Soğuk Savaş yıllarında
komünistlik sadece en ağır cezalık suç değil aynı zamanda küfür nesnesiydi.
Akıl, idrak, vicdan yoksulu faşistlerin yanı sıra toplumun çok geniş kesiminin
dilinde komünist demek “dinsiz imansız Allahsız
kitapsız ahlaksız namussuz” demekti.
Aşağılıkta sınır tanımayan ideolojik
devlet aygıtlarının komünistliğe yükledikleri bu negatif anlam yüzünden
komünistler uluorta komünist olduklarını söylemeye çekinirlerdi. Haksız da
değillerdi. “Ben komünistim” diyen
kişi, başına bin türlü bela sarmış olurdu.
Komünistsin, değilim, hayır
sosyalistim atışması zaman zaman esprili diyaloglara da yol açardı. Nur içinde
yatsın, sol hareketin önderlerinden Behice Boran 1965 seçimlerinde Türkiye İşçi
Partisi’nin Urfa Milletvekili olarak TBMM’ye girmişti. Bir keresinde kürsüde
konuşurken AP sıralarından laf atılır: “Erkeksen
komünist olmadığını söyle!” Behice Boran lafın altında kalmaz, yanıt verir:
“Erkek değilim!”
Soğuk Savaş yıllarında solcular
da faşistliği hem siyasal suçlama ve eleştiri amacıyla hem de hakaret amacıyla
telaffuz ederlerdi. Ancak, toplumun geniş kesiminde faşistlik komünistlik kadar
aşağılayıcı bir anlam ifade etmezdi. Faşistliğin komünistlik kadar aşağılayıcı
sayılmaması bir yana, Mussolini’yi Hitler’i vatansever ve milliyetçi belleyen
sağcıların ve ülkücülerin gözünde faşistlik bir nevi gurur vesilesiydi. Öyle ki
Kara Harp Okulu’nda 1976-77 ders yılında öğretim elemanlarından Hasan Celal
Güzel, öğretim kurulu başkanlığı eliyle dağıttığı ders notlarında “Faşizm insan kişiliğini yücelten spritüel
bir güçtür” övgüsüne bile yer vermişti.
***
Soğuk Savaş biteli çeyrek asır
geçti. Ne mutlu ki komünistlik küfür sözcüğü olmaktan çıktı. Herkese açık
toplantılarda, seçim meydanlarında komünistler açık kimlikleriyle boy
gösteriyorlar. Eskiden olduğu gibi savcılar, muhbir vatandaşların sözüne uyup,
komünistlik konulu yazılar aleyhine iddianame yazmıyorlar. Tamamen olmasa bile
toplumun çok geniş kesiminde komünistlik artık küfür ve hakaret olarak algılanmıyor.
Komünistlik felsefi ve siyasi
itibarını nihayet kazandı ama galiba faşistlik itibar kaybına uğradı. Geçmişte
faşistlik açıkça olmasa bile gururlandırıcı bir şeyken günümüzde birilerine
faşist denmesi alınganlığa yol açabiliyor. Nitekim Avukat Umut Kılıç, hâkimlik sınavında
heyetle girdiği tartışmada “Faşist
Erdoğan’ın adamlarısınız” deyince tutuklandı. Meslekte onca deneyim sahibi
yargıçlar savcılar, “Faşist Erdoğan”
hitabının siyasal eleştiri amaçlı olduğunu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ve
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarına göre suç oluşturmadığını bile bile
Avukat Kılıç’ı hapsetmekte tereddüt etmediler. Velev ki ve öyle ki, “faşist Erdoğan” ifadesi suç olsa bile, hükmün
açıklanmasının geri bırakılması maddesi uyarınca Avukat Umut’un zaten bir gün
bile hapis yatmayacağını bile bile tutuklayıp hapse attılar.
***
Avukat Umut Kılıç’ı şikâyet
eden, tutuklayan yargıç ve savcılar, “faşist
Erdoğan’ın adamlarısınız” ifadesinin siyasal eleştiri amaçlı olduğunu bile
bile nasıl olup da genç avukata böyle anlayışsız davranabildiler?
İnsan nasıl bir açıklama getireceğini
şaşırıyor doğrusu. Hukuku meslek edinmiş, adalet dağıtmakla görevli heyet
üyelerinin Umut Kılıç’ı sakinleştirip gönlünü alabilecekken, şikâyet edip
tutuklatmalarına akıl erdiremiyor insan. Heyet üyeleri sahip oldukları resmi
gücü kullanmak yerine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hemen her gün birilerini diline
dolayıp hakaret ettiğini, aşağıladığını anımsayıp Avukat Umut’un gençliğine
verebilirlerdi. Veya Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’a yumruk atan saldırganın bile
tutuklanmadığını hatırlayabilirlerdi.
Hiç de bir yargıç veya savcının
sahip olması gereken sükûnet ve ağırbaşlılık hali değil doğrusu. Uygulamakla
yükümlü oldukları kanunlara bile aykırı hareket etmişler. Söylemeye dilim
varmıyor ama günlük konuşma dilinde faşistlik, bir rejimin görevlilerinin o
rejimin kurallarına bile riayet etmemeleri olarak anlamlandırılır. Umut Kılıç’ın
tutuklanması tam da böyle bir şey.
Fakat bu bile Avukat Umut Kılıç’ın
tutuklanmasındaki vahameti açıklamaya yetmiyor. Tekil bir örnek olsa, “Bir yanlışlık olmuş” denilir ve üst
mahkemede düzeltilmesi beklenir. Ama tekil bir olay değil. Umut Kılıç olayı,
Türkiye'nin artık "kırıntısıyla bile" hukuk devleti olmadığını,
devlet adına güç kullanan kişilerin kâğıt üstündeki kanunlara bile riayet
etmediklerini gösteren örnek bir olaydır. Gazeteler neredeyse günlük skor verir
gibi Erdoğan’a hakaret iddiasıyla tutuklananların haberlerini veriyorlar. Vahamet
burada işte. Yani, Erdoğan faşizminin bütün toplumu tehdit eden baskı ve keyfi
yönetiminin sıradanlaşması. Üniversiteler, sendikalar, medya, iş dünyası,
bürokrasi, hatta yargıçlar ve savcılar… Toplumun hemen her kesimi Erdoğan
faşizminin baskılarından etkileniyor. Umut Kılıç’ın tutuklanması, Yeni Türkiye’nin
gerçek hikâyesini anlatıyor.
Türkiye’deki rejimle ilgili
tartışmalarda bugüne değin “Türkiye
faşizmle yönetiliyor olsa, faşizm var diyemezsiniz” klişesi tekrarlanırdı.
Umut Kılıç’ın tutuklanmasıyla bu eşik aşılmış oldu. Umut Kılıç’ın bir hafta
hapis yattıktan sonra tahliye edilmesi, olayın vahametini azaltmıyor ne yazık ki.
***
Bu arada, faşistlere özel not:
Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde faşizm
sözcüğünün anlamları şöyle sıralanıyor: 1. İtalya'da 1922-1943 yılları arasında
etkinliğini sürdüren, meslek kuruluşlarına dayanan, devlet sınırlarını
genişletmeyi amaçlayan, yetkinin, tek partinin elinde toplandığı düzen. 2.
Demokratik düzenin yerine aşırı bir ulusçuluk ve baskı düzeni kurmayı amaçlayan
öğreti. 3. Gerici,
ırkçı ve saldırgan anamalcı öğelerin açık buyurganlığına dayalı düzen.