19 Ekim 2018 Cuma

TÜRK SAĞININ ve İSLAM’IN AMERİKA AŞKI


Kürtlere Amerikan askeri yardımı, Rusya’ya S-400 füze siparişi, ekonomi denetiminin Amerikan şirketine bırakılması, vize krizi, Rahip Brunson davası vs. sorunlar Türk sağcıları ve İslamcılarının Amerika ile aşk ve nefret ilişkisini bir kez daha gözler önüne serdi. Şimdi Brunson’ın memleketine dönmesiyle birlikte mazideki mesut mutlu günlere dönülüp dönülmeyeceği, (diplomatik dille ifade etmek gerekirse) ilişkilerin normalleşip normalleşmeyeceği konuşuluyor.
Türk sağcılarının ve İslamcıların genetik Amerika aşkı, daha doğrusu Batı emperyalizmine marazi aşkı bilinmeyen bir olgu değil; İstiklal Harbi sırasında Damat Feritlere, Tanzimat dönemi sadrazamlarına kadar uzanan 200 yıllık tarihi var. Biz İkinci Dünya Savaşı sonrasına bakalım.
***

İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra “Milli Şef” İsmet İnönü’nün ABD ile ilk ikili anlaşmaları imzalamasıyla birlikte Türkiye ekonomisi Batı kapitalizmine eklemlenme sürecine girdi. Malum, ekonomik altyapı siyasi üstyapıyı belirler. Taze burjuvazinin ve toprak ağalarının çıkarları doğrultusunda ekonomi Batı emperyalizmine yamanınca siyaset aynı yolu izledi. Ekonomide, siyasette, eğitimde, kültürde Batı emperyalizmine yamanma dinsel yamanma ile perçinlendi. Siyasetin etkili aktörleri Amerika’ya aşk destanı yazmada birbirleriyle yarıştılar. İslamcı kanaat önderleri, emperyalizme uşaklığı meşrulaştırmada siyasal aktörlerden geri kalmadılar.
ABD liderliğindeki Batı emperyalizmi, Sovyetler Birliği liderliğindeki sosyalist bloku kuşatmak için batıda NATO, güneyde CENTO, güneydoğu Asya’da SEATO ittifaklarını kurdu. İslam ülkelerinde sosyalist hareketleri ve Arap ulusalcılığını zayıflatmak için Kuzey Kuşağı adıyla başlatılan projede önce 1955 yılında Türkiye ile Irak arasında Bağdat Paktı kuruldu. Bağdat Paktı, aynı yıl İran, Pakistan ve İngiltere’nin katılımıyla Central Treaty Organization CENTO’ya dönüştü. CENTO, NATO gibi askeri ittifak olmaktan çok, istihbarat ve psikolojik savaş ittifakıydı. İran, 1979 yılında gerçekleşen ihtilalin ardından CENTO’dan çekildi; aynı yıl Pakistan da çekilince CENTO tarihe karıştı. İslam’ı komünizme ve Arap ulusalcılığına karşı kalkan olarak kullanma projesi bu tarihten sonra Yeşil Kuşak, sosyalist blokun dağılmasından sonra da Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) adıyla sürdürüldü. Projenin her evresinde sol düşünceye karşı dinci ve milliyetçi ideolojiler pompalandı, emek örgütlerinin karşısına gladyolar ve paramiliter çeteler çıkartıldı; arkaik krallıklar desteklendi; gerektiğinde askeri darbeler yapıldı, faşist diktatörlükler kuruldu.
***

