22 Ekim 2017 Pazar

BARZANİ REFERANDUMU: BAĞIMSIZLIK RÜYASINDAN KÂBUSA!

Kürdistan Demokrat Partisi KDP lideri Mesut Barzani’nin “bağımsızlık” referandumu Kürtler için kâbusa dönüştü. Referandumun bağımsız devlet özlemini derinleştirmesi ve bir üst aşamaya yükseltmesi, Bağdat ve ilgili diğer başkentlerle müzakerelerde Mesut Barzani’nin elini güçlendirmesi beklenirken tam tersi oluyor.
20. Yüzyıl başlarına kadar Osmanlı ve Acem devletlerinin egemenliğinde, etnik ulusal siyasi örgütlenmeden yoksun, beyler tarafından yönetilen Kürdistan’da referandum, tüm eksikliklere karşın, devletsiz halkın kaderinde bağımsızlık dönemeci olarak önem kazandı. Ne var ki, Barzani diğer Kürt hareketlerinin uyarılarını dikkate almadan, sonuçlarını hesaplamadan kendi kişisel ailevi ve aşiret çıkarlarına ulusların kaderlerini tayin hakkı” gömleği giydirerek dayattı referandumu. Barzani’nin amacı kendi eseri iktidar krizini ulusal ölçekli referandumla aşmak ve kendisini tartışılmaz “kurucu ulusal kahraman” (Atakürt) olarak kabul ettirmek idi. Ne ki kapsayıcı birleştirici davranmayan Barzani, ulusal kongre çağrılarına kulak tıkadığı gibi kendi yerel parlamentosunu da toplamaya yanaşmadı; iki yıldır kapalı tuttuğu parlamentonun başkanı Yusuf Muhammed’in başkent Erbil’e girişini bile yasakladı. Süresi çoktan dolduğu halde başkanlık seçimi yapmaya yanaşmadı, başkanlık seçimi yerine referandumu gündeme getirdi.
***

Sonuçta öyle ya da böyle, referandum devletsiz ulusun kaderinde “bağımsız devlet dönemeci olarak önem kazandı ama Kürtlerin tümünü ve bölgedeki diğer halkları katan bir süreç olmadı. Referandum kampanyasını esas olarak, petrol ticaretiyle zenginleşen aşiret reisleri, güçlü aileler çevresinde örgütlenmiş partiler ve hareketler yürüttü. Süreci neredeyse tek başına yürüten Barzani kendisine yönelik muhalefeti etkisizleştirmek için referandumu araçsallaştırdı; en yakın destekçileri ABD’nin ve AKP iktidarının uyarılarını bile dikkate almadı.
 Etkili muhalefet hareketlerinden GORAN (Değişim Hareketi), uzlaşma sağlanmadan dayatılan referandumu mevcut siyasi, güvenlik, ekonomik ve toplumsal duruma uygun bulmadığını açıkladı; daha uygun bir zamanda referandum yapılmak üzere Meclis’in toplanması çağrısında bulundu.
İslami Toplum Partisi Komel de hizbi ve şahsi çıkarlarla gündeme getirildiği gerekçesiyle referandumun başarısız olacağını savundu; Meclis’in toplanmasını istedi.
PKK ile İran’daki uzantısı PJAK ve Suriye’deki kolu PYD net olarak referanduma karşı çıktılar. KCK ve PKK’nin yöneticileri, demokratik süreçte gündeme getirilmediği, ulusal kongrenin toplanmadığı, bağımsızlık sağlamayacağı, ulus devlet çağının geçtiği gerekçesiyle referanduma karşı açıklamalar yaptılar. Duran Kalkan, eskiden devletleşmeyi savunduklarını, zamanla bu yanlıştan arındıklarını, önemli olanın devletleşmek değil toplumun kendi kendini yönetebilmesi olduğunu belirtti; “Bu referanduma kim karar veriyor? ‘Ben yaparım olur’ demek dar bir propaganda işine benziyor” diyerek eleştirilerini sıraladı.
Suriye Kürt bölgesi Rojava’dan PYD Eşbaşkanı Salih Müslim de ulus devletlerin halkları birbirine düşürdüğünü belirtti; “İçinde bulunduğumuz şu durumda bağımsızlığın Kürtlerin yararına olacağını sanmıyorum. Ülkeleri bölmenin ve milletleri birbirinden ayırmanın doğru olduğunu düşünmüyorum” diyerek referanduma karşı çıktı.
PKK ve PYD yöneticilerinin referanduma karşı açıklamaları, Barzani ile rekabet kaygısıyla yapılmış açıklamalar olduğu kadar, PKK kurucu başkanı Abdullah Öcalan’ın yıllar önce seslendirdiği çizgiyle uyumluydu. Öcalan 5 Ocak 2005 tarihli görüşmede şöyle diyordu: Güney’de bir Kürt devleti doğuyor. Arkasında ABD ve Avrupa var. Bu devletin ideolojisi milliyetçidir. Bu milliyetçilik yerinde durmayacak. İran’dan, Türk’ten, Arap’tan, şundan bundan bir şey isteyecek. Bu da katliamları getirecek. Bunlar yaygınlaşacak. İkinci bir Siyonizm gibi Kürt işbirlikçiliğinin devletleşmesi söz konusudur. Kürt milliyetçiliğinin devletleşmesi İran ve Türkiye'ye karşı kullanılacak. Ben bunu engellemeye çalıştım.
 KDP dışındaki en etkili Kürt hareketleri referanduma karşı tavır alırken, kurulması özlenen devletin ezilen sömürülen Kürt halk sınıflarının mı, yoksa Barzani ailesiyle temsil edilen Kürt egemenlerinin mi devleti olacağı sorusu referandum sürecinde hemen hemen hiç tartışılmadı. Yani referanduma Kürt coğrafyasının ulusal sınıfsal uzlaşmasıyla gidilmedi. Barzani liderliğindeki KDP dışında ağırlıklı Kürt partileri ve hareketleri ancak ve ancak Türk, Arap ve Fars devletlerinin tehditlerine tepki olarak, son gün referanduma destek verdiler.
***

