18 Kasım 2020 Çarşamba

MİLLET İTTİFAKI’NA OPERASYON

Covid19’un şakası yok, kırıp geçiriyor. Ama siyaset dünyasında salgınla mücadelenin gerektirdiği ciddiyet ve liyakati ara ki bulasın. Muhalefeti ezmek, itibarsızlaştırmak, şeytanlaştırmak Şahsım için salgınla mücadeleden daha önemli. 

Şahsım demişken, mesai arkadaşlarını toplamış, bazı kararlar almış. Tüm kanallar alesta, açıklamaları bekliyor. Altı üstü teknik bir açıklama ve tavsiyeler dizisi olacak. Kendisi yerine sözcüsünün kameralar karşısına geçmesi daha bir adaba uygun olur ama şahsım öyle düşünmüyor. Ekranlarda illa kendisi görünecek. Hadi ona da eyvallah da şahsım sanki miting meydanında. Öyle bağırıyor öyle bağırıyor ki… Allah’tan kumanda aleti var. Kumanda aleti olmayan ne yapıyor, eli terliğe mi uzanıyor, başka bir şey mi yapıyor, bilemiyorum…

***

Siyaset değil psikolojik savaş

Siyasetin covid19 dışındaki faaliyetleri de aynı sakillikte. Örneğin, şu sıralar İYİ Parti’de olan biten işler.

İYİ Parti’nin içi 20 Eylül’de toplanan 2’nci olağan kurultayından sonra iyiden iyiye karıştı; belki de daha doğru bir ifadeyle karıştırıldı. Aslında İYİ Parti’deki iç kavganın zemini çok daha önce oluştu ve işaretleri de Ağustos ayında ortaya çıktı. Genel Başkan Meral Akşener’in yeniden camiye çevrilen Ayasofya’da namaz kılmasının hemen ardından MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Akşener ve İYİ Parti’ye “eve dönün” çağrısında bulundu. AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan da sıcağı sıcağına “İYİ Parti yerli ve millidir” diyerek, Akşener ve arkadaşlarını CHP ve HDP’den uzak durmaya, Cumhur İttifakı’na katılmaya çağırdı. Ancak Akşener kendisine uzatılan havuca (biraz da dalga geçer bir ifadeyle) “Erdoğan, ortağına ilgi göster, sahip çık” diyerek karşılık verdi. 

Havucu reddetmekle birlikte Akşener’in güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş için yardımda bulunabileceklerini söylemesi dikkat çekiciydi. Nitekim, 20 Eylüldeki İYİ Parti kurultayı, “Erdoğan İYİ Parti’yi Cumhur İttifakı’na katmaya mı çalışıyor? Akşener MHP’nin Cumhur İttifakı’ndaki yerine mi oynuyor?” sorularının gölgesinde toplandı.

***

İYİ Parti’ye Ümit Özdağ sabotajı

Halen süren iç kavganın fitili bu kurultayda ateşlendi. Kurultayda, İstanbul il örgütünün öncülüğünde “Oy verilmeyecekler” listesi ortaya çıktı. Listede parti kurucuları Ümit Özdağ, Aytun Çıray ve İsmail Koncuk da vardı. Nitekim bu isimler parti yönetimine seçilemediler. Listede adları geçenler dahil, 15 milletvekilinin partiden istifaya hazırlandıkları iddiaları ortaya atıldı. Aytun Çıray, Koray Aydın’ın hazırladığı söylenen listeyi, “alan temizliği” olarak nitelendirdi. Aytun Çıray, Koray Aydın’ın Millet İttifakı’na karşı olduğunu, alan temizliği ile, Cumhur İttifakı’na katılmaya karşı çıkanların yönetimden tasfiye edildiklerini savundu. Ümit Özdağ’ın ihracı da parti içi bu tartışmaların ardından geldi.

Milliyetçi ülkücü mahalle sakinleri daha iyi bilirler; Ümit Özdağ, MHP’de genel başkanlık yarışı içinde oldu; nihayet Meral Akşener ile birlikte MHP’den ayrılarak İYİ Parti’nin kurucuları arasında yer aldı; parti programının yazımına da katkıda bulundu. Geçen Eylül ayındaki kurultayda parti yönetimine yeniden seçilemeyince, İstanbul İl Başkanı Buğra Kavuncu’nun FETÖ ile bağlantılı olduğunu öne sürdü; bu iddiasını neye dayandırdığı sorusuna “istihbarat” diye yanıt verdi.