AMERİKA AŞKI UĞRUNA DÖKÜLEN ASKER KANI
Söylediğimiz gibi Amerika’ya aşk destanı yazmada sağın siyasal aktörleri birbirleriyle yarıştılar; İslamcı kanaat önderleri, siyasal aktörlerden geri kalmadılar.
Liberallerin ve sağcıların “milletin sevgilisi demokrasi kahramanı” diye kutsadıkları Adnan Menderes ve Celal Bayar, Türkiye “Küçük Amerika olacak” diyerek övünüyorlardı. Küçük Amerika sevdasının çeyizi olarak (Meclis’e bile sormadan) yoksul halk çocuklarını ABD’nin Kore Savaşı’na yolladılar; askerlerden 734’ü “şehit 2 bin 147’si “gazi” oldu, 234’ü esir düştü, 175’inden bir daha haber alınamadı.
Amerika sevdası, sol düşünceye, emeğe ve barışa düşmanlıktır; Menderes ve Bayar bu düşmanlığı, savaşa karşı bildiri dağıtan Barışseverler Cemiyeti üyelerini hapse atarak gösterdiler.
Kore Savaşı’nda Amerikan çıkarları uğruna akan kanın ödülü NATO üyeliği olarak geldi. Türkiye NATO’ya girerken ABD ordudan istihbarata, eğitimden kültüre değin Türkiye’nin içine girdi, sözcüğün gerçek anlamıyla emperyalizm içselleşti.
NATO üyeliği, küresel sermayenin sihirbazı George Soros’un 2002 yılında İstanbul’daki bir konferansta veciz şekilde ifade edeceği üzere, “Türkiye’nin en iyi ihraç ürünü” halk çocuklarının yüzer yüzer “şehit” olmalarının ödülüydü. Toprakları üzerinde kurulan onlarca Amerikan üssü ile Türkiye, emperyalizmin savaşta ilk feda edilecek ileri karakolu ve bölgesel taşeronu oldu.
Bugünkü kadar kanlı olmasa da o yıllarda Ortadoğu yine kaynıyordu; Menderes Türkiye’yi bu kazana atmak için çırpınmaktaydı. Menderes’in Amerikan emperyalizmine yaranmak için Suriye’ye asker gönderme girişimi akim kaldı ama bu kez Irak ve Lübnan karıştı. Menderes’in Bağdat’taki yol arkadaşı Kral Faysal öldürülmüş, iktidar milliyetçilere geçmişti. Menderes bu kez Irak’a asker gönderme sevdasındaydı. Meclis’te 21 Ağustos 1958 günü yapılan dış politika görüşmeleri sırasında Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile CHP Genel Başkanı İsmet İnönü arasında sert tartışmalar oldu. Zorlu’nun sözleri, Türk sağcılarının işbirlikçi uşak ruhunun nişanesi olarak tarihe geçti. Damat Ferit’i aratmayan açıklıkla Zorlu, bölge ülkelerinde anarşik ve yıkıcı sızma faaliyetlerine ve dolaylı saldırılara karşı ABD ve İngiltere’yi desteklemeyi görev bildiklerini vurgulamış, İnönü ve arkadaşlarını vatana ihanetle suçlamaktan geri durmamıştı:
Türkiye’ye düşen ödev, Amerika’yı küçük devletlerin yardımına gitmeye teşvik etmektir. Birleşik Amerika ve İngiltere, ‘biz oradayız ve bizi davet eden devlet istediği sürece orada olacağız’ diye karşılık verdiler. Böylece küçük bir milletin imdat isteme hakkının olduğunu ve imdat isteğine yetişmenin yükümlülük olduğunu göstermiş oldular. (CHP’li bir milletvekiline seslenerek) Gülme! Sen gülüyorsun, bu hareketinle vatana ihanet ediyorsun!
***

ÖNCE ALMAN SONRA AMERİKAN MUHİBBİ SAİD-İ NURSİ
Menderes, Bayar ve Zorlu’nun Amerikan uşaklığını vatanseverlik olarak propaganda ettikleri yıllar, kapitalist blok ile sosyalist blok arasında Soğuk Savaş yıllarıydı. İki blok arasındaki Psikolojik Savaş’ın en çetin ideolojik muharebesi dini inanç cephesinde verildi. Said-i Nursi (günümüzdeki mirasçısı olarak Fetullah Gülen), edebiyatçı ve inanç önderi olarak Necip Fazıl, psikolojik savaşın en etkili kanaat önderleri oldular.
Birinci Dünya Savaşı’nda Ruslara esir düşen Said-i Nursi, 1917 Bolşevik Devrimi’nin ardından serbest kalır. Devrim sayesinde esaretten kurtulmasına karşın komünizme düşman kesilir. Said-i Nursi’ye göre komünistler, “zenginlerin malını serserilere ve fakirlere peşkeş çekerler.”
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’nın Almanya safında cihat etmesine ilişkin fetvada imzası bulunan Said-i Nursi, İkinci Dünya Savaşı başladığında Kastamonu’da sürgündedir. Hitler ordularının Sovyet Rusya’ya girmelerini “Hazreti İsa’ya vekâleten, çok müstebidane olan dinsizlik cereyanlarına karşı semavî paraşütlerle muharebe ve mücadele” olarak alkışlar, Almanların başarısının Müslümanlar için daha iyi olacağını savunur, Almanya’nın başarması için dua eder.[1]
Almanya savaşta yenilir, Said-i Nursi’nin muhabbeti savaşın galibi ABD’yedir artık; anarşi ve komünizm tehdidi yüzünden Amerika ve Avrupa devletlerinin Müslümanları desteklemek zorunda olduklarını düşünmektedir. Üstad, dine sahip çıkan Amerika’nın İslam dünyasını huzur ve saadete kavuşturacağını savunacak derecede Amerika’ya muhabbet beslemektedir:Küre–i Arz’ın şimdiki en büyük devleti Amerika’nın bütün kuvvetiyle din hakikatlerine taraftar çıkması ve İslamiyetle Asya ve Afrika’nın saadet ve sükunet ve müsalaha bulacağına (huzur ve saadet bulacağına) karar vermesi ve yeni doğan İslam devletlerini okşaması ve teşvik etmesi ve onlarla ittifaka çalışması, kırk beş sene evvel olan müddeayı ispat ediyor, kuvvetli şahit olur.” [2]
Öyle bir muhabbet ki, Kore Savaşı patladığında Said-i Nursi, Menderes hükümetini savaşa katılmaya teşvik etmiş, kendisi de savaşa katılmak istediğini belirtmiştir: “Hükümet Kore’ye asker gönderiyormuş, eğer bana da izin verseler, 5000 genç Nur talebelerimle gönüllü olarak komünistlerle harp etmek için ben de giderim.”[3]

