7 Eylül 2024 Cumartesi

MUSTAFA KEMAL’İN ASKERLERİ

Kara Harp Okulu’nda taze mezun teğmenlerin resmi törenden sonra “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” diye slogan atarak subaylık yemini etmeleri, toplumdaki derin çatlağı (tumturaklı bir ifadeyle, sosyo-politik fay hattını) bir kere daha gözler önüne serdi.

Nedir o fay hattı? Güncel ifadeyle, laik-antilaik, dindar-seküler, cumhuriyetçi-ümmetçi, ilerici-gerici, doğucu-batıcı, sağcı-solcu... Taşfırın İslamcıların ifadesiyle mümin-kâfir... (Adlandırmayı bu kadarla bırakalım, emek-sermaye çelişkisini, sermayedar sınıfın da kendi içinde burjuvazi-nurjuvazi diye yarıldığını aklımızda tutalım. Ekonomik sosyal siyasi kriz derinleştiğinde bu fay hattının çok daha belirginleştiğini de.)

***

Teğmenler ne yaptılar da siyasi gündemin ilk sırasına yerleştiler?

Kısaca anımsatmak gerekirse. Kara Harp Okulu’nda (KHO) rutin mezuniyet töreni. Protokol konuşmalarının ardından dönem birincisi mezunlar adına konuşuyor, yaş kütüğüne çivi çakıyor, resmi yemin metnini seslendiriyor, diplomalar veriliyor; sancak devir teslimi ve geçit resmiyle tören sona eriyor. Ben 1978 yılında mezun oldum. O yıllarda da rutin tören programı böyleydi. Sonraları rutin programa “subay yemini” eklenmiş. 

Rutin programa eklenen “subay yemini” şöyle:“And içeriz ki, laik demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına, ülkenin bölünmez bütünlüğüne, yüce Türk ulusunun namus ve şerefine, aziz vatanın bir karış toprağına uzanacak eller, karşısında bizi bulacak ve kılıçlarımız daima keskin ve hazır olacaktır. Bizler Türk istikbalinin evlatlarıyız; şerefimizle doğduk, şerefimizle yaşayacak ve şerefimizle öleceğiz. Ne mutlu Türküm diyene!” 

Kimileri, bu yeminin 15 Temmuz 2016 faciasından sonra kaldırıldığını iddia ediyorlar ama 2021 ve 2022 mezuniyet törenlerinde aynı andın okunduğuna ilişkin görüntüler var. 

Deniz Harp Okulu Komutanlığı yapmış Amiral Türker Ertürk’ün söylediğine göre kılıç çatma geleneği ve subay yemini, tüm harp okullarında varmış, yeni değilmiş. Resmi tören bittikten sonra, sınıf birincisi teğmenin emir komutasında geleneksel kutlama ve ant içme merasimi yapılırmış. Aynen sivil üniversitelerde mezuniyet töreninden sonra yapılan kep atma töreni gibi...

Gayriresmi yemin gelenekselleşmiş, geçmiş yıllarda sorun olmamış ama bu yıl teğmenler subay yemini ederken “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” diye slogan atmışlar. Tartışma bu yüzden. 

***

Siyasi askeri tansiyon bu yüzden tavana vurdu. Çünkü, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” sloganı, toplumdaki derin çatlakta Recep Tayyip Erdoğan iktidarına karşı çok ciddi bir muhalefetin simge sloganı. En önemlisi de bu slogan herhangi bir üniversitede değil, KHO'da atılıyor. Sivil bir üniversitede, bir tıp fakültesinde hukuk fakültesinde bu slogan atılsa, haber değeri taşımazdı.

Alternatif yemin gösterisinin kamuya yansımasının ardından tepkiler yorumlar toplumdaki derin çatlak bağlamında gerçekleşti. Sosyalist mahalle ve Kürt hareketi sessiz kalırken, başta CHP olmak üzere burjuva muhalefet teğmenlere destek verdi.