Bunun üzerine Meral Akşener, MİT Başkanı Hakan Fidan ve Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’a, Buğra Kavuncu’nun Fetullahçı olup olmadığını sordu; Fidan ve Akar, Özdağ’ın iddiasını doğrulamadılar. Ancak Ümit Özdağ ısrar edince iddia hem mahkemeye hem de Parti Disiplin Kurulu’na taşındı. İYİ Parti Disiplin Kurulu, Ümit Özdağ’ın partiden ihracına oybirliğiyle karar verdi.

Bu arada Buğra Kavuncu hamlesiyle sonuç alamayan Ümit Özdağ, İYİ Parti, CHP ve HDP’nin de olduğu bir anayasa çalışması yapıldığını da gündeme getirdi. Dediğine göre bu çalışma 2018’de yapılmış. Siyasetin bir sakilliği de burada ortaya çıktı; Meral Akşener ve Kemal Kılıçdaroğlu, yalanlama yoluna gittiler. Şahsım ve partisi doğrudan PKK’yi muhatap alıp açılım çalışması yapınca suç olmuyor. TBMM’de AKP, MHP, CHP ve İYİ Parti, HDP ile birlikte çalışıyorlar suç olmuyor; TBMM dışında birlikte anayasa çalışması yapılınca suç oluyor! Gerçekten yazık!

Neyse, biz gene İYİ Parti’ye dönelim. Olan biten, fotoğrafın daraltılmış halinde parti içi kavga gibi görünüyor. Ümit Özdağ da, Koray Aydın da, MHP’deyken Devlet Bahçeli’ye karşı ayrı ayrı genel başkanlık yarışına girdiler, başarılı olamadılar, iddialarını İYİ Parti’ye taşıdılar. Ümit Özdağ, gizleyemediği genel başkanlık hırsı yüzünden parti yönetimine giremedi; hukuki olarak delillendiremediği “İstanbul İl Başkanı Buğra Kavuncu Fetullahçıdır” iddiası bahane edilerek ihraç edildi. Koray Aydın ise Meral Akşener’in desteğiyle partinin en etkili yöneticisi konumunda…

***

Amaç Millet İttifakı’nı dağıtmak

Bakış açısı genişletilip fotoğrafın tamamına bakılırsa, İYİ Parti’deki iç kavganın aslında Millet İttifakı’nı zayıflatmaya, olabilirse dağıtmaya yönelik bir çabanın parçası olduğu görülebilir. Zira İYİ Parti, Cumhur İttifakı’ndan kaçan milliyetçi liberal seçmenlerin toplanma adresi haline geldi; 2018 seçiminde yüzde 10 kadar oy aldı, bugünlerde anketlerde yüzde 14’lerde görünüyor. Bu oran, gelecek yıl yapılacağı söylenen erken seçimde Tayyip Erdoğan’ın seçilememesi demek. İşte, İYİ Parti’nin “yerli ve milli olduğu” söylemiyle başlatılan operasyon, hem seçmen kaçışını durdurmak hem de olabilirse İYİ Parti’yi Cumhur İttifakı’na katma amacıyla gündeme geldi. Cumhur İttifakı’na katılma çağrısına, iktidar olanakları kullanılarak İYİ Parti’den milletvekili transferi tehdidi eklendi; Ümit Özdağ eliyle de partiye Fetullahçı etiketi yapıştırıldı. (Bu arada, Ümit Özdağ hakkında, Libya’da ölen MİT personelinin kimliklerini açıkladığı gerekçesiyle fezleke düzenlendiği hatırda tutulmalı; ki, Özdağ’ın açıkladığı bilgileri sansürleyerek haber yazan gazeteciler aylarca hapis yattılar!)

Fotoğrafın tamamında görünen o ki, Millet İttifakı’na karşı sadece İYİ Parti’ye operasyon yapılmıyor; Muharrem İnce eliyle CHP de benzer bir iç kavga sürecine girdi.

Dahası her fırsatta HDP’ye operasyon çekiliyor. PKK dolayımıyla HDP suç örgütü gibi gösteriliyor, her vesileyle HDP yöneticileri ve belediye başkanları tutuklanıyor; buradan CHP yönetimine ve seçmenine mesaj veriliyor.

Bir de dikkat edilirse, Muharrem İnce ve Ümit Özdağ, hemen her gün AKP yandaşı medya kanallarında boy gösteriyorlar. Oysa bu kanallar, iktidarın 2 nolu ismi Berat Albayrak’ın istifasını 27 saat boyunca haberleştirmediler.


