TÜRK SAĞININ ve İSLAM’IN AMERİKA AŞKI (4)
BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ’NİN EŞBAŞKANI ERDOĞAN
“Milli Şef” İsmet İnönü’nün imzaladığı ikili anlaşmalarla açılıp
Amerika’ya uzanan dikenli aşk yollarında nice siyasal liderler ve İslamcı inanç
önderlerinin gelip geçtiğinden söz ediyorduk.
Önceki yazılarda Adnan Menderes
ve Fatin Rüştü Zorlu’nun, Necip Fazıl ve Said-i Nursi’nin, Süleyman Demirel, Turgut
Özal ve Tansu Çiller’in Amerika’ya aşklarından dem vurmuştuk. Sıra geldi Recep
Tayyip Erdoğan’a.
Tayyip Erdoğan on altı yıldır
ülkeyi ve devleti tek başına yönetiyor. Bu başarı “Yeşil Kuşak” politikalarının ve yerli sermayenin kendi içinde
ayrışmasının sonucudur. Ayrıntıya girmeden özetle, İkinci Dünya Savaşı’ndan
sonra ABD emperyalizminin sosyalist bloka karşı ‘Yeşil Kuşak’ politikası çerçevesinde ‘ılımlı ve olumlu’ İslamcı hareketleri desteklemesi; Türkiye’de
devletin sola karşı çıkarmak üzere İslamcı eğitim öğretim kurumlarını
yaygınlaştırması, siyasal İslam’ın kendi ayakları üzerinde durmasını sağladı. 1970’li
yıllara değin, merkez sağ partilerin oy deposu olarak dolaylı yoldan politik
dengeleri etkileyen İslamcı hareket, “Anadolu
Aslanları” denilen sermaye gruplarının (Eren Erdem’in ifadesiyle nurjuvazi’nin) temsilcisi olarak
partileşti; nihayet, 1994 ve 2001 ekonomi krizlerinin neden olduğu yoksulluk ve
yolsuzluk ortamında tek başına iktidara geldi.
Vurgulanmalı ki, Erdoğan’ın Amerika’ya
duyguları aşk ile açıklanamaz. Anılan sağcı liderler dünya görüşü ve hayat
tarzı olarak Amerika’ya âşık siyasetçilerdi. Erdoğan ise dünya görüşü ve hayat
tarzı olarak Müslümandır, Millî Görüş hareketinden gelmiştir. Her ne kadar AKP’yi
kurarken “Millî Görüş gömleğini çıkardık”
dediyse de Erdoğan o gömleği hiçbir zaman çıkarmadı, İslamcı kimliğini terk
etmedi. İslam ise insanları müm’in-kâfir
(veya gâvur-Müslüman), ülkeleri de Dârü'l islâm-Dârü'l Harb (Dârü'l küfr) diye ayırır;
gayrimüslimlerin dost edinilmemesini, din yalnız Allah’ın oluncaya değin
kâfirlerle savaşılmasını, yani cihadı emreder. Dolayısıyla Erdoğan’ın Amerika
ve genel olarak Batı dünyası ile ilişkilerinde duygu anlamında aşka yer yoktur.
AB İLE KATOLİK NİKÂHI
Erdoğan’ın Avrupa ve ABD ile
ilişkilerinde duygu anlamında aşka yer olmadığını söylerken, emin olmadığımı da
belirtmek istiyorum. Zira, Erdoğan Amerika’ya âşık bir siyasetçi olmasa da, dış
politikada, takipçisi olduğu sağcı siyasetçilerin akıllarından bile
geçirmedikleri derecede Avrupa ABD ile yakınlaştı.
Örneğin, iktidarının daha ilk
haftasında devrin İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi ile görüşmek için yola
çıkmıştı. Yolculuk Ramazan ayına rastlamıştı; buna karşın uçakta gazetecilere içki
bile ikram etmişti. Berlusconi ile hoşbeş eder etmez, “Avrupa Birliği ile Katolik nikâhı kıymak istediklerini” söylemişti.
(Hürriyet, 14 Kasım 2002.) Şahsen,
Avrupa-Amerika âşığı hiçbir siyasetçinin bu tarz bir söylemini anımsamıyorum.
***
AMERİKAN ASKERLERİ İÇİN DUA!
İlk Washington ziyareti de ABD’nin
Irak’ı tekrar işgal etmeye hazırlandığı günlere rastlamıştı. Erdoğan, ABD
Başkanı Dabulyu Bush ile sıkı pazarlık etmiş, yurda döndüğünde Irak’ın işgaline
Türkiye’yi ortak etmek için TBMM’de olağanüstü çaba göstermişti. İşgal
tezkeresi İç Tüzük engeline takılınca Türkiye hava sahasını işgalcilere açmakla
yetinmek zorunda kalmıştı. İşte o günlerde Erdoğan, bir Amerikan gazetesine “We
further hope and pray that the brave young men and women return home with the
lowest possible casualties, and the suffering in Iraq ends as soon as possible.”
diye yazmıştı. (The Wall Street Journal,
31 Mart 2003.) Kelime kelime Türkçesi, “cesur ve genç kadın ve erkeklerin en az
kayıpla ülkelerine dönmesi için dua… ” Yani, Irak’ı işgal eden Amerikan
askerlerinin sağ salim dönmeleri için dua!
Düşünüyorum da Amerika âşığı
hiçbir siyasetçinin bu tarz bir söylemini anımsamıyorum. Ben anımsamasam da bu
tarz bir söylem tutturan siyasetçi varmış. Abdullah Gül, Dışişleri Bakanı iken
"Dünya barışı için son 50 senede
dünyada en çok Amerikalılar kendi çocuklarını feda etmişlerdir" demiş.
(Milliyet, 16 Mayıs 2006, http://www.milliyet.com.tr/-abd--cocuklarini-barisa-feda-etti-/siyaset/haberdetayarsiv/16.05.2006/156893/default.htm)
ABD’nin Afganistan ve Irak’ı işgal etmesi, Türkiye’deki Amerikan
aleyhtarlığını zirveye çıkarmıştı. O günlerde Erdoğan Başbakan sıfatıyla bir
kez daha Washington yolcusuydu. Bu yolculuk sırasında Erdoğan’ın Amerikan
karşıