1 Ağustos 2018 Çarşamba

BELGRAD’TA TİTO VE ELEKTRİĞİN TANRISI TESLA İLE BULUŞTUK!


SEYAHATNAME-İ RAHMİ ÇELEBİ

Balkanlar’ı dolaşmaya çıkıp da Belgrad’ı görmeden, Tito’nun Anıtkabri’ni ziyaret etmeden dönmek olmaz. Biz de gezimizin son durağında Sırbistan’ın başkenti Belgrad’tayız.
Saraybosna yakınlarındaki Umut ve Yaşam Tüneli’ni geride bıraktıktan sonra dağlık bölgede yolculuk ikindi vaktine kadar sürdü. Yolculuk yorucu ama yemyeşil coğrafyanın göz banyosu da o denli keyif verici. Bosna-Hersek’in Karakaj kapısından çıkış, Sırbistan’ın Zvornik kapısından giriş işlemleri ardından kendimizi dümdüz, göz alabildiğine uzanan ovada bulduk. Bosna-Hersek’te yol boyunca hemen her köy ve kasada camiye rastlamaya alışmıştık, Sırbistan’da Belgrad yolunda camili köye rastladığımızı hatırlamıyorum. Haziran’ın ilk haftasındayız, ekili tarlalar sararmaya yüz tutmuştu. Bir ara, yolda konvoy oluştu, durduk. Sırp hükümetini protesto eden çiftçiler yolu kesmişler. Yolun ne zaman açılacağı belirsiz. Rehberlerimiz ana yoldan çıkıp köylerden geçerek Belgrad’a ulaşma seçeneklerini tartışıyorlar. Bu durumda yolculuk bir saat uzarmış. Şöyle böyle on beş dakika bekledik. Tam köy yollarına düşecekken, eylemin sona erdiği, yolun açıldığı haberi geldi, Belgrad’a devam ettik. Şehre vardığımızda güneş batmak üzereydi.
Belgrad (Sırpça adıyla Boegrad) yemyeşil, orman içinde bir şehir. Adı, yerel dilde Beyaz Şehir anlamındaymış. Evliya Çelebi ise Belgrad isminin “bakımlı, donanımlı, taht merkezi olacak yer” anlamına geldiğini söyler.
Belgrad Balkanlar’ın en büyük kenti, Avrupa’ya açılan kapısı; Tuna ve Sava nehirlerinin buluştuğu noktada kurulmuş. Tuna ve Sava nehir taşımacılığına elverişli oldukları için Belgrad stratejik değer taşıyor; bu stratejik konumu nedeniyle tarih boyunca bölgeye egemen olmak isteyen güçlerin hedefi olmuş. Rehberimizin anlattığına göre, antik çağdaki Traklar ve Keltler’den sonra başlayan Roma egemenliğinden bugüne bilinen tarihi boyunca tam 44 kez el değiştirmiş; her defasında ağır tahribata uğramış, yeniden kurulmuş.
Şehri hırpalayan, kana ve ateşe boğan bu el değiştirmeler bir yandan da farklı kültürlerin kaynaşmasını sağlamış; o boğazlaşmalardan bugüne modern bir kent kalmış. Kanlı geçmişin izlerini kentin mimarisinden mutfağına ve diline kadar pek çok alanda görmek mümkün. Rehberimiz, Sırpça’da Türkçe kökenli 3 bin dolayında sözcük bulunduğunu söylüyor. Türk Dil Kurumu’na göre ise, Sırpça’daki Türkçe kökenli kelime sayısı 8 bin dolayında. TDK’nin sayısı bana abartılı geliyor.
Belgrad uzun süre Roma, Bizans egemenliğinde kalmış, Slav istilalarına maruz kalmış. İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet, Belgrad’ı kuşatmış ama alamamış. Belgrad’ı Osmanlı topraklarına katmak, 1521 yılında Kanuni Sultan Süleyman’a nasip olmuş. Süleyman, 250 bin kişilik ordusuyla Belgrad’ı yerle bir ettikten sonra Hristiyan halkı İstanbul’da bir köye sürgün etmiş. Köyün bulunduğu alan ormanlık imiş. Giderek oranın adı Belgrad Ormanı olmuş.
Osmanlı egemenliği döneminde de Belgrad’ta işgaller ayaklanmalar eksik olmamış; duraklama ve gerileme devirlerinde, Osmanlı ile Avusturya-Macaristan arasında birkaç kez el değiştirmiş. Osmanlı’nın ağır yenilgiye uğradığı 93 Harbi ardından 1878 Berlin Konferansı’nda Sırbistan bağımsızlığına kavuşmuş, Belgrad başkent olmuş. Birinci Dünya Savaşı’nda Belgrad bir kez daha Avusturya-Macaristan’ın eline geçmiş; savaştan sonra Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı’nın başkenti olmuş. İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi işgali, 1944’te Mareşal Tito komutasındaki Kızıl Ordu’nun kenti Nazilerden alması ve Yugoslavya Sosyalist Halk Cumhuriyeti’nin kurulması; yakın tarihte Yugoslavya İç Savaşı, Sırbistan/Karadağ Cumhuriyeti’nin başkenti; 2006 yılında ise Karadağ’ın ayrılması ile tek başına kalan Sırbistan Cumhuriyeti’nin başkenti...
Belgrad’ın nüfusu 2 milyon dolayında, yani Sırbistan nüfusunun dörtte biri. Kent nüfusunun büyük çoğunluğu Sırp Ortodoks. Çoğunluğun ardından Müslüman, Katolik ve Protestan azınlıklar geliyor. Kentte 20 bine yakın Çinli ve 2 bin kadar Yahudi de varmış.
***

İFTAR TURİSTLERİ
Müslüman azınlık dedim de. Ramazan ayındayız, kaldığımız otelde kahvaltıdayız. Yan masalarda Türkçe sesler kulağımıza geliyor. Bayrampaşa Belediyesi’nin Bereket Konvoyu imiş; Belgrad Müslümanlarıyla iftara gelmişler, akşama iftar çadırı kuracaklarmış. Daha önce de Kosova’da, Bosna-Hersek’te, Makedonya’da iftar çadırı kurmuşlar. Selam verdik, üç beş satır sohbet ettik. Sabah kahvaltı, akşam iftar! Garibimize gittiyse de sormadık. Orucun bu türü de mi varmış diye düşündük! Ya da kendilerini seferi sayıyorlar.
***

TİTO’NUN ANITKABRİ’NDE SAYGI DURUŞU
Belgrad’a yol düşer de Yugoslavya Sosyalist Halk Cumhuriyeti’nin kurucusu Josip Broz Tito’nun anıtkabri ziyaret edilmez mi?
Anıtkabir, şehre hakim bir bölgede devasa bir parkın içinde. Parkın yemyeşil bahçesinde onlarca heykel dikili. Arada Tito’nun mareşal üniformalı heykeli de göze çarpıyor. Tito’nun heykeli önünde saygı duruşunda bulunduk, anısına “Yaşasın devrim ve sosyalizm” diye slogan attık.
Tito’nun mozolesi, Çiçekler Evi denilen tek katlı gösterişsiz bir binanın içinde. Mozolenin bulunduğu büyük salonun duvarları, Tito’nun yaşamından kesitleri anlatan panolarla, Tito’yu dünya liderleriyle birlikte gösteren fotoğraflarla kaplı. Salonda Tito’ya ait kişisel eşyalar, Yugoslavya’dan ve dünyanın dört bir yanından gönderilmiş hediyeler sergileniyor. Mozolede saygı duruşunda bulunduk. Kafile adına ADAM-DER Kurucu Başkanı özel deftere şunları yazdı:

Sosyalizmin yiğit önderi,
Faşizme karşı büyük savaşın muzaffer Mareşal’i,
Bağımsız Yugoslavya Sosyalist Federe Cumhuriyeti’nin Kurucu Başkanı,
Sevgili Josip Broz Tito,
Türkiye’den devrimci sosyalist askerler olarak saygılarımızı sunuyoruz.
Türkiye’nin ve dünyanın sizin gibi devrimci sosyalist liderlere bugün daha çok ihtiyacı var.
Saygılarımla.
9 Haziran 2018
Askeri Darbelerin Asker Muhalifleri Derneği
ADAM-DER adına
Üsteğmen Rahmi YILDIRIM
ADAM-DER Kurucu Başkanı