NECİP FAZIL’DAN AMERİKA’YA NAZLI AŞK İLANI
Aynı yıllarda (Türk sağcılarının ve İslamcılarının rahle-i tedrisinden geçtikleri ve “mürşit” bildikleri) Necip Fazıl da ‘komünizm mikrobu’na karşı ABD’nin DDT olduğunu savunuyor, müritlerine “Halk Partisi devrinden beri, mutlak ve mecburi Amerikan siyasetini tutmak, Türkiye hesabına biricik doğru yol” diye öğüt veriyordu; öğüdünü pekiştirmek için de “Dış siyasetimizde Amerikan ve iç bünyemizde Amerikanizm politikasını, kendimizde tecezzi kabul etmez bir şahsiyet vâhidine göre ayarlamakta, devlet ve millet çapında kalkınışımızı kuşatacak derecede büyük ve her işe hâkim bir mâna gizlidir” diye vurguluyordu.
Necip Fazıl’a göre, Türkiye Doğu ve Batı blokları arasındaki muhasebede nihai rakamı belirleyecek tarihi ve coğrafi makama sahiptir, ancak şahsiyetli bir tutum izlemediğinden Amerika tarafından cepte keklik sayılmakta ve boğaz tokluğuna çalıştırılmaktadır. O halde “Amerika'dan bu makamın dolgun hakkını istemek ve nazlı bir sevgili muamelesi görmek biricik dikkatimiz olmalıdır.”
 Necip Fazıl, cepte keklik sayılmamak ve nazlı bir sevgili muamelesi görmek için yapılması gerekeni de şöyle öğütlüyordu: “Bize düşen, kendi kendimize sahip olarak, Amerika’nın ebedî müttefiki, Amerikalının da ‘Sen sensin, ben de ben’ tarzında dostu olmaktır. Amerikalıyı da böylece kendimiz için bir saadet unsuru kılmak... Yoksa belâ haline getirmek değil... Bunu en küçük milletler yaparken biz yapamazsak hazin olur. Amerika da ancak böyle bir şahsiyete maddî ve manevî itibar biçebilir. Yoksa, gelip geçici menfaatleri bakımından alâkadar olduğu; ve bir Amerikan bahriyelisinin iki yana açık bacakları arasındaki perspektif içinde mutalea ettiği kadrodan ileriye geçemeyiz.”[4]
***

AMERİKA’YA UZANAN DİKENLİ AŞK YOLLARININ NAZLILARI
Fazla naz aşık usandırır derler. Gün gelir, nazlanan sevgili gözden düşer. Menderes ve Zorlu, Amerika’ya nazlanmanın bedeli olarak “NATO’ya CENTO’ya bağlılık” yemini eden cuntanın marifetiyle kurulan darağacında can verdiler... Darbeciler Bayar, Menderes, Zorlu ve Polatkan’ı her türlü suçtan yargıladılar; bir tek ABD ile ikili anlaşmalar ve üslerden dolayı yargılamadılar. Yargılayamazlardı. Zira cuntanın birçok üyesi, Milli Şef İsmet İnönü’nün imzaladığı ikili anlaşmalar çerçevesinde, 1948 yılından itibaren ABD’de askeri eğitimden geçirilen askerlerden oluşuyordu...
Amerika’ya uzanan dikenli aşk yollarında nice siyasal liderler, İslamcı inanç önderleri gelip geçtiler. Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Süleyman Demirel, Turgut Özal, Tansu Çiller, Recep Tayyip Erdoğan, Said-i Nursi, Necip Fazıl, Fetullah Gülen, Amerikan yönetiminin “Bizim çocuklar” diye sırtlarını sıvazladığı askerler ve daha niceleri...
Amerika’ya aşk ve nefret destanında birbirleriyle yarıştılar. İçlerinde, Necip Fazıl’ın “nazlı sevgili” öğüdünü ciddi ciddi cinsel aşk beklentisine çevireni bile vardı. Dahası, kendisini Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanı ilan edip, Amerikan askerinin Müslüman ülkelerde girdiği savaşlardan sağ salim dönmesi için dua edeni de çıktı...
Dedikoduya merak sarıp, hangisinin ne yaptığını sormayın lütfen!
Hayli uzayan yazının kuyruğunu bağlama vaktidir.
Devamı gelecek yazıya.


[1] Osmanlıca Kastamonu Lahikası-1, s. 304’den aktaran Abdülkadir Badıllı, Bediüzzaman Said-i Nursi, Mufassal Tarihçe-i Hayatıc.2, s. 1094-1096.
[2] Tarihçe– Hayat , 88, Arabi Hutba–i Şamiye Eserini tercümesi / Birinci Kelime / Haşiye, İçtima–i Reçeteler II/101.
[3] Necmettin Şahiner, Hatıralarda Bediüzzaman, s:127.

[4] Büyük Doğu Dergisi, 17 Temmuz 1959, S.20.

2 yorum:

  1. Tamamen katılıyorum , güzel bir yazı olmuş.

    YanıtlaSil
  2. Kalemine emeğin sağlık sevgiler arayı uzatmayın

    YanıtlaSil