Bu sakillik içerisinde suç örgütü lideri Alaattin Çakıcı da kendisine vazife çıkartıyor, Kemal Kılıçdaroğlu’nu kazığa oturtmakla tehdit ediyor. Devlet Bahçeli “Alaattin Çakıcı dava arkadaşımdır” diyerek tehditi paylaşıyor. Sözün bittiği yerdir.

İYİ Parti toparlanabilir mi, Millet İttifakı devam edebilir mi? Görünen o ki, siyasi konjonktür Meral Akşener’in lehine. Amerika’da nasıl ki Trump karşıtlığı, siyasi pırıltısı zayıf Joe Biden’ı iktidara taşıdı. Türkiye’de de Tayyip Erdoğan yandaşlığı siyaset biliminin varsayımlarını zorlayacak derecede güçlü ama Erdoğan karşıtlığı ondan da güçlü bir olgu haline geldi. Dahası, Ümit Özdağ’ın, Muharrem İnce’nin seçmen tabanında karşılıkları yok. 

Bu konjonktürde, iyileştirilmiş parlamenter sisteme dönüş iddiasını terk etmez ve bazı ödünler karşılığında Cumhur İttifakı’na eklemlenmez ise, Akşener’in parti içindeki kavgayı zorlanarak da olsa atlatacağı söylenebilir.

HDP PKK prangasından kurtulabilir mi? CHP nasıl bir yol izlemelidir? Ülkenin ırkçı dinci tek adam diktasından kurtulup azıcık nefes alabilmesi için bu soruların da ciddiyetle yanıtlanması gerekiyor.


13 Kasım 2020 Cuma

TRUMP’IN ARDINDAN AĞLAYALIM MI?


Başlıktaki soru itici karşılanabilir. Zaten önceki yazının başlığında da BİDEN KAZANDI DİYE BAYRAM EDELİM Mİ?diye sormuştum.

Bu sorular itici veya şaşırtıcı olmamalı. Zira Türkiye’de, Biden kazandı diye bayram edenler, Trump kaybetti diye ağlaşanlar var. 

Önceki yazıda ABD başkanlık seçiminin Türkiye’de kutuplaşmaya yol açtığından, sanki Tayyip Erdoğan seçimi kaybetmiş gibi bir kesimin Trump için yas tuttuğundan, diğer kesimin (aynı yaygınlıkta olmasa da) sevinç duyduğundan söz etmiştim. 

Kaldığımız yerden devam edelim. Kabaca tasnif etmek gerekirse, Trump’ın seçimi yitirmesi, daha doğrusu Biden’in kazanması sol liberal mahallede bayram sevinciyle karşılandı. Ulusalcı ve sosyalist mahalleler “ABD’de Cumhuriyetçiler ile Demokratlar arasındaki fark, Coca Cola ile Pepsi Cola arasındaki fark kadardır” kayıtsızlığını kayda geçirdiler. Buna karşılık Tayyip Erdoğan yanlısı sağ liberal, milliyetçi, muhafazakâr, dindar, dinci, ırkçı mahallelerde Trump yeniden başkan seçilemedi diye hüzün ve göz yaşı var.

Öyle bir hüzün ki, Tayyip Erdoğan seçimi kaybetmişçesine Trump için ağıtlar yakıldı, kasideler ve mersiyeler yazıldı. Bu mahalle ve sokakların kanaat önderlerine göre, ABD’deki seçim mücadelesi küreselci-millici kavgasıdır; Trump, küreselci çeteye karşı milli ekonomi yandaşlarının temsilcisidir, liberal değerlere karşı milli hassasiyetlerin savunucusudur…

Erdoğan meftunu sağcı mahalle ve sokaklardaki bu değerlendirmelerde Trump’ı devrimci ilan eden bile çıktı. Buna göre, Amerika’daki süreç, 2002’de AK Parti’nin iktidara geldiği Anadolu Devrimi ile büyük benzerlikler taşıyor. Seçimin bu kadar çekişmeli geçmesinde Amerikan halkının küreselci kartellerin tekelindeki müesses nizama duydukları öfke ile değişim talebi belirleyici oluyor. Bu yüzden ABD’de artık her seçim yarışı rutin bir sandık rekabetinden çok bir devrim mücadelesine dönüşüyor. Trump kaybetse bile şimdiden tarih yazdı. Demokratların adayı Joe Biden’ın açık ara sandıktan çıkacağı propagandası yapan küreselci çete hezimete uğradı. Trump, daha şimdiden ABD’deki derin devlete, küreselci vesayete, akademi ve medya çevrelerinin propagandasını yaptığı bürokratik oligarşiye isyanın simgesine dönüşmüş durumda.”