Çiçekler Evi’nden sonra az ilerdeki az ilerideki Yugoslavya Tarih Müzesi’ni gezdik. Müzede Yugoslav Federasyonu ülkelerine özgü etnografik ürünler, giysiler, ayakkabı, çarık, çorap, silah, mühimmat, müzik aletleri, tarımsal araç gereçler, gazete sayfaları, yabancı ülkelerden gönderilmiş eşyalar gibi irili ufaklı binlerce obje sergileniyor. Marks ve Lenin’in büstlerinin de bulunduğu müzenin çıkışında Tito’nun büstü uğurluyor ziyaretçileri.
Tito, Yugoslavya ve Sırbistan tarihinin en önemli lideri. Babası Hırvat, annesi Sloven. Asıl adı Josip Broz, Tito lakabı. Çevresindeki kişilere görev ve talimat verirken önceden hazırladığı işbölümü listesini önüne koyar, uzun uzun konuşmak yerine "Tİ-TO, Tİ-TO" (Sen bunu, Sen Bunu... yap!) dermiş. Arkadaşları da bu yüzden kendisine TİTO lakabını takmışlar.
Tito Yugoslavya’da farklı etnik ve dini grupları barış içinde bir arada tutmasıyla, merkezi planlama yerine özyönetim adını verdiği sosyalizm modeliyle, Yugoslavya ekonomisini dünyanın en büyük 20 ekonomisi arasına sokmasıyla, Bağlantısızlar Hareketi’nin öncüsü olarak bağımsızlığa önem vermesiyle dünyanın en saygın liderleri arasındaydı. Dünya çapındaki saygınlığı cenaze törenine yansıdı; 1980 yılında öldüğünde, tarihteki en geniş uluslararası katılımlı törenle toprağa verildi. Ölümünden sadece 10 yıl sonra Yugoslavya yangın yerine döndü. Almanya’nın birleştiği yıl Yugoslavya ayrışıp dağılmaya başladı. Sosyalizm döneminde bilinçaltına itilmiş etnik ve dini düşmanlıklar su yüzüne çıktı, kapitalist emperyalizmin kışkırttığı iç savaşta halklar birbirlerini boğazladılar, sosyalist Yugoslavya tarih sahnesinden silindi.
Kendisini Yugoslavların abisi, egemen etnik unsuru sayan milliyetçi Sırplar, halkların eşitliğini kardeşliğini savunduğu için Tito’yu pek sevmiyorlar gibi bir izlenim edindim. Yine de Arnavutlar’ın Enver Hoca’ya yaptıkları gibi anıtkabrini boşaltmamışlar, saygılarını sürdürüyorlar.
***

ELEKTRİĞİN TANRISI İLE BULUŞTUK
Tito’nun anıtkabri dışında Nikola Tesla Müzesi’ni de ziyaret ettik. Bu müzede Elektriğin Tanrısı, Yıldırımların Şimşeklerin Efendisi olarak bilinen, alternatif akım, radyo, radar, floresan lamba, uzaktan kumanda, neon ışıkları, elektriği kablosuz iletme, hız-ölçer, lazer teknolojisi, mikro dalga fırın, X-Ray gibi, bugün hayatın vazgeçilmezleri arasında yer alan pek çok teknolojinin fikir babası ve mucidi Nikola Tesla’nın kişisel eşyaları ve buluşları sergileniyor.
Sırp asıllı Tesla, 1856’da doğmuş, Belgrad’da hiç yaşamamış, ülkesindeki olanakların kısıtlı olması yüzünden Amerika’ya göç etmiş. Öldükten sonra Sırplar sahip çıkmışlar, adına müze açmışlar. Öyle büyük bir müze değil; 20 dakikalık belgeselin ardından bir deney yapılıyor, Tesla bobini çalıştırılıyor, izleyicilerin ellerine tutuşturulan floresan lambalar, kablosuz iletim tekniğiyle yakılıyor.
Buluşlarının birçoğunu yanında çalıştığı Edison kendisine mal etmiş, motor ateşleme sistemini otomobiv imparatoru Ford çalmış, kablosuz elektrik iletimini de J.P.Morgan önlemiş. Bu arada, Edison ile birlikte verilen Nobel ödülünü kabul etmemiş. Tesla 1943 yılında 300 kadar icadını kendi adına kaydettirdikten sonra New York’ta  bir otel odasında beş parasız vefat etmiş. Notlarına gizli servisin el koyduğu, notlar üzerinde yapılan çalışmalarla yeni teknolojilerin geliştirildiği söyleniyor.
Bilim tarihinin en sıra dışı muciti Tesla, günümüzde kendisine atfedilen özdeyişlerle de biliniyor. Ben sadece birini aktarayım.
“Nefretiniz elektriğe dönüştürülebilseydi, bütün dünyayı aydınlatırdı.”
***

Belgrad’ı keşif gezimiz Saint Sava Katedrali ziyaretiyle başladı. Sırbistan’ın en büyük Ortodoks katedraliymiş. 1594 yılında şehirde çıkan isyan Osmanlı ordusunca bastırılmış, Serdar-ı Ekrem Sadrazam Koca Sinan Paşa, şehrin koruyucu azizi Sava’dan kalan kutsal emanetleri ateşe atmış. Sırplar, Aziz Sava’nın anısına 1935’te bu katedralin yapımına başlamışlar; halen de yapıyorlar, ne zaman biteceği belli değil. Dolayısıyla katedralin içerisinde görülmeye değer çok şey yok.
Katedral ziyaretinden sonraki durağımız Kalemegdan. Hem eski bir kale, hem de şehrin en büyük parkı; içinde müze, galeri, spor alanları ve botanik bahçesi de bulunuyor. Adı, Türkçe kale ve meydan sözcüklerinden geliyor.
Kalemegdan’a şehrin merkezi caddesi Knez Mihailova’dan geçilerek gidilebiliyor. Caddenin sonunda Kalemegdan başlıyor. Askeri Açıkhava Müzesi ve Dinozor Parkı geçildikten sonra Stambol Kapija’dan yani İstanbul Kapısı’ndan kaleye giriliyor.
Sahat Kula’yı yani Saat kulesini geçince, Osmanlı tarihinde Mora Fatihi olarak bilinen Damat Ali Paşa’nın türbesi görülüyor. Mora aslında Fatih tarafından fethedilmiş ama 1699’da Karlofça Anlaşmasıyla Venediklilere geçmiş. Damat Ali Paşa, 1715 yılında Mora’yı geri almış ve Avusturya’ya doğru ilerleyişini sürdürmüş ama 1716 yılında Petrovaradin savaşında “şehit” düşmüş; naaşı Belgrad’a getirilerek buraya defnedilmiş. Türbenin kapısının üstünde “TÜRBE” kelimesi ve eski Türkçe ile şu cümle okunuyor: “1716 sene-i miladiyesinde Petervaradin Muharebesinde şehiden vefat eden Mora fatihi Damad Ali Paşa’nın ve türbesinde medfun Tepedelenli Selim ve Hasan Paşaların ruhuna fatiha”
Türbeye yakın bir noktada Paşa Konağı görmeye değer başka bir Osmanlı eseri. Belgrad’ı yöneten Osmanlı paşaları bu konakta oturmuşlar, o yüzden Paşa Konağı denmiş.
Surlara doğru ilerleyince yine Osmanlı döneminden kalma Sokollu Mehmet Paşa Çeşmesi’ne geliniyor. Buranın da ilerisinde Kalemegdan’ın simge kapılarından Zindan Kapısı var; 15’inci yüzyıldan kalmış ama Osmanlılar döneminde zindan olarak kullanıldığı için böyle adlandırılmış. Kalemegdan’ın biraz daha aşağısında da Osmanlılar döneminde baruthane olarak kullanılan, Belgrad’ın ayakta kalmış en eski kilisesi Ružica Kilisesi bulunuyor.
Kalenin Sava’ya bakan ön tarafında Zafer Anıtı (Sırpça adıyla Pobednik) bulunuyor. Sırbistan’ın Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı’nda kazandığı zaferlerin anısına 1928’de dikilmiş. Anıttaki kahraman, bir elinde kılıcıyla savaşı, diğer elinde güvercinle barışı simgeliyor. Aslında anıt ilk olarak şehrin en işlek meydanlarından Terazije Meydanı’na dikilmiş. Ama heykel çıplak olduğu için ahali heykeli orada istememiş. Kent yönetimi de gözlerden ırak olsun diye kale içine taşımış heykeli. Bu anıtın hemen alt tarafında da Kral Kapısı bulunuyor. Kral Kapısı’ndan ileride merdivenli bölümde ulusal kahramanların büstleri sıralanıyor.
