Ben diyeyim haftalardır siz deyin aylardır, gündem belirleme üstünlüğünü yitirmişti ŞAHSIM. Gündemi başkaları belirliyor, ŞAHSIM söylenenlere yanıt yetiştirmeye çalışıyordu. On dokuz yıldır gündemin efendisi olan ŞAHSIM gündemin öznesi olmaktan çıkmıştı. İstikrarsız, tutarsız iç ve dış politikasıyla, ekonomide Türk parasını pula çeviren kararlarıyla, cuma namazı sonrasında veya uçakta dışa vurduğu yorgun ve dağınık ruh haliyle gündemin nesnesiydi epeydir.
Bu gibi soyut sorunların yanısıra somut konularda da hep savunmadaydı ŞAHSIM. Sözgelimi 128 milyar doların akıbeti, Ziraat Bankası’ndan yandaş medya patronuna verilip geri alınmayan kredi, orman yangınlarıyla ifşa olan THK uçakları skandalı, Sedat Peker’in itiraf ve ifşaatı, muteber müteahhitlerin her birinin vergi cennetlerine kaçırdıkları servetler, Taliban’ın kâbusa çevirdiği Kabil kayyımlığı hülyası, Biden ile samimiyet kuramamanın üzüntüsü, Putin’in ayan beyan kabalığı, bürokrasiye saldığı korkunun etkisini yitirmeye başlaması, Sayıştay’dan sızıntılar, TÜGVA iddiaları… Her birinde savunmadaydı ŞAHSIM; kamuoyunu ikna etmek şöyle dursun, yandaşlarını ikna etmekte bile zorlanıyordu. “Anketlere inanmıyorum” öfkesiyle aşikâr ettiği üzere oy kaybı sürüyordu. Markette alışveriş, saray personeliyle basket maçı da sempati tazelemeye yetmedi. Devlet Bahçeli’nin “bölücü kebapçılar” zırvası bile daha çok ilgi toplamıştı.
Gündemin öznesi değil nesnesiydi, savunmadaydı; “Bay Kemal” nakaratı eskisi gibi etkili olamıyordu. Neyse ki Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş var. Almanya, Amerika Birleşik Devletleri, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İsveç, Kanada, Norveç ve Yeni Zelanda’nın Ankara büyükelçilerinin 18 Ekim’de hapiste dördüncü yılını dolduran Osman Kavala’nın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları doğrultusunda “serbest bırakılmasını” istemeleri ŞAHSIM için gündem belirleme fırsatı oldu. ŞAHSIM, “10 tane büyükelçinin istenmeyen kişi ilan edilmeleri için talimat verdiğini” açıkladı. (Nasıl da mağrur ve mesrur idi o talimatı verdiğini açıklarken! “10 tane büyükelçi” derken sergilediği dilbilgisi zafiyetine eleştiri hakkımı saklı tutuyorum!)
Ne var ki, Osman Kavala üzerinden gündem belirlemesinin ömrü de kelebeğin ömrü kadar oldu. Çünkü talimatı kurusıkıydı, blöften ibaretti. “Büyükelçiler sınır dışı edilsin!” talimatı blöf olsa da, zaten türbülansta sarsılan ekonomi kırmızı alarma geçti; Amerikan doları 9 lira 85 kuruşa, Avro 11 lira 40 kuruşa kadar yükseldi; Türk lirası Afgan parası karşısında bile değer yitirdi. Diplomasi ve siyaset kulislerinde ŞAHSIM’ın ucuz kahramanlıktan vazgeçmesi için yoğun çaba gösterildiği, çıkış yolu arandığı yorumları yapıldı.