İktidardaki Cumhur İttifakı ortaklarından MHP her zamanki gibi ikircikli tavır takındı. İslamcı mahalledeki travma depreşti; teğmenlere hakaret üstüne hakaret yağdırıldı. AKP Sözcüsü Ömer Çelik, Atatürk’ü “ebedî başkomutan”, Erdoğan’ı “başkomutan” diye konumlandırıp ortayol bulmaya çalıştı; “Milletin gözbebeği TSK’nın geleceği için yetiştirilmiş teğmenlere hakaret edilmesi kabul edilemez” bile dedi. Ama nafile. 

Hanedan bendesi vakanüvisler, yandaş medya esnafı ve aktroller günlerdir “milli irade” palavraları sallayıp “Kime meydan okuyorsunuz?” diye feryat ediyorlar. Teğmenler, özellikle de dönem birincisi Teğmen Ebru Eroğlu hedefte. “Genç subaylar” darbecilikle suçlanıyorlar. Balyoz, Ergenekon, Askeri Casusluk kumpaslarına alkış tutanlar teğmenlere saldırıyor. Kimlerin, hangi odakların telkiniyle böyle bir gösteriye kalkıştıklarını soruyorlar? Sorunun yanıtı olarak CIA ve MOSSAD’ı işaret edenler bile var. Teğmenlerin TSK’den ihraçlarını, tutuklanmalarını, askeri okullardaki eğitimin yeniden düzenlenmesini istiyorlar. (Bu arada, “askeri mektepler tarikat yuvası oldu” algısını kırmak için teğmenlerin böyle danışıklı bir gösteriye teşvik edildiklerini savunanlar da var ki, komplo ve kumpas teorileri arşivine atmaya değer!)

İslamcı mahalledeki feryatların ardından nihayet AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan da teğmenleri doğrudan hedef aldı: “Bu kılıçları kime çekiyorsunuz? Şimdi bunlarla ilgili olarak da gerekli araştırmalar, hepsi yapılıyor. Oradaki birkaç tane kendini bilmez evelallah temizlenecek. Bu 30 kişi olabilir, 50 kişi olabilir. Kim olursa olsun, bunların ordumuzun içinde bulunması mümkün değil. Bunları temizleyeceğiz.” (7 Eylül 2024)

***

ERDOĞAN’IN HAYAL KIRIKLIĞI

Yeni mezun teğmenlerin darbe yapacak güçte ve örgütlülükte olmadıklarını Erdoğan bilmez mi? Elbette bilir ama teğmenleri hedefine koydu. Çünkü siyasetini inanç dolayımıyla cepheleştirme kutuplaştırma düşmanlaştırma üzerine kurmuş; hep bir düşmana ihtiyaç duyuyor, aykırı hiçbir görüşe ve duruşa tahammül edemiyor. Üstelik kendi siyasi dini kültürel sermayesine güveni de yok. O güvensizlik ve hayal kırıklığı içinde şimdi teğmenleri şeytanlaştırıyor.

Erdoğan’ın hayal kırıklığı nedir? Sorunun yanıtı yakın dava arkadaşı Ayhan Oğan’ın ifşasında. Ayhan Oğan, nasıl bir dava peşinde olduklarını 15 Temmuz’un hemen ardından şöyle ifşa etmişti: “Şimdi biz yeni bir devlet kuruyoruz, beğenin beğenmeyin bu yeni devletin kurucu lideri Tayyip Erdoğan'dır. Yapılan YAŞ toplantısı yeni bir Türk Silahlı Kuvvetleri’nin inşasıdır. Biz vesayet düzenini yıktık. 15 Temmuz’da devlet içerisindeki odaklanmış vesayet mekanizmaları darmadağın oldu. Bürokratik oligarşinin hâkim olduğu devlet sistemi bitmiştir. Şimdi halkın doğrudan belirlediği bir sistem geliyor. Bunun kurucu lideri de Recep Tayyip Erdoğan’dır.” (Hürriyet, 4 Ağustos 2017.)