Zafer Anıtı’nın bulunduğu noktada, Sava ve Tuna’ya doğru gerçekten muhteşem bir şehir manzarası göz alabildiğine uzanıyor. Belgrad kalesi, Tuna ve Sava nehirlerinin buluştuğu noktada yükselen tepeye kurulmuş. Kaleden bakıldığında soldan akan nehir Sava, sağ taraftaki Tuna’ya karışıyor. Belgrad’ın en güzel manzarası burada diyebilirim. Tarihindeki onca istila ve yıkıma karşın, doğayı bu denli korumuş olmasıyla Belgrad halkı ve yönetimi alkışı hak ediyor.
Sırbistan’da deniz yok ama Belgrad deniz kenarında bir şehir gibi, adası bile var. Sava Nehri’nin üzerindeki Ada Ciganlija yemyeşil. Yürüyüş parkurları, bisiklet yolları, golf, basketbol, voleybol, koşu parkurları, futbol sahaları ile dolu. Nehre girilebiliyor, su sporları yapılabiliyor. Biz Kalemegdan’dan seyretmekle yetindik. Sava Nehri kıyısındaki lokantalarda ve bir teknede keyif çattık.
Kalemegdan sonrası soluğu Belgrad’ın en popüler caddesi Knez Mihaiolova’da aldık. Burası benzetmek gerekirse İstanbul’daki İstiklal Caddesi gibi bir yer, araç trafiğine kapalı. İki tarafında büyük çoğunluğu iş merkezi binalar yükseliyor. Binaların zemin katında ve cadde ortasında kafeler lokantalar. Bu gibi caddelerin klasiği sokak çalgıcıları...
Knez Mihailova, Kalemegdan’dan başlayıp şehrin diğer popüler meydanı Cumhuriyet Meydanı’na ulaşıyor. Cumhuriyet Meydanın’nda (Sırpça adıyla Trg Republik) Belgrad’ı Osmanlı’dan teslim alan Kral Mihailo’nun heykeli yükseliyor. Cumhuriyet Meydanı her yaştan ahalinin, gençlerin buluşma yeri; aynı zamanda protesto gösterileri ve festivallerin de meydanı.
Belgrad 1999’da NATO tarafından bombalanmış, ağır tahribata uğramış. Bombardımanda Genelkurmay binası da isabet almış. Bina, hasarlı haliyle duruyor; Sırbistan ve Belgrad yönetimi, ibreti alem niyetine binayı saldırıya uğramış haliyle bırakmış.
Cumhuriyet Meydanı yanıbaşında Terazije Meydanı bulunuyor. Parlamento Binası, Belediye Sarayı, Cumhurbaşkanı Köşkü, Moskva Hotel bu meydanı süsleyen yapılardan.
Cumhuriyet Meydanı’na komşu arnavut kaldırımlı Skadarlija, Belgrad’ın bohem bölgesi, yani eğlence yeri. Sağlı sollu meyhanelerle dolu sokak, Balkan müzikleri eşliğinde Balkan yemekleri tadılabilecek, gece gündüz hareketli, çok canlı bir yer. Ayıptır söylemesi, biz de kafilecek Sırp gecesi keyfi yaşadık. Ertesi gün yurda döndük.
Balkan gezimizi noktalarken, bu coğrafyanın bir daha savaşlara sahne olmamasını diledik.