Bu satırların sahibi kalem profesyoneline göre, Trump ipi göğüsleyebilseydi, dört yıl önce imza attığı devrimi daha ileriye taşıma fırsatı bulacaktı. (Devrim nedir ne değildir tartışmasına girmeyelim bu aşamada.)

***


Joe Biden ile Donald Trump arasındaki yarışın Türkiye’de bu denli yankılanması, siyaset ve medya âlemindeki seçkinlerin Trumpçı – Bidenci diye saflaşmaları basit bir kamplaşma ve kutuplaşma olarak görülmemeli. ABD’deki yarışın Türkiye’de bu denli ilgiyle tartışılması en başta ABD’nin küresel hegemonyasından ileri geliyor. Trump’ın beyaz kökten dinci, ırkçı, cinsiyetçi, lümpen, saldırgan, yalancı, merhametsiz, doğa düşmanı karakteri ve davranışları da Beyaz Saray için girilen seçim yarışına ilgiyi ister istemez arttırdı. 

Dünyanın geri kalan kısmı için de geçerli bu tespitlere ek olarak, ABD’nin seçimine Türkiye’deki ilgi asıl olarak, Türkiye’nin NATO’ya girdikten bu yana elini kolunu bağlamış bağımlılık ilişkisinden ileri geliyor. Bu bağımlılık ilişkisinde Türkiye’nin sağcı iktidarları ABD siyasetinin muhafazakâr, ırkçı çevrelerle içli dışlı partisi Cumhuriyetçi Parti’ye daha yakın oldular. “Küçük Amerika” hayali, Türkiye sağının kızıl elmasıdır denilebilir. Bu hayal ve kendinde menkul “stratejik ittifak” ilişkisi içinde Turgut Özal, Cumhuriyetçi Başkan George Bush ile kanka idi. Ailecek görüşüyorlar, birbirlerine Corc ve Targıt diye hitap ediyorlardı. (Kanka gibi görünmelerine karşılık Corc, 1993’te Targıt’ın cenaze törenine katılmaya tenezzül etmedi; üstelik o tarihte Kuveyt’te idi. İstese gelebilirdi, gelmedi. Corc’un yani Baba Bush’un işbirlikçisine verdiği değerin sınırı böylece anlaşılmış oldu.) 

Tayyip Erdoğan da oğul George Bush ile kanka oldu. İktidarının ilk haftalarında Washington’da Bush’u ziyaret etmiş, yurda döndükten sonra, Irak’ın işgaline Türkiye’yi ortak etmek için TBMM’de olağanüstü çaba göstermişti. İşgal tezkeresi 1 Mart 2003’te İç Tüzük engeline takılınca hava sahasını işgalcilere açmakla yetinmek zorunda kalmış ve Irak’ı işgal eden Amerikan askerlerinin sağ salim dönmeleri için dua etmişti. 

Sonrasında Erdoğan kendisini Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) Eşbaşkanı, Diyarbakır’ı da projenin merkezi ilan etmişti. ABD’nin önceki bütün işgalleri gibi BOP’un amacı da “demokrasi ihracı” idi. Irak’a BOP kapsamında demokrasi ihraç edilmişti! 

***

Erdoğan, 2008 seçiminde oğul Bush’tan koltuğu devralan Barack Obama’nın da gözdesiydi. Öyle ki Obama, 2011’de Arap Baharı’nın başladığı günlerde, dünyada en güvendiği beş liderden birinin Erdoğan olduğunu söylüyordu. Obama’ya göre, Erdoğan “ılımlı Müslüman” kişiliğiyle “Doğu ile Batı arasındaki uçuruma köprü” olabilecek bir liderdi; Erdoğan yönetimindeki “Batı dünyasının parçası ılımlı İslam ülkesi Türkiye” İslam coğrafyasına örnek olabilirdi. Bu düşünceyle Obama, geleneksel Kanada ve İngiltere ziyaretlerinden sonra ilk olarak Türkiye’ye gelmişti. İletişim kuramcısı Marshall Mc. Luhan’ın “Araç mesajın kendisidir” özdeyişini anımsatırcasına, Obama “Ziyaret dünyaya mesaj mıdır, evet!” diye vurgulamıştı. 