Erdoğan hayal kırıklığına uğramasın da ne yapsın? Tam 22 yıldır iktidarda, “dindar ve kindar nesil” hedefiyle temel eğitim kurumlarını imam hatipe çevirdi, mevcut imam hatip okullarını medreseleştirdi; müfredatı her yıl biraz daha İslamileştirdi. Medyanın yüzde 95’ine egemen. Diyanet devasa bir propaganda örgütü. Ama azımsanmayacak oranda imam hatip mezunları bile deizme yöneliyorlar. Zaten Erdoğan da, sık sık “Siyasi olarak iktidar olmak başka bir şeydir. Sosyal ve kültürel iktidar başka bir şeydir. Hâlâ sosyal ve kültürel iktidarımızı kuramadık” diye yakınıyor. Nihayet onca araştırma ve eleme ile seçilen Harp Okulu mezunları “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” diye gösteri yapıyorlar...

***

Neden böyle oluyor? Neden KHO mezunu teğmenler mevcut Başkomutan Erdoğan’a değil de “Ebedi Başkomutan” Mustafa Kemal Atatürk’e bağlı olduklarını bildiriyorlar. Yanıtı ciltler dolusu yazıyı gerektirir. HARBİYE’DEN CEPHE’YE başlıklı kitabımda değinmeye çalıştım. Çok kısa aktarayım. Türk Silahlı Kuvvetleri TSK de toplumun parçası. Ordu ne denli izole bir hayat sürmeye zorlanırsa zorlansın, kışla duvarları ne denli yüksek tutulursa tutulsun, toplumdaki siyasi sosyal kültürel ideolojik her şey kışlada karşılığını bulur. Harp okullarının 1976, 1978, 1979, 1980, 1981, 1982 devrelerinin yaşadığı süreç bunun kanıtıdır. Dayatılan resmi ideolojinin tersine, bu devrelerin çoğunluğu Atatürkçülüğü aşarak sol dünya görüşüne meyletmişti. Bugün de “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” sloganı sivil toplumda çok ciddi bir muhalefetin kimlik kartı gibidir. İster istemez kışlada karşılığı vardır. TSK üst komuta heyetinin Tayyip Erdoğan ile kader ortaklığına girişmesine, generallerin AKP toplantılarında boy göstermelerine, kimi kuvvet komutanlarının Hizbullah’ın partisi HÜDA-PAR lideriyle birlikte görüntü vermesine tepki olarak da görülebilir...

Bu sonuç, yani Kemalizm’in siyaseten güçlenmesi aslında AKP’nin eseridir. Prof. Dr. Kemal Karpat’ın deyişiyle “Erdoğan Kemalizm’in ömrünü uzattı!” Rusya’nın Lenin ile Çin’in Mao ile gönül bağı kalmadı ama Türkiye’de kurucu lider Mustafa Kemal Atatürk ile gönül bağı (küçük bir azınlık dışında) sürüyor. Ama samimiyetle ama kerhen. Duvara tosladığında Tayyip Erdoğan partisinin binasına Atatürk posteri astırıyor; Erdoğan ve milletvekilleri Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlılık yemini ediyorlar. Dolayısıyla, her 13 Mart’ta yoklama yapılırken öğrencilerin hep birlikte “İçimizde!” diye andıkları Atatürk’ü “Ebedi Başkomutan” edinmiş bir kurumda “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” sloganı yadırganmamalıdır. “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” diye slogan atan teğmenlerin aslında “Erdoğan’ın askerleri” olarak yetişmeleri isteniyordu. Ama olmamış. Onca yıl sorular önceden verilerek TSK’ye Fetullahçı kadrolar sızdırıldı. 15 Temmuz’un ertesinde 171 general amiral tutuklandı. Anlaşıldı ki onca sızmaya karşın TSK İmam’ın ordusu olmamış. Türk Silahlı Kuvvetleri’ni AK Silahlı Kuvvetler’e dönüştürme projesinin de bugünden yarına gerçekleşmeyeceği kabul edilmelidir. 

***

TEĞMENLERE KIYMAYIN EFENDİLER!