Referandum yüzde 90’ı aşan oy oranıyla Barzani’nin istediği şekilde sonuçlandı ama Kürtler için kâbusa ve kaosa dönüştü. Uluslararası platformda İsrail dışında kimsenin desteklemediği referandumun ardından Türk, Arap ve Fars devletleri aralarındaki tüm anlaşmazlıkları bir kenara bırakarak Kürdistan yönetimine karşı harekete geçince, ABD ve diğer Batılı emperyalistler Türk, Arap ve Fars dünyasını Kürtlere tercih ettiler. Barzani, referandumu ertelemesi yönündeki çağrılara kulak vermediği için Batılı destekçileri tarafından yalnız bırakıldı. Başta Kerkük, Celavla, Tuzhurmatu olmak üzere tartışmalı bölgeler Kürt yönetiminin elinden çıktı. Böylece Irak Kürt Yönetimi bölgesi yüzde 40 kadar küçüldü. Referandum kampanyasında bağımsız Kürdistan için ölmeye hazır olduğu propagandası yapan Peşmerge Başkomutanı Mesut Barzani, Kerkük’teki peşmergelere “direnin” komutu veremedi. Tartışmalı bölgeleri ele geçiren Bağdat, sınır kapıları ve havaalanlarının da teslimini istedi. Bir yandan da Türkiye ve İran, sınırları ve hava sahasını kapattılar.
Petrol sahaları da Kürt yönetiminden alındı, petrol ticareti Bağdat yönetimine kaydırıldı. Petrol gelirinden mahrum kalmak ve sınırların kapanması ekonomik krizin derinleşmesi demek. Barzani yönetimi zaten iki yıldır memur maaşlarını ödeyemiyor, çeyrek maaş verebiliyordu. Muhtemeldir ki, tartışmalı bölgeler Bağdat yönetimiyle (örneğin hiç değilse memur maaşlarının düzenli ödenmesi gibi) ekonomi içerikli bir anlaşmanın sonucu teslim edilmiştir.
Hepsinden önemlisi kadersiz Kürt halkının iç bölünmüşlükle daha da yaralanmasıdır.  Anlaşılıyor ki, onlarca yıllık özerklik deneyimine karşın Kürt bölgesi feodal aşiret yapılanmasını aşıp modern devlet kurabilecek olgunluğa erişememiş, her aşiret kendi özerk devletçiğine hapsolmuştur. Referandumun tozu dumanı ardından Irak Kürdistan’ında 1990’lardaki “birakûjî” günlerindeki gibi Erbil ve Süleymaniye merkezli kopuşmanın nüksedebileceğine ilişkin haberler gelmektedir.
***