Erdoğan, Obama ile kanka olmadıysa da BOP Eşbaşkanı olarak desteğini esirgemedi. Obama Suriye’yi karıştırırken baş destekçisi Erdoğan’dı. Erdoğan, bir iki hafta içinde Şam’da zafer namazı rüyası görüyordu. Obama Libya’ya demokrasi(!) ihraç ederken de baş destekçileri arasında Erdoğan vardı. 

***


Erdoğan Obama ile (nedense) kurmadığı yakınlığı Donald Trump ile kurmaya çalıştı. Ne de olsa Trump, Erdoğan’ın 2002’deki Anadolu devrimini(!) Amerika’ya taşıyan liderdi! Ne ki, Erdoğan ne kadar yakın olmak istediyse de Trump aynı sıcaklıkla karşılık vermedi.

Örneğin, Erdoğan, Fetullah Gülen’in iadesi için defalarca girişimde bulundu; Trump değil iade etmek, üçüncü bir ülkeye bile göndermedi.

Casuslukla suçlanan Rahip Brunson için Erdoğan “Bu fakir bu görevde olduğu sürece o teröristi alamazsın!” diyerek kendisini ortaya koydu; Trump “ekonominizi mahvederim” diyerek saldırdı. Sonuçta Brunson serbest bırakıldı, ülkesine döndü.


Erdoğan Ekim 2019’da Suriye’ye harekât başlattı. Trump “Türkiye sınırı aşarsa ekonomisini tamamen yok ederim!” diye tehdit etti. Ardından Erdoğan’a mektup gönderip, YPG Komutanı Mazlum Kobani ile diyalog kurmasını tavsiye etti; “Sert adam olma, aptal olma!” diyerek hakaret etti. CHP milletvekili Mahmut Tanal, Trump hakkında savcılığa suç duyurusunda bulundu. İstanbul Savcılığı, uluslararası hukukta yeri olmadığı gerekçesiyle takipsizlik kararı verdi.

Sürüncemeye bıraktırdığı Halkbank davası hariç, Rusya’dan alınan S400 füzeleri, F35 savaş uçağı projesinde dışlanmak, İslam dünyası ve İsrail ile ilişkiler sorunlarında da Trump hep Erdoğan’ın aleyhinde oldu. Esasen Trump, yakın tarihin en tehlikeli İslamofobik lideriydi; Erdoğan’ın inanç ve değerlerinin hep karşısındaydı, neredeyse tüm Müslümanları terörist olarak görüyordu. Onca İslamofobik yaklaşımına karşın Trump, Suudi Arabistan ve körfez ülkeleri liderleriyle parasal çıkara dayalı ittifak kurabildi. Bu ittifak, Erdoğan’ı (dolayısıyla Türkiye’yi) İslam coğrafyasında daha da yalnızlaştırdı. 

Daha ilerisi, Trump Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etti; bununla kalmadı, başka ülkeleri de buna zorladı. Oysa Erdoğan, “Kudüs demek İstanbul demektir, İslamabad, Jakarta, Medine, Kahire, Şam, Bağdat demektir. Kâbe demek, tüm Müslümanlar olarak hepimizin şerefi, namusu, onuru, haysiyeti, varlık gayesi demektir. Biz bunların hiçbirinden vazgeçemeyiz. Kudüs giderse Medine’yi koruyamayız. Medine giderse Mekke’yi koruyamayız. Mekke giderse Kabe’yi de kaybederiz” diyordu. 

Erdoğan böyle diyedursun, İslam dünyasına Kudüs’ü kaybettiren, Erdoğan’ı İslam coğrafyasında yalnızlaştıran, “aptal olma” diyerek hakaret eden, “ekonomini mahvederim” diye tehditler savuran, Fetullah’ın iadesinde ayak sürüyen Trump nihayet seçim kaybetti. Erdoğan-Trump dostluğunun asgari özeti budur. Ama Erdoğanperest kanaat bezirgânları, Trump kaybetti diye ardından kaside ve mersiye yazıyorlar. Irkçı, beyaz kökten dinci, cinsiyetçi, lümpen, saldırgan, merhametsiz, doğa düşmanı bir lider dört yıl daha ABD’yi yönetemeyecek, dünyanın başına bela olamayacak diye gözyaşı döküyorlar. Anlaşıldı ki, Kudüs ve Kâbe sevdası, Erdoğan-Trump aşkının yanında hiçten ibarettir!