Hep söylenir ya, diplomasi mutlaka bir çıkış veya geri dönüş yolu bulur. Geri dönüş yolu Viyana Sözleşmesi’nin 41’inci maddesinde bulundu. Sözü geçen madde, büyükelçilerin bulundukları ülkelerin içişlerine karışma niteliğinde faaliyette bulunmalarını yasaklıyor. Adı geçen ülkelerin dışişleri Osman Kavala çağrısının 41’inci maddeyi çiğneme amaçlı olmadığını açıklayınca ŞAHSIM’a “Büyükelçiler sınır dışı edilsin!” blöfünden dönüş yolu açıldı. Anadolu Ajansı, 41’inci madde açıklamasının ŞAHSIM tarafından olumlu karşılandığını haberleştirdi. Peşinden ŞAHSIM “Yargımıza ve ülkemize yönelik bühtandan geri dönülmüştür. Viyana Anlaşması 41. Maddesine göre içişlerimize karışılmayacağı taahhüt edilmiştir,” diyerek krizi kendince noktaladı.
***
“Kriz noktalandı” deyişi sözün gelişi. Kriz tırmansa, büyükelçiler sınır edilseler, Türkiye ile Batı dünyası arasında tarihte benzeri olmayan bir kopuşma sürecine girilecekti. Böyle bir kopuşma mümkün değildi. Türkiye ile sözü geçen ülkeler arasındaki ekonomik ve siyasi entegrasyon böyle bir kopuşmaya, köprülerin atılmasına izin vermedi. Yani, büyükelçiler krizinin çözüldüğünü söylemek yerine ertelendiğini söylemek daha doğru olur.
ŞAHSIM ve medyası yedi düvele diz çöktürüldüğünü propaganda etseler, yeni bir “One minute!” masalı anlatsalar da hakikat ortada. Büyükelçiler sınır dışı edilmediler; dahası, yayımladıkları çağrının Viyana Sözleşmesi’yle uyumlu olduğunu vurguladılar. Yani büyükelçilerin geri adım atmaları söz konusu değil; ŞAHSIM’ın blöfüne rest ile karşılık verdiler.
Buna karşılık ŞAHSIM’ın sözünü yuttuğu, geri adım attığı kesin. Sözünü yutması iyi de oldu. Yoksa faturası hepimize çıkacak daha ağır bir ekonomi krizine savrulmak mukadderdi. İyi ki akıl ve basiret devlet yönetiminde tümüyle sıfırlanmamış, bir yerlerde hâlâ mevcut.
ŞAHSIM ilk kez sözünü yutmuş, ilk kez geri adım atmış da değil. İstediği kadar “Benim kitabımda geri adım atmak yok” desin, daha önce de defalarca böyle geri adımlar attı. Rahip Brunson krizinde “Ey ABD! Bu fakir bu görevde olduğu sürece o teröristi alamazsınız!” diye esip savurmuş, kendisini ortaya koymuştu. Bunca esip savurmanın ardından ABD Başkanı Trump’ın tehditleri üzerine Brunson ülkesine uğurlanmıştı.
***
ŞAHSIM’ın sözünü yutması gibi tutarsızlığı da bu olaylarla sınırlı değil. Akla gelebilecek her konuda ŞAHSIM’ın kendi kendisini tekzip eden söz ve davranışları ciltlerle kitap olur. Sözgelimi “içişlerimize karışamazsınız” meselesi. ABD’nin Türkiye’nin içişlerine karışmasına on yıllardır çanak tutan, ABD ile birlikte Irak’ın, Suriye’nin ve Libya’nın içişlerine (oradaki hükümetleri devirmeyi planlayacak kadar karışan), Suriye ve Irak’ın içişlerine karışmayı sürdürmek için TBMM’den iki yıl süreli tezkere geçiren ŞAHSIM’ın, insan hakları ihlalleri söz konusu olduğunda, “içişlerimize karışamazsınız” edebiyatına sarılması, neresinden bakılırsa bakılsın, samimiyetsizdir, tutarsızdır. Kaldı ki, modern çağda insan hakları ihlalleri devletlerin içişleri sayılmamaktadır.