Gelinen noktada Kürt sosyalistleri kadar Türk, Arap ve Fars sosyalistleri de referandum sürecini serinkanlılıkla değerlendirmek, yapılan yanlışlıkları dürüstçe saptamak durumundadırlar.
Kişisel olarak genel bir değerlendirme yapmam gerekirse:
Kendi kaderini tayin, bağımsızlık ve devletleşme Kürt halkının meşru hakkıdır. Bağımsızlık ve devletleşmek Türk, Arap, Fars halklarının ne kadar hakkıysa Kürtlerin de o kadar hakkıdır. Bu hakkın tespiti için aslında referandum da gerekmez.
Kendi kaderini tayin ve devletleşme hakkını mutlaklaştırmak ve ayrılma hakkı her zaman her şart altında kullanılmalıdır önermesi de doğru değildir. Boşanma hakkı, illa boşansınlar anlamına gelmez. Siyam ikizleriymişlercesine iç içe geçmiş, anavatanları arasındaki sınır belirsizleşmiş halkların ayrılmasını savunmak intiharı savunmaktan farksızdır. Bu durumdaki halklar aralarında siyasi sınır olmadan eşit koşullarda bir arada yaşamalı ve emperyalistlere karşı birlikte mücadele vermelidirler. Yine de ayrılmak, devletleşmek tercihine sadece saygı duyulmalı, “sorun filan devletin toprak bütünlüğü içinde çözülmeli” diye ahkâm kesilmemelidir. Lenin’in vurguladığı gibi “Kapitalist devlette, ulusların kendi kaderini tayin etme hakkını, yani ulusların ayrılma hakkını reddetmek, egemen ulusun ayrıcalıklarını savunmaya eşittir.” 
Kürtler kendi kaderlerini bağımlı devlet, bağımsız devlet, federasyon, demokratik kültürel özerklik, özyönetim, konfederalizm seçeneklerinden hangisiyle tayin etmek isterler, kendileri bilir. Kendi kaderini tayin sürecindeki anti demokratik işleyiş ve taktik görüş tutum ayrılıkları da başkalarından önce kendi sorunlarıdır.
Nihayet vurgulanmalı ki, emek-sermaye çelişkisini gözetmeyen ya da önemsiz gösteren, toplumsal eşitsizlikleri değil etnik farklılıkları öne çıkaran politikalar halklara mutluluk getirmez.
Irak Kürdistan’ında emek sermaye çelişkisi neredeyse hiç öne çıkmadı. Öne çıkan hep aşiret ve aile çıkarları, mezhep ve tarikat kardeşliği oldu. Mezhep ve tarikat kardeşliği, aşiret ve ailevi çıkarlar ulusal çıkarların önüne geçti. En bariz örnek olarak Barzani ailesi, bölge siyasetinde Kürt kardeşleri aleyhine “mezhep ve tarikat kardeşi” AKP ile ittifak kurabildi. Kürt kardeşleri aleyhine ittifakla kalmadı, Türkiye’nin başkanlık referandumunda diktatörlük cephesinde yer aldı. AKP liderliği ise devlet başkanı muamelesi yapıp bağımsızlık referandumuna özendirmesine karşın, kendi çıkarı tehlikeye düştüğü için mezhep ve tarikat kardeşliğini bir kenara bıraktı; Türk, Fars ve Arap milliyetçiliğiyle ittifak kurup Barzani’yi kaderiyle baş başa bırakmakta tereddüt etmedi.
Halklar ve uluslar arasında egemenlik anlaşmazlığı söz konusu olduğunda şu husus da vurgulanmalı ki, ezen ulus milliyetçiliği ile ezilen ulus milliyetçiliği aynı kefeye konulamaz; başka ulusları ezen uluslar özgür olamazlar.
En önemlisi de kendi özgücüne dayanmayan, emperyalistlerin himmetiyle sağlanacak devletleşme halklara özgürlük bağımsızlık ve mutluluk getirmez. Emperyalistler eliyle gerçekleşip halka özgürlük getiren bir devletleşmeye tarih boyunca tanık olunmadı. Antikapitalist olmayan bir devletleşmenin de kısa sürede ilerici devrimci barutunu yitirip tekrar emperyalizme eklemlenmesinin pek çok örneği vardır tarihte. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, bağımsızlığın ardından yeniden sömürgeleşmenin deneyimi olduğu kadar başka ulusları ezen ulusların özgür olamayacağı gerçeğinin de tarihsel doğrulanmasıdır.

Sonuç olarak Irak Kürdistan’ındaki ezilen halklar ve sınıflar kendilerine emperyalistlerin inşa edecekleri bağımlı bir devlette değil, esas olarak kendi özgüçleriyle elde edecekleri bir devletleşme veya yapılanmada aramalıdırlar özgürlüğü.

Not: Aşağıdaki "Bağımsız Kürt Devletine Doğru"  yazıya da göz atılabilir.
http://rahmi-yildirim.blogspot.com.tr/2014/07/bagimsiz-kurt-devletine-dogru.html

2 yorum:

  1. Ne şiş yansın ne kebap olmuş Rahmiciğim... Emperyalizmin herkesi birbirine düşürmeye çalştığı bir zaman ve mekanda devletleri ayırmak değil birleştirmek uygun düşer...

    YanıtlaSil
  2. kalemine emeğine sağlık

    YanıtlaSil