***

Her şey bir yana, Trump’a dizilen övgülerin, ardından yakılan ağıtların arka planında, Biden’in “Erdoğan’ı darbeyle değil seçimle devireceğiz” densizliğinin etkisi olsa gerek. Bu densizlik öylesine korku salmış ki, Biden’ın başkanlık döneminde Anayasa Mahkemesi’nin 2023 seçiminde Erdoğan’ın adaylığını veto edeceğini yazan bile çıktı… Tabii bir de, Trump’ın kaybetmesiyle birlikte sıranın dünyanın dört bir yanındaki kopyalarına geldiği varsayımına dayalı “domino efekti” kuramı… (Ağır entelektüel öyle yazdı.)

İşte Trump için yakılan ağıtların, dizilen övgülerin arka planında asıl olarak bu “domino efekti” varsayımı var. Kanaatimce boşuna üzülüyorlar. Dünyanın hiçbir yerinde “Amerika halkı Trump’ı indirdi, sıra bizde” havası yok. En azından Türkiye’de böyle bir hava yok, olmaz da. Ama Erdoğan sofrasından arta kalanlarla ziftlenen vakanüvisler ve mabeyin katipleri “Biden, Halkbank dosyasını açıp Erdoğan’ı ham yapar mı?” korkusu içindeler. Dediğim gibi, boşuna korkuyorlar. Biden, Erdoğan’ı ham yapmaz. Erdoğan, Trump ile kurduğu dostluğun(!) daha ilerisini Biden ile de kurar. Kesin bilgidir! Geçmişte kendisine onca hakaret eden Devlet Bahçeli, Süleyman Soylu, Numan Kurtulmuş ile nasıl dost olmuşsa, Biden ile de dost olur. Siyaset ve diplomasi tarihi böyle nice dostlukların(!) tarihidir.

İkincisi, Trump kaybetti diye gerçekten boşuna üzülüyorlar. Trump 2016’da zaten kazanmamıştı ki, 2020’de kaybetmiş olsun. Türkiye’nin adaletsiz seçim sistemine bile göre Trump 2016’da başkan seçilemezdi. Trump’ın 2016’da rakibinden daha az oy almasına karşın başkan seçilmesi tamamen Amerikan seçim sistemindeki garabetin sonucuydu. Trump 2020 seçiminde de azınlıkta kaldı; bu kez başkan seçilemedi. Trump başkan seçilemedi ama onca ırkçı, beyaz kökten dinci, insan ve doğa düşmanı söylemine karşın, oylarını arttırdı; Amerikan halkının yarıya yakınından destek aldı. Covid19 salgınına karşı ciddi mücadele etseydi, Biden’a karşı kazanabilirdi. Biden’a oy verenlerin çok büyük bölümü Biden’ı beğendikleri için değil, Trump kazanmasın diye oy verdiler. Amerika ve dünyanın geri kalanı için asıl tehlike budur ki, Türkiye’deki Trump meftunları illa üzüleceklerse asıl buna üzülmeliler! Irkçılığın, yobazlığın Amerikan halkından bunca destek görmesi sonrasında Biden’ın daha yumuşak ve esnek bir Trump’a evrilmesine de şaşırılmamalı.

Sonuç olarak, ne Trump kaybetti diye karalar bağlanmalı ne de Biden kazandı diye bayram edilmeli. Biden kazandı diye Amerikan emperyalizminin rotasında esaslı bir değişiklik olmayacak. Zira ABD’de başkan emperyal katarın makinistidir, dış politikada rota önceden bellidir. Trump gibi Biden da, ABD kurulu nizamının temsilcisidir. 

Her şeye karşın, Trump’ın yitirmesi, Biden’ın seçilmesi, Türkiye’deki medya ve siyaset sefaletini gözler önüne sermesi açısından hayırlı olmuştur!

Bir değeri yok ama sabık vezir damat Berat Albayrak’ın deyişiyle “At izi it izine karıştı. Allah sonumuzu hayreylesin!”


8 Kasım 2020 Pazar

BİDEN KAZANDI DİYE BAYRAM EDELİM Mİ?

BİDEN KAZANDI DİYE BAYRAM EDELİM Mİ?


