HAVANA’daki ikinci günün programında
puro fabrikasını ziyaret ile Küba Halklarla Dostluk Enstitüsü ICAP’ta söyleşi
var. Ayrıca bir sağlık kuruluşu yöneticisiyle biyoteknoloji araştırmaları
konusunda Küba’nın sağladığı ilerlemeyi konuşacağız.
Söylemeye gerek yok, Küba denince
akla ilk gelen şeylerden biri de purodur. İspanyollar Küba’yı ele
geçirdiklerinde yerlilerin bir bitkinin yapraklarından sardıkları, için için
yanan, kokulu dumanlı bir nesneyi tüttürdüklerini görüyorlar. Tütünün nasıl bir
hazine olduğunu fark ettiklerinde metalaştırıyorlar, 1700’lerden itibaren tütün
çiftlikleri kuruluyor. Puronun tarihinde isyanlara da rastlanıyor. Nihayet Devrim’den
sonra tütün çiftlikleri ve puro fabrikaları devletleştiriliyor. Günümüzde puro
üretimi ve satışı, Habanos SA adlı devlet şirketi tarafından
gerçekleştiriliyor.
Puro fabrikasını ziyaret öncesinde
rehberlerimiz, fabrika çevresinde bize puro satmaya çalışacak korsan satıcılara
yüz vermememizi öğütlüyorlar, kazıklanabileceğimizi, üstelik muz yapraklarından
sarılmış sahte puro almış olabileceğimizi söylüyorlar. Biz de rehberlerimize
uyarak, korsan satıcılardan uzak duruyoruz. Fabrikayı gezmeden önce satış
mağazasına uğruyoruz. Puro fiyatları kalitesine markasına göre son derece
çeşitli. 1961 yılından kalma 2 nolu tek 1 adet montecristo’nun fiyatı 425
dolar. Ben 5 No.4 seri nolu bir kutu alıyorum. İçinde 5 adet puro var. Yanı sıra yeteri kadar rom alıyorum. Faturaya
bakıyorum, tek paket puro için 28,45 CUC ödemişim. Yani tek puro için 5.5
CUC’tan fazla ödemişim. Mağaza çıkışında korsan satıcılar, yarı yarıya fiyat
önerip ısrar ediyorlar. Alsak mı diye tereddüt ediyoruz, rehberlerimizin
öğütlerini anımsıyoruz.
Fabrikanın giriş kapısında Fidel
Castro’nun posteri karşılıyor bizi. Devrim başlıklı poster önünde fotoğraf
çektirmeden edemiyoruz.
Atölye giriş kapısı önünde Fidel
ve Chavez’in birlikte oldukları başka bir poster daha. Bir fotoğraf da burada
çektiriyoruz.
Che’nin bir posteri de var
fabrikanın duvarlarında. Hayli uzun bir puroyu tüttürüyor. Efsaneye göre, astım
hastası olduğundan doktoru Che’ye puroyu yasaklamış. Che, yasağa uymak
istememiş, inatçı bir pazarlıkla doktorundan günde sadece 1 puro izni koparmış.
Sonra da kendisi için özel bir puro sardırmış, gün boyu içtiğinde ancak
bitirebileceği uzunlukta bir puro.
Fabrikada 600’ün üzerinde kişi
çalışıyor. Efsaneye göre puronun en makbulü, bakire Latin güzellerinin
bacaklarında sarılmış, içine bakire teri karışmış olanıymış! Alt yapı
sorunlarına fazlasıyla ilgili erkek müşterileri tavlamak için uydurulmuş
olmalı. Maço erkekler kusura bakmasınlar, atölyede bu yöntemle puro sarılmıyor. Kadın erkek sarıcı işçiler,
birbirine bitişik, dikiş makinası büyüklüğünde tezgâhlarda tütün yapraklarını
kesip biçip puro sarıyorlar. Sardıkları puroyu presliyorlar, sonra zar gibi
ince damarsız son bir yaprakla sarıp ambalajlıyorlar. Atölyede son derece ağır
bir hava var. Tepede vızır vızır dönen vantilatörler, açık pencereler ağır
havayı dağıtmaya yetmiyor. Yasak olduğundan fotoğraf çekemedik. Puronun hangi
şartlarda üretildiğini merak eden, https://www.youtube.com/watch?v=dWoPFOucp8U adresindeki videoya bakabilir.
Sosyalist hümanizmamızla bu ağır
çalışma koşullarına içimizden isyan ediyoruz. Biz isyan duygusuyla dolarken, kimi
işçiler sardıkları puroyu gösterip baş ve işaret parmaklarıyla para işareti
yapıyorlar, 2 CUC diye teklif ediyorlar. Öyle bir iki işçi değil, basbayağı çok
sayıda uyanık, alenen kamu malını satmaya çalışıyorlar. Şaşırıyoruz, Turgut
Özal’ın “Benim memurum işini bilir”
vecizesi geliyor aklımıza. İşçilerin puro satış tekliflerini reddediyoruz.
Bizim şaşırdığımızı, isteksiz davrandığımızı gören ustabaşılar korsan satış
yapmaya çalışan işçileri yarım ağızla uyarıyorlar. Uyarılara karşın işçiler,
korsan satış çabasından vazgeçmiyorlar. Uysal alışkanlıkla puro sarmayı
sürdüren diğer işçilerin, korsan satışa ilgisiz kalmaları dikkat çekici.
Öğreniyoruz ki, puro işçilerinin kişi başı günde 2 puro hakları var ancak
satmak için değil.
Bu arada, kimi kadın işçilerin
ADAM-DER kurucu başkanına çapkın bakışları kafiledeki amazonların dikkatlerine
yakalanıyor. O dakikadan itibaren kurucu başkan, kendisini sıkı markaj altında
hissediyor!
***
SON KALE’NİN SOSYALİST PROLETERLERİ!
Puro fabrikasından şaşkınlık ve
aklımızda “Sosyalizmin son kalesinin proleterleri
bunlar mı?” sorusuyla ayrılıyoruz.
Gezi programında sırada Küba Halklarla Dostluk Enstitüsü (Instituto
Cubano de Amistad con los Pueblos) ICAP ziyareti var. Bizim Ada Tur’un
planlamasına göre Küba/ABD ilişkileri konulu bir söyleşiye kulak vereceğiz. Biz
ise, Küba devriminin sorunlarını konuşmak niyetindeyiz.
Enstitü’de bizi parti üyesi ve
ICAP Avrupa Sorumlusu Raymundo Pino karşılıyor. Sıcak duygularla tanıştıktan
sonra konferans salonuna geçiyoruz. ADAM-DER kafilesinin her biri diğerinin
solunda üyeleri eleştiri bombardımanına başlıyor. “Aşırı solcu” bir ADAM, Türkiyeli devrimci askerler olarak Küba
devrimine sempatiyle dolu olduklarını vurgulayarak başlıyor bombardımana,
havaalanından itibaren karşılaştıkları manzaradan üzüntü duyduklarını
anlatıyor:
- Yoldaş, Devrim Müzesi’ndeki
özensizlik bağışlanabilir gibi değil. Gece veya gündüz sokak aralarında vücudunu
pazarlamaya çalışan kadınlarla karşılaşmak nasıl açıklanabilir? Puro
fabrikasında işçilerin kaçak olarak bizlere puro satmaya çalışmalarına tanık
olduk. Devrimci coşku eksikliği, devrimin ilk yıllarındaki “sosyalist ahlak ve yeni insan”
çalışmasında başarıya ulaşılamadığını mı gösteriyor?
Başka bir ADAM, Kürt sorunundan
haberdar olup olmadıklarını soruyor.