Sorosçuluk meselesi de ŞAHSIM’ın başka bir tutarsızlığı. Küresel sermayenin sihirbazı, liberallerin “turuncu devrim” diye romantize ettikleri darbelerin açık destekçisi George Soros ile Davos’ta olsun Türkiye’de olsun, defalarca görüştü. Soros ile kendisinin görüşmesinde, ahbaplık etmesinde bir mahzur olmayacak, ama başkası görüşürse Sorosçu olacak! Sözü Kavala davasına getirip “Soros artığı” olmakla suçlayacak. Hem de yürürlükteki darbe anayasası bile (ki, ŞAHSIM o anayasaya bağlı kalacağına namusu üzerine yemin etmiştir); darbe anayasası bile görülmekte olan bir dava hakkında kimsenin mahkemelere talimat veremeyeceğini, tavsiye ve telkinde bulunamayacağını hükme bağlamışken.
Sadece Osman Kavala davasıyla değil, Selahattin Demirtaş ve başta davalarla ilgili olarak da aynı alışkanlıkla mahkemelere talimat vermekten, telkinde bulunmaktan geri durmuyor. Bir yandan da seçmenlerinin gelişmiş ülkeler karşısındaki eziklik duygusuna sesleniyor. Afrika dönüşü uçakta Kasımpaşa ağzı ile dedi ki:“Türkiye’ye ders vermek haddinize mi sizin? Kimsiniz siz? Neymiş? Kavala’yı bırakın. Sen kendi ülkendeki haydutları, katilleri, teröristleri bırakıyor musun? Amerika’sı, Almanya’sı, hangisi böyle bir şeyi, şu ana kadar yaptı?”
ŞAHSIM alınganlık duymasın, aklıma geleni yazmasam olmaz.
Otuz beş kırk yıl önce devletin başında olan kişi de buna benzer şeyler söylüyordu. Meydanları zapt ediyor, bağırıyor, sadece kendisi konuşuyordu. Sadece kendisi konuşurken entelektüel ve insani donanım fukaralığı paçalarından akıyordu. “İşkence resmi politikamız değildir” derken aklınca, kimsenin aklına gelmeyecek üstün zekâ eseri bir cümle kurduğunu, siyasi hokkabazlık yaptığını sanıyordu. İdamları eleştiren demokratik ülke liderlerine “Niye idam ettiğimizi soruyorlar. Biz onlara soruyor muyuz, sizde niye idam yok?” diye karşılık vermesi de aynı zihni sefaletin eseriydi.
***
Bitirirken belirteyim, Osman Kavala ile tanışıklığım yok, ahbabı değilim. Bir gün yollarımız kesişirse tanışmaktan, ahbaplık etmekten sevinç duyarım. Maruz kaldığı zulme karşı çıkmak için ahbabı olmak gerekmiyor. Hakkında hiçbir mahkûmiyet kararı bulunmayan, hatta beraat eden, adil bir yargılama yapılsa hâlen yargılandığı davalarda beraat etmesi kuvvetle muhtemel Kavala’yı tutuklu yargıla(t)mak, telafisi mümkün olmayan bir acımasızlıktır. Tutuklanmasının üzerinden dört yıl geçti dört yıl! Bu nasıl bir vicdansızlıktır!
Uzun söze gerek yok, epeydir muhalefetin belirlediği gündeme kapılıp sürüklenen ŞAHSIM’ın Kavala ve büyükelçiler krizindeki gündem efeliği de uzun ömürlü olmadı. Siyasi ömrünü çoktan dolduran ŞAHSIM’ın özgüven kaybı, vizyon eksikliği, sokak ağzıyla politika üretme çabası, halktan ve hakikatten kopukluğu hepimize ağır bedeller ödetiyor. Umulur ki, zamanında veya daha erken bir tarihte yapılacak seçimle bu badire atlatılır, geldiği gibi gidip kendisi de kurtulur.