31 Ekim 2022 Pazartesi

TAYYİP ERDOĞAN PATAVATSIZ MI?

Entelektüel mahallenin kıdemlisi Murat Belge, Recep Tayyip Erdoğan’ın “patavatsızlık rekoru” kırdığını yazmış. Gerekçesi, Erdoğan’ın Mehmet Ali Çelebi’ye AKP rozeti takarken, kaç çocuğu olduğunu sorup tek çocuk yanıtı alınca, “Çocuk çok önemli, sayıları artırmak lazım, bak PKK’nin 5 tane, 10 tane, 15 tane var” demesi. (T24, 22 Ekim 2022 tarihli yazısı)

Yazısının devamında Belge, bu sözlerde kastın Kürtler olduğunu, Anadolu Ajansı ve yandaş medyanın bile bu “yakışıksız” sözleri sansürlediğini kaydetmiş; patavatsızlığın Erdoğan için istisna olmadığını, “prompter”a bakmadan konuşuyorsa her an bir “gaf” yapabileceğini vurgulamış…

Ağır entelektüel ile kalem yarıştırmak haddime değil de, bana sorulursa, Erdoğan patavatsız filan değil, gaf maf da yapmıyor. Türk Dil Kurumu’na göre patavatsız “Ettiği lafın nereye varacağını, kime dokunacağını düşünmeden saygısızca konuşan, davranışlarına dikkat etmeyen kimse” demek. Gaf da “Yersiz, beceriksiz, zamansız söz veya davranış, patavatsızlık.”

Eklemek uygun olursa, patavatsızlık veya gaf, kişinin kendisinin de istemediği bir söz ve davranış demektir. Patavatsızlık eden pot kıran kişi, devirdiği çamın, ettiği saygısızlığın farkına vardığında kendisini mahcup hisseder, kızarır bozarır, özür diler, durumu kurtarmaya çalışır vs. Erdoğan’ın ise böyle bir derdi yok! Çünkü Erdoğan, kendisinin ve ait olduğu mahallenin ölçülerine göre çam devirmiyor, patavatsızlık etmiyor. Erdoğan o sözleri gaflet anında ağzından kaçırmadı; aklından geçeni aklına geldiği gibi söyledi.

***

İktidarının ilk yıllarında Erdoğan böyle konuşmuyordu. Devletin dizginleri tümüyle elinde olmadığı için kendisini yeterince güçlü hissetmiyordu Erdoğan; öyle olunca da takiye yapmak, yani olduğundan biraz farklı görünmek ihtiyacındaydı. Öyle ki, ziyaret ettiği bazı Müslüman ülkelere laikliği bile tavsiye ediyordu. O yıllarda hakiki düşünce ve eylemini ağzından kaçırması patavatsızlık veya gaf sayılabiliyordu. Devletin tüm dizginlerini eline geçirdikten bu yana Erdoğan artık takiye yapmıyor, “el alem ne der” kaygısı duymadan aklından geçeni olduğu gibi söylüyor. 

Zaten “içi dışı bir” Erdoğan’ın, halk deyişiyle “delisi dışında”. Yani karşımızda çoktandır rol yapmayan, hakiki harbi Erdoğan var. Öyle olduğu içindir ki, çok rahat bir şekilde, Çelebi’nin doktora çalışması yapan eşine “Olmaz ya… Bu işin kariyeri çocuk doğurmak. Sayıları artırmak lazım. Allah'tan isteyelim” diyebiliyor. 

Çünkü Erdoğan’ın ve mahallesinin kadına biçtiği rol öncelikle çocuk doğurması ve anne olması. Bunu tavsiye etmek, PKK dolayımıyla Kürtlerin çok çocuk yaptıklarını söylemek Erdoğan için patavatsızlık veya pot kırmak değil, o mahallenin bir normalini dile getirmek. Bu sözleri ve devamını patavatsızlık rekoru veya gaf sanıp şaşırma görevi ise, takiye yıllarında Erdoğan’dan demokrasi uman ağır entelektüele düşüyor! 

Oysa ortada şaşılacak bir şey yok. İnsan beklemediği ummadığı bir söze eyleme şaşırır. Ağır entelektüel şaşırdığına göre hâlâ Erdoğan’dan pozitif bir şeyler umuyor bekliyor galiba. Geçmişte de çok şey ummuştu, yazılarıyla destek vermişti. Hayal kırıklığına uğrayınca da kendisini kandırılmış hissettiğini söylemiş, “Daha önce bizim desteklediğimiz, doğru işler yapan adam uydurma bir Tayyip Erdoğan’mış! Biz aklımızı falan kullanmıyorduk” diyerek pişmanlığını dile getirmişti.

(Bu bahsi burada bırakalım, yoksa yazı uzar gider. Dediğim gibi, ağır entelektüel ile kalem yarıştırmak haddime değil!)

***

Erdoğan patavatsız veya değil. Asıl merak ettiğim, Erdoğan’ın felsefe, tarih, coğrafya, teoloji vs. alanlarındaki söylemi ve eylemi. 