ABD seçimleri ülkemizde ve dünyada her zaman ilgiyle izlenmiştir ama Türkiye’de hiç bugünkü kadar ilgi çekmemişti. Bu defa Türkiye seçimleriymiş gibi öyle bir kutuplaşmaya yol açtı ki, sanki Tayyip Erdoğan seçimi kaybetmiş gibi bir kesim yas tutuyor, diğer kesim (aynı ölçüde olmasa da) sevinç duyuyor.

Örneğin, medyanın ağır abisi Hasan Cemal, sevincini şu sözlerle kayda geçirdi: “Biden Başkan! Amerika ve dünya; ırkçı, demokrasi ve hukuk düşmanı bir kâbustan, Trump’tan kurtuluyor, güzel bir gün...”

Sol liberal mahallenin ağır entelektüeli Murat Belge ise “Nefes alabildik” başlığı altında Trump’ın kaybetmesinden duyduğu bayram sevincini yazdı: “Biden gibi bir adamın, bir politikacının, Amerika’nın başkanını belirleyecek seçimi kazanması karşısında bu kadar sevineceğimi, kırk yıl düşünsem akıl edemezdim. Normal koşullarda omuz silker işime bakardım ama ‘normal’ olmayan ‘mevcut’ koşullarda insan nasıl bayram edeceğini şaşırıyor.

Ağır entelektüel, “Muhtemelen çok hızlı değil, ama makul bir hızla ilerleyen bir ‘domino efekti’ beklemek aşırı iyimserlik mi olur?” diye sordu. Uzun yazısının devamında ağır entelektüel, Amerikan halkını tebrik etti, “Bolsonaro, Orban vb. seçenlere armağan olsun!” temennisinde bulundu; Amerika’da Trump ve başka ülkelerdeki benzerlerinin gözü kara adamlar olduklarını, iktidarı elden kaçırmamak için her şeyi yapabileceklerini vurguladı.
***

Sol liberal mahallede Joe Biden kazandı diye bayram sevinci var. Ulusalcı ve sosyalist mahallelerde ise, Donald Trump’ın kaybetmesi elbette memnuniyetle karşılandı ama Biden kazandı diye bayram sevinci yaşanmıyor. Tersine, “ABD’de Cumhuriyetçiler ile Demokratlar arasındaki fark, Coca Cola ile Pepsi Cola arasındaki fark kadardır” uyarısı yapılıyor; ABD’nin emperyalist devlet olduğuna, emperyal politikanın başkanın kişisel tercihleri, ten rengi, etnik - mezhepsel kimliği tarafından değil, ABD’nin öncelikleri, hedefleri, çıkarları, tehdit tanımları ile belirlendiğine dikkat çekiliyor.
***

Sol liberal mahalledeki bayram sevincine, ulusalcı ve sosyalist mahallelerdeki ihtiyatlı iyimserliğe karşılık sağ liberal, milliyetçi, muhafazakâr, dindar, dinci, ırkçı mahallelerde ise Trump yeniden başkan seçilemedi diye hüzün ve göz yaşı var. 

Öyle bir hüzün ki, Tayyip Erdoğan seçimi kaybetmişçesine ağıt yakılıyor, Trump’a kaside yazılıyor. Öylesine bir Trump aşkı ki, “ABD’yi sarsan Trump devrimi” başlığı altında şu cümleler bile kurulabildi: “Amerika’daki süreç, 2002’de AK Parti’nin iktidara geldiği Anadolu Devrimi ile büyük benzerlikler taşıyor. Bu gerçeği anlamayan şizofrenik sol ve liberal çevreler afallamış durumda. Trump kaybetse bile şimdiden tarih yazmış durumda. Trump, daha şimdiden ABD’deki derin devlete, küreselci vesayete, akademi ve medya çevrelerinin propagandasını yaptığı bürokratik oligarşiye isyanın simgesine dönüşmüş durumda.
***

Sağ mahalleler ve sokaklardaki bu Trump aşkını, hüznü ve göz yaşlarını başka bir yazıda tartışmak üzere kaldığımız yerden devam edelim.

Sosyalist sokak sakini olarak şahsen, medyanın ağır abisi Hasan Cemal kadar iyimser değilim. “Nefes alabildik” de diyemiyorum. “ABD’de Cumhuriyetçiler ile Demokratlar arasındaki fark, Coca Cola ile Pepsi Cola arasındaki fark kadardır” klişesi de süreci çokça açıklamıyor. Bu klişe ancak son tahlilde açıklayıcı olabiliyor. Ama son tahlile değin ekonomik, siyasi, kültürel, dinsel, askeri katmanlarda doğrudan bu klişeyle açıklanamayacak süreçler yaşanabiliyor. Bu katmanlarda küresel jandarmayı yöneten başkanın kişisel tercihleri sürecin omurgasını değilse de fiziğini kimyasını psikolojisini belirleyebiliyor. Bu bakımdan, Trump gibi bağnaz, ırkçı, cinsiyetçi, tutucu, beyaz kökten dinci, lümpen, saldırgan, vasat kültürlü bir yaratığın seçimi yitirmesinden memnunum. Hiç değilse, kalbi güsel arkadaşın dediği gibi “hava değişti!” Ayrıca, ABD’de Cumhuriyetçi Parti’nin göreli olarak daha tutucu hatta ırkçı ve faşizme açık zihniyetine ve siyaset pratiğine karşılık Demokrat Parti’nin daha sosyal hakların savunucusu olması, bu partinin başarısına sempati duymamın başka bir nedenidir. Kısmi sol değerler ancak bu partinin tabanında nefes alıp verebiliyor; bağımsız, demokratik “sosyalist” Senatör B. Sanders DP çatısı altında siyaset yapabiliyor. Buradan izleyebildiğimiz kadarıyla, ABD müesses nizamı engel olmasa, Biden yerine Sanders DP’nin başkan adayı olacaktı.
***

Trump’ın seçimi yitirmesinden memnun olmasına memnunum da Biden kazandı diye de bayram sevinci içinde değilim. Bu bakımdan bir zamanlar sosyalist mahallede ikamet etmiş ağır entelektüelin kendi kuruntuları ile bayram sevincine kapılmasına ya da hayal kırıklığına uğramasına mesafeliyim. 

Hatırlıyorum da, ağır entelektüel, Tayyip Erdoğan için de benzer kuruntulara kapılmış ve hayal kırıklıkları yaşamıştı. Nihayet Akil İnsanlar Heyeti’nde kullanılıp bir kenara atıldığında “Daha önce bizim desteklediğimiz, doğru işler yapan adam uydurma bir Tayyip Erdoğan’mış. Kendimi kandırılmış hissediyorum.” diye günah çıkarmıştı.

Günah çıkarmasında eksik bıraktığı husus, uydurma dediği “demokrasi savaşçısı Tayyip Erdoğan” mitinin imalatına kendisinin de katkıda bulunduğuydu. Oysa dinden demokrasi, dinciden demokrat çıkmayacağını bilecek entelektüel donanıma sahiptir.

Ağır entelektüel, üretimine katkıda bulunduğu “demokrasi savaşçısı Tayyip Erdoğan” mitine kendisini öylesine kaptırmıştı ki, 2011 yılında Artvin’in Hopa ilçesinde Erdoğan seçim mitingi düzenlemişti. Miting öncesinde yapılan protesto gösterileri sırasında emekli öğretmen Metin Lokumcu yaşamını yitirdi. Metin Lokumcu’nun ölüm nedeni Trabzon Adli Tıp Kurumu’nun otopsi raporuna “biber gazı ve heyecanın tetiklemesi sonucu gerçekleşen kalp krizine bağlı ölüm” olarak geçti. Bu ölüm sonrasında ağır entelektüel, Taraf gazetesindeki yazısında Metin Lokumcu’nun ölümünü “birilerinin AKP’ye oy kaybettirmeye çalışmasına” bağlamış ve “Yalnız Hopa’daki gariban adamın bu kadar heyecanlanacağı bir durum yoktu. Biraz da yapay olarak pompalanan, ucu Ergenekon’a uzanan bir gerginlikti” diye yazmıştı…

Bu yazının maksadı ağır entelektüelin günah galerisinde dolanmak değildi; Joe Biden ABD Başkanı seçildi diye bayram sevincine kapılınca söz ister istemez oraya geldi. Umulur ki, ağır entelektüel ilerde, “Başkan seçildi diye bayram ettiğim Biden meğer uydurma bir Biden’mış” diye günah çıkarmaz!
***

Dediğim gibi sağ mahalleler ve sokaklardaki Trump aşkı, hüznü ve göz yaşları ayrı bir yazının konusudur. Peşinen yazayım, iktidar mahallesindeki “Biden Erdoğan’ı darbeyle olmazsa seçim yoluyla indirmek istiyor” korkusu gerçekçi değildir; Erdoğan, Trump’la kurduğu ilişkinin daha ötesini Biden ile kurar!