Tayyip Erdoğan’ın “Bunları temizleyeceğiz” demesinin ardından teğmenlerin asıl sınavı şimdi başladı. TSK komuta kademesinin de sınavı. 

Sözcü’den Aytunç Erkin’in aktardığına göre, Kara Harp Okulu birincisi Teğmen Ebru Eroğlu, yeminin ardından okul komutanı tarafından çağrılmış. Daha önce de bu ritüelin yapıldığını dile getiren Eroğlu, “Herkes bizi tarikatçı-cemaatçi diye konuşuyor. Biz Atatürkçüyüz, hiçbir cemaat ve tarikatla alakamız olmadığını herkes gördü. Pişman değilim” diye yanıt vermiş.

Ebru teğmen geri adım atmamış ama bakalım kendisiyle birlikte yemin eden teğmenlerin ne kadarı inceleme soruşturma sürecinde aynı tavrı gösterecek? İçlerinden ne kadarı Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin yolunu tutup Erdoğan'a biat edecek? TSK komuta heyeti ve Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, ilişik kesme dosyaları önlerine geldiğinde ne yapacaklar, “Mustafa Kemal’in askerleri”ne sahip çıkacaklar mı? “Mevcut Başkomutan” Erdoğan, “Ebedi Başkomutan’ın askerleri”ne, diplomasını bizzat verdiği Teğmen Ebru Eroğlu’na kıyacak mı?

HARBİYE’DEN CEPHE’YE başlıklı kitabımda anlatmıştım. Ben 1978 mezunuyum. Son sınıftayken, dönemin Genelkurmay Başkanı, devremizi toptan atmak kararıyla Harp Okulu’na gelmişti; ama atamamıştı. Mezuniyete yakın, Tabur komutanı, “Teğmen oluyorsunuz ama yüzbaşı olamayacaksınız!” demişti. Nitekim çoğumuz yüzbaşı olamadık.

Bakalım Mustafa Kemal’in askerlerinin ne kadarı yüzbaşı olabilecek?

Son bir soru: Mustafa Kemal’in askerleri, bu sloganla simgelenen siyasetin emek-sermaye çelişkisinde neye karşılık geldiğinin, emekçilere ezilenlere kan kusturan darbelerin Atatürk adına yapıldığının bilincindeler mi?


1 Eylül 2024 Pazar

İNSANIN İNSANA ZULMÜ

İnsanın ömründen değil yıllarını, bir saatini bile çalmanın, hapiste tutmanın nasıl bir zulüm ve işkence olduğunu mapus damında yatanlar bilir.

Aradan 40 yıl geçmiş. Kalbi solda atan askerler olarak THKP/C Üçüncü Yol davasında tutuklu yargılanıyorduk. Zorla giydirdikleri tektip cezaevi elbisesini mahkeme salonunda yırtıp attığımız için ekstradan mapusta tutuyorlardı; duruşmalara bile çıkarmıyorlardı. 

Nihayet tahliye kararlarımız geldi. O yıllarda hemen dışarı bırakmıyorlardı. En erken bir gün sonra. Nitekim ana davadan tutuklu son yedi (7) yoldaş, Metris Cezaevi’nden çıkartıldık. Koğuştan çıkarken geri geri adımlayarak yürüdüm, geride kalan yoldaşlara sırtımı dönüp yürümüş olmamak için.

Metris’ten Gayrettepe’deki İstanbul Emniyet’e götürüldük, oradan bırakılacağız. Resmi işlemler tamamlandıktan sonra bırakıldık, emniyetin kapısında bekleyen ailelerimizle kucaklaştık. Ancak, Mehmet Sami Akdöl yoldaşımız o anda bu sevinci yaşayamadı. Resmi yazışmaların gecikmesi nedeniyle iki gün daha emniyet hücrelerinde kaldı. O gündür bugündür, Mehmet Sami yoldaşımız, tutuklu kaldığı yıllardan çok, fazladan içerde tutulduğu o iki güne hayıflanır hâlâ! 