ADAM-DER Kurucu Başkanı’nın soru
ve eleştirileri de “aşırı solcu”
ADAM’ın eleştirilerinden geri kalmıyor:
- İki günlük izlenimlerimiz
sonunda coşkuyla “İşte sosyalist Küba”
diyemiyoruz. İki ayrı para kullanılıyor. İki ayrı para iki ayrı ekonomi
demektir. Bu durumda CUC kapitalist Küba’nın, CUP yoksul sosyalist Küba’nın
parası mı? Anlaşılıyor ki devrim, sınıflarararası eşitsizliği ortadan kaldırma
veya azaltma yolunda çok başarılı olamamış. CUC’un tedavülden kaldırılması için
partinin 20 yıl önce aldığı karar hayata geçmiyor. Endişemiz odur ki, böyle
giderse ikinci bir Granma yolculuğu ihtiyaç haline gelebilir. Bu durumda biz
Türkiyeli devrimci askerler, Kübalı yoldaşlarımızın yanında yer almaktan sevinç
duyarız. İkinci olarak, görebildiğimiz her yer, cadde ve sokaklar, parklar,
genel olarak çevre adeta çöplük. Ambargo tamam da çöplük manzarası da herhalde
ambargoyla açıklanamaz. Çöpsüz bir hayat için illa devrim gerekmiyor. Neden her
yer çöplük?
Raymundo Pino, sükûnetle
eleştirilerimizi ve sorularımızı not ediyor. Sonra sırasıyla yanıtlamaya
çalışıyor:
- Devrim müzesindeki özensizlik
ve bakımsızlık, müze yöneticileri ve çalışanlarının kusurudur.
- Sosyalist ahlak ve yeni insan,
devrimin en önemli hedeflerinden biridir. Sosyalist ahlakın yerleşmesi, yeni
insanın yetişmesi birden bire olacak bir şey değildir.
- Puro fabrikasında işçilerin
kaçak puro satmaya çalışmaları kabul edilemez; fabrikada denetim eksikliğini
göstermektedir.
- Küba sosyalist bir ülkedir.
Üretim araçları devletin mülkiyetindedir. CUC, Bolşevik devriminden sonra Lenin’nin
NEP politikasına benzetilebilir. Küba asla kapitalist olmayacaktır. İkili para
çok ciddi bir sorun haline gelmiştir. Sosyalizm için tehlike haline geldiğinde
keser atarız.
- Çöplük manzarası şehir
yöneticilerinin ve temizlik işçilerinin görevlerini ihmal ettiklerini
gösteriyor. Havana’da her gün 400 ton çöp çıkıyor. Bu kadar çöpü tümüyle
ortadan kaldıracak teknik olanaklarımız yok. Her şeye karşın temizlik
işçilerimiz şehri temizlemek için canla başla çalışıyorlar.
- Kürt meselesinden haberdarız.
Ortadoğu’nun en kritik meselesidir. Sadece Türkiye için değil, Irak, Suriye,
İran, hatta eski Sovyetler Birliği’nden artan Kafkasya gibi ülkelerde de
yaşanıyor. Halkların kendi kaderlerini tayin hakkı çerçevesinde çözülmesini
temenni ediyoruz.
- Küba, cinsler arası eşitliğin
geçerli olduğu bir ülkedir. Yetişkin cinslerin birbirleriyle olan ilişkileri
üçüncü tarafları ilgilendirmez. Ama bu ilişki para transferine yol açıyorsa
elbette hoş görülemez, bağışlanamaz. Her şeye karşın paralı ilişkiyi tümüyle
önlemek olası değildir.
Raymundo Pino’nun sesi içtenlik
yüklü. Küba devrimi için tasalanan Türkiyeli devrimcilerle karşılaşmaktan dolayı
biraz da mutlu. Sözü ABD Başkanı Barack Obama’nın geçen Mart ayındaki Küba ziyaretine
getiriyor; Obama’nın “Geçmişi unutalım” sözlerine öfkeyle “Devrim için can vermiş yoldaşlarımızı nasıl unuturuz, ambargo ile bizi
boğmak istemelerini nasıl unuturuz, Guantanamo’yu elinde tutmasını nasıl
unuturuz!” diye karşılık veriyor.
