ifadesiyle “Bombacı diye yakalanan, istihbarat eğitimi aldığı duyurulan ve ‘her şeyiyle’ ‘İşte buradayım, beni yakalayın’ diyen, yakalandığında da şaşkın ördeğe dönüp üstüne New York yazılı tişört geçirilip fotoğraf çektirilen kişi gerçekte kim? Bu katliamı kimin adına yaptı?

Eylemci kadının giysisindeki ‘New York’ yazısından Amerikan bağlantısı kurulabildiğine göre aynı mantıkla cep telefonundaki arama kayıtlarından hareketle bir MHP ilçe başkanı da göz altına alınmış olmalıydı. Öyle ya; değil arama kaydı, telefonun aynı bölgede sinyal vermesinin bile mahkumiyete yeterli delil sayıldığı bir ülke burası. Arama kaydı MHP ilçe başkanına değil de HDP veya başka bir muhalefet partisinin ilçe başkanına ait olsaydı, neler olurdu neler? Canlı yayın araçları eşliğinde operasyon, muhalefeti terörle eşleyen resmi açıklamalar, muhalefeti şeytanlaştıran besleme medyatörler vs...

Hürriyet gazetesi yönetmeni, “bomba patlar patlamaz akla ilk olarak seçimi getirmenin insanlıktan çıkmak” olduğunu yazmış. O da biliyor ki, bomba patlar patlamaz akla hemen seçimin gelmesi nedensiz değil. IŞİD’in 10 Ekim 2015 Ankara Katliamı’ndan sonra dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu “Ankara’daki terör saldırısı sonrasında anket yaptık, kamuoyunun nabzını tutuyoruz, oylarımızda yükseliş trendi var” demişti. Bu sözler terörist saldırılardan en çok kimin medet umduğu, kimin çıkar sağladığı sorusunun yanıtıdır. Bilinir ki, demokrasiye kapalı faşizme açık iktidarlar terörden beslenirler, sorgulama güdüsünden yoksun yığınlar nezdindeki meşruiyetlerini terör sayesinde kazanırlar. Öyle ki, 251 kişinin katledildiği darbe girişimi bile (daha girişim bastırılmamışken) “Allah’ın lütfu” sayılmıştı.

***

‘GÜVENLİ BÖLGE’NİN GÜVENSİZLİĞİ

Sorular çelişkiler dizisi uzatılabilir. Kısaca değerlendirmek gerekirse: Kürt sorunu çözümsüz bırakıldıkça bu tür terör eylemlerinin gündemden çıkmasını beklemek boşunadır. AKP iktidarının Kürt meselesini barışçı çözüme kavuşturmak yerine Suriye ve Irak sınırlarından öteye 30 kilometre derinliğinde “güvenli bölge” oluşturma politikası çözüm değil çözümsüzlüktür. 

ABD’nin Irak ve Suriye’deki rejimi değiştirme politikalarına ve savaşlarına (Osmanlı’yı diriltme ve Şam’da zafer namazı rüyasıyla) taşeronluk, ABD ile birlikte “eğit donat” projesiyle cihatçı örgütler ve ordular kurmak, sınır kapılarını bunlara teslim etmek, Suriyeli Kürtleri düşman saymak çözüm getirmedi; tersine, Türkiye’deki çözümsüzlüğü daha geniş bir coğrafyaya taşıdı. Alt emperyalist refleksle Ortadoğu’daki savaş girdabına dalmak, Türkiye’yi Ortadoğu’nun Asya’nın Afrika’nın çöplüğüne çevirdi; Afganistan, Irak, Suriye gibi terör saldırılarının eksik olmadığı bir bölge ülkesi haline getirdi.

Erdoğan iktidarının hedeflediği güvenlik şeridi, İdlib’ten başlayıp İran-Türkiye-Irak üçgenindeki Kandil dağlarına uzanıyor. Güvenli bölge politikasından vazgeçip TSK’yi geri çekmek de bu bölgeleri terör kaynağı olmaktan kurtarmayacak; bu kez Erdoğan iktidarının beslediği cihatçı çeteler terörü Türkiye’ye taşıyacaklar. Halihazırda zaten terör üretiyorlar. Öyle ki, mabeyin yazarı Abdülkadir Selvi, Afrin harekâtı sonrasında Erdoğan’ın “Afrin’e ÖSO ile birlikte girdik. Ancak bazı gruplarda ganimet gibi bir anlayış var” dediğini yazmıştı (Hürriyet, 22 Mart 2018).

Bugün de bölgeden gelen haberlere göre Afrin’de, maaşlarını Türkiye’nin ödediği Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) bayrağı altındaki gruplar, her türlü gayrimeşru işlere bulaşmışlardır. Ganimet, ev baskınları, yağmalama, kaçakçılık, fidye için adam kaçırma suçları birbirini izlemektedir. Hatta ÖSO içindeki gruplar kirli kazanç uğruna birbirleriyle de çatışmaktadırlar. Hattanın da ötesi, geçen ağustos ayında Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun “Muhalefetle Suriye’deki rejimi bizim bir şekilde anlaştırmamız lazım. Aksi takdirde kalıcı barış olmaz” açıklaması sonrası sokağa çıkan ÖSO çetecileri Türkiye bayrağı yaktı, TSK’nin araçlarını taşladı…

Bitirirken vurgulamalı ki, iktidar yetkilileri ve besleme medyatörleri istedikleri kadar resmi açıklamalara inanmamızı tavsiye etsinler; İstiklal Caddesi saldırısı bağımsız bir kurul tarafından soruşturulmadıkça, zihnimizi meşgul eden sorular geçerli bir yanıt bulamayacak. Sınır ötesi askeri operasyonlar ve “güvenli bölge” politikası çözüm değil çözümsüzlüktür. İktidar yetkilileri istedikleri kadar “ayakkabı numaralarına kadar biliyoruz, terörle mücadelede başarı üstüne başarı” propagandası yapsınlar, Kürtler özgür değilse, Türklerin sahip oldukları haklara sahip değilse, ne saldırılar biter ne de terör. Belki slogan olacak ama Kürtlere özgürlük ekmek barış demokrasi yoksa siyam ikizi ağabeyi kardeşi Türklere de yoktur!

Türkiye’deki Amerikan üslerini ve işbirlikçiliği görmeyip, Amerikan yardımını Suriye Kürtlerinin başına kakarak “Amerikan silahıyla birbirimizi vurmayalım, kucaklaşalım” çağrısı ve propagandası yapmak da en hafif deyişle siyasi oportünizmdir.