***

Dediğim gibi insanın ömründen değil yıllarını, bir saatini bile çalmanın, hapiste tutmanın nasıl bir zulüm ve işkence olduğunu mapus damında yatanlar bilir.

Yürürlükteki anayasaya ve kanunlara göre bir saat bile tutuklu olmamaları gereken nice mahpus var ülkemizde. Bir değil, beş değil, onbinlerce. Tutuklanmaları yetmiyormuş gibi mapus damında ekstra zulme maruz bırakılıyorlar.

Hangi birini saymalı? Osman Kavala, Selçuk Kozağaçlı, Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater...

Her birinin dosyası skandallarla dolu. Ceza hukukunun tüm kuralları çiğnenerek içerde tutuluyorlar. Öyle birkaç gün değil, yıllarca.

Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ 4 Kasım 2016’dan beri tutuklu hükümlü.

Osman Kavala 18 Ekim 2017’den beri tutuklu hükümlü.

Selçuk Kozağaçlı 13 Kasım 2017’den beri tutuklu hükümlü.

Can Atalay, Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater 25 Nisan 2022’den beri tutuklu hükümlü...

Tekrar edeyim, birkaç gün değil, yıllarca mahpuslar. Kimileri neredeyse on yılı geride bırakacaklar. 

*** 

Dediğim gibi böyle on binlerce insan var mapus damında. Tutuldukları yetmiyormuş gibi ekstra zulme maruz kalıyorlar. 

Selahattin Demirtaş’ı memleketinden iki bin kilometre uzakta mapusta tutmak nasıl bir vicdansızlıktır? Osman Kavala’ya, Selçuk Kozağaçlı’ya, Can Atalay ve diğerlerine aynı vicdansızlık. Can Atalay için Anayasa Mahkemesi kararı var; ama o bile geçerli sayılmıyor. O karara sahip çıkmayan TBMM Başkanı’na, ret oyu veren mebuslara yuh olsun!

Gezi Davası “hükümlüsü” Tayfun Kahraman rahatsızlanmış; kan dolaşımını engelleyecek sıkılıkta ters kelepçe ile hastaneye götürmüşler; yaz sıcağında tam 6 saat öyle dolaştırmışlar. Resmi açıklamaya göre, öyle dolaştırmaları kanuna uygunmuş. (Hatırlatmak gibi olmasın, 40 yıl önce bizi de öyle dolaştırıyorlardı.)

Bir sokak söyleşisinde herkesin içinden geçeni seslendirdiği için tutuklanan Dilruba da, tam duruşma gününe üç gün kala tahliye edilmiş. Ama ne tahliye! Gecenin yarısı sokağa bırakılmış. Adeta kurda kuşa yem edilmiş. Eleştiriler üzerine “Kanuna uygun, kendisi ailesine avukatına haber verilmesini talep etmedi.” (Kanununuz yönetmeliğiniz batsın! İlla talep etmeli miydi? Belli ki, 3 Eylül’de görülecek duruşmaya ilgiyi azaltmak, duruşmanın kitlesel protestoya dönüşmesini engellemek için tahliye etmişler. Tahliye iyi de böyle hesap kitap tam da sıradan faşizme ve lümpen faşistlere özgü!)

Bir de Makbule Özer var. Kadın 82 yaşında. Onca katil, hırsız, rüşvetçi, uyuşturucu taciri, mafya şefi serbestçe dolaşırken yıllarca içerde tutulmuş. Suçu örgüte yardım yardım yataklık imiş. 82 yaşındaki bir kadından korkan devlete de, o kadından yardım yataklık talep etmişse o örgüte de yuh olsun! Neyse ki, Makbule teyze nihayet tahliye edilmiş. 

***


Tekrar edeyim, insanın ömründen değil yıllarını, bir saatini bile çalmanın, hapiste tutmanın nasıl bir zulüm ve işkence olduğunu mapus damında yatanlar bilir.

Kalbi solda atanları, özgürlük ve eşit yurttaşlık için çırpınanları mapusta tutanların bahçeleri bahar görmesin!