En birikimli olduğunu sandığım teoloji alanında örneğin. 15/16 Temmuz 2016 gecesi başından geçenleri anlatırken, yaşadıklarını Hz. Muhammed’in başına gelenlerle kıyaslaması. ATV-A Haber ortak canlı yayınında şöyle anlatmıştı: “Damadım, eşim, kızım, torunlarım... Hep beraber çıktık ve Dalaman'a ulaştık. Meğerse bizden önce Dalaman'a gelmişler, bizim uçağı incelemişler. Fakat çok ilginç şeyler oluyor. Uçağa girmişler, bakmışlar, çıkmışlar. Bizim bu olanlardan haberimiz yok. Biz indik, hemen uçağa geçtik. Daha sonra öğreniyoruz. Hani Nur mağarasındaydı, sevgili Peygamberimiz, Ebu Bekir Sıddîk ile birlikte mağaradaydı. Ama mağaranın kapısını örümcek örüyor. Ve gelip bakıyorlar ki örümcek ağ örmüş. "Burada örümcek ağ ördüğüne göre herhalde buraya girip çıkmış değildir" diyorlar ve müşrikler dönüp gidiyorlar. Bunlar da gelip bakıyorlar. Uçağın içinde kimseyi göremeyince dönüp gidiyorlar. Onların arkasından biz iniyoruz. Tabi bizim üç ayrı noktada bekleyen uçağımız var. Çünkü hedef saptıracağız. Dalaman'daki uçakla beraber hareket ediyoruz.

O gece Dalaman’da yaşananlar gerçekten Erdoğan’ın anlattığı gibi mi, olmuştur, bilmiyorum. Varsayalım ki Erdoğan’ın anlattığı gibi olsun. İslam tarihine azıcık aşina olanlar bilir. Erdoğan’ın anlattığı hikâye ile İslam Peygamberi’nin başından geçenler eşleşmez. Kur’an’da (Tevbe 9/40) bildirilen hadise, Nur mağarasında değil, Sevr mağarasında geçer. Nur, peygambere ilk vahyin geldiği Hira mağarasının bulunduğu dağın adıdır. 

İkincisi, peygamber ve arkadaşı Mekke’den Medine’ye hicret sırasında Sevr mağarasının içindeyken müşrikler mağaranın önüne gelirler, örümcek ağını görünce içeri girmeden dönerler. Dalaman’da ise Erdoğan, mağara ile kıyasladığı uçağın içinde değildir; eşi, kızı, torunları ve damadı ile Ebubekir arasında ne alaka? Tasası bana düşmez de en birikimli donanımlı olduğunu sandığım dinler tarihini bile çarpıtan bir zihniyet tarafından yönetilmek fena halde ağrıma gidiyor.

Çarpıtma dinler tarihi ile sınırlı değil. Felsefe, tarih, coğrafya, matematik, fen bilimleri vs. her alanda her an bir çarpıtma ile karşılaşmak mümkün. Nice nice vukuatı birikti. Nedense, Osmanlı padişahı II. Abdülhamid’e özel ilgisi var. İstanbul Yıldız Sarayı’nda 20 Mart 2016 tarihinde yaptığı konuşmada aynen şöyle dedi: “Bütün buralar Yıldız Sarayı yapılıp kendisinin hal fermanı da ne yazık ki burada imzalanmış. Ve burada hal edilmek üzere ne yazık ki yola çıkmış. Ve ondan sonrada hal fermanını imzalayarak kendisini ne yazık ki idam etmişler.

Ortalama genel kültür bilgisi olanlar bilir, Abdülhamid idam filan edilmedi, tahttan indirildikten sonra 76 yaşında kalp yetmezliğinden yatağında öldü ama Erdoğan’a göre idam edildi…

***

Abdülhamit demişken. Erdoğan, 26 Eylül 2022 Pazartesi akşamı kabine toplantısı sonrası “Sultan Abdülhamit 33 sene gram yer kaybetmeden Osmanlı'yı yönetti” dedi. Gerçi arazi ölçü birimi gram değil metrekaredir ama olsun. Peki ama Abdülhamit döneminde bugünkü Türkiye’nin iki katı genişliğinde toprak kaybedilmişken, “gram yer kaybetmedi” demek ne menem bir şeydir?

Dediğim gibi böyle nice vukuatı birikti. Ne menem bir şey olduğunu biliyorum ama yazmak gelmiyor içimden. Belki ağır entelektüel nasıl bir şey olduğunu yazar, ekstradan bilgileniriz!

Ağır entelektüel bir teşhiste bulunur mu bilemem. Devlet Bahçeli yıllar önce ne menem bir hadise ile karşı karşıya olduğumuzu ilan etmişti. Ben Bahçeli’nin teşhisiyle ilgili haberin adresini vermekle yetineyim. (https://www.yenicaggazetesi.com.tr/-47307h.htm)

Bitirirken, Gazeteci Yazar Mehmet Yakup Yılmaz, yazısının başlığında “Bu saatten sonra Erdoğan’a kim inanır?” diye sormuş (T24, 31 Ekim 2022).

Bu da soru mu şimdi? Paylamak gibi olmasın. Ne demişti damat vezir: “Seçmenimiz diyor ki, Cumhurbaşkanımız çıksa, şuradan Ay’a kadar 4 şeritli yol yapacağım dese, Vallahi inanırız!

Bu palavraya inanacak seçmen kitlesi öyle çok ki? Hüsamettin Cindoruk’un söylediğine göre, Adnan Menderes iktidarı döneminde de “İsmet Paşa asker kaçağı” propagandasına bile inanıyorlarmış. 


2 yorum:

  1. Emeğinize yüreğinize sağlık.
    Saygılar.

    YanıtlaSil
  2. Emeğine kalemine sağlık teşekkür ederim saygılar

    YanıtlaSil