Bu arada, Raymundo Pino ile
söyleşimiz sürerken, Türkiye’nin Havana Büyükelçisi Hasan Servet Öktem,
konferans salonuna geliyor. Türkçe konuşulduğunu işitince tanışmak istediğini,
Havana’ya gelen CHP milletvekillerine mihmandarlık yaptığını söylüyor. Teşekkür
ediyoruz, CHP milletvekillerini görmek istediğimizi söylüyoruz. CHP Genel
Başkan Yardımcısı Malatya Milletvekili Veli Ağbaba ve beraberindeki vekillerle
selamlaşıyoruz.
Raymundo Pino’ya içten
karşılaması ve açıklamalarından dolayı teşekkür edip, öğle yemeği için soluğu eski
Havana’daki El Templete lokantasında alıyoruz. Deniz ürünleri, tavuk, kırmızı
et veya domuz etinden oluşan bir menü. Yanı sıra tek kadeh mojito, ekstra içki
cepten...
***
“ERDOĞAN BATİSTA İLE BİR TUTULAMAZ!”
Öğle yemeğinin ardından La
Industria Biofarmaceutica Cubana Pasado, Presente y Futuro temsilcisi Mac Danev
Ricardo Perez Vallerine ile buluşuyoruz. Hayli teknik terim yüklü bir söyleşi.
Devrimden sonra Küba’nın biyoteknolojide nasıl ilerleme sağladığını anlatıyor.
Anlattığına
göre, devrimden sonra Sovyetler Birliği’ne öğrenci göndermişler. Sovyetler’de
tıp eğitimi alan ilk doktorlar, yurda dönüşlerinde tıp fakülteleri kurmuşlar ve
doktor yetiştirmeye başlamışlar. Yani tıpta devrim yapılmış. Tıp devrimiyle
birlikte, Küba’da sağlık hizmetleri herkes için parasız hale gelmiş, ortalama
ömür 15 yıl uzamış, bebek ve çocuk ölümlerinin önlenmesinde Küba tüm Amerika
kıtasında, yani güney ve kuzey Amerika’da en yüksek başarıya sahip. Kanseri
önlemede ve iyileştirmede ise dünyanın en ileri ülkesi Küba. Kanserin
önlenmesinde ve iyileştirilmesindeki başarıda, ambargo nedeniyle zararlı
kimyasalların Küba’ya girememesini de göz önünde bulundurmak gerek. Küba’da
ilaçlar kimyasal yolla değil, doğal yolla üretiliyor...
Ambargo koşullarına karşın
Küba’nın tıp devrimi alkışlanmaya değer. Fakruzaruret şartlarında nasıl olup da
böyle bir başarıya ulaştıkları konusunda çok net bir fikir edinemiyoruz.
Anlayabildiğimiz kadarıyla Küba, yokluktan dolayı bu tıbbi devrime mecbur
kalmış!
Soru yanıt bölümünde kafilenin
amazonlarının önceliği Alicia kremleri olsa da söyleşi ister istemez politik
bir bağlama kayıyor. Ricardo Perez, yabancılara da sağlık hizmeti verdiklerini,
dünyanın her yanından kanser hastalarının tedavi için geldiklerini söyleyince,
bir ADAM, Recep Tayyip Erdoğan’ın Küba’da kanser tedavisi görüp görmediğini
soruyor. Ricardo Perez, soruya net yanıt vermek yerine ortaya konuşuyor:
- Ateş olmayan yerden duman
çıkmaz!
Yanıt yeterli sayılıyor. ADAM-DER
Kurucu Başkanı, Küba tarihinde Batista nasıl bir yere sahipse Erdoğan’ın da
Türkiye tarihinde öyle bir yere sahip olduğunu söylüyor ve Erdoğan’ın Küba’da
nasıl algılandığını soruyor. Ricardo Perez’in yanıtı çok kısa ve özlü:
- Küba’dan bakıldığında Erdoğan,
Batista ile bir tutulacak siyasi figür olarak görülmüyor.
Ricardo Perez aslında sağlıkçı değil, diplomat olduğunu, yanıtlarında diplomat kimliğinin göz önünde bulundurulması gerektiğini ekliyor.
Havana’daki ikinci gün de böylece
sona eriyor.
Üçüncü günün programında 1
Mayıs var. Erken kalkmak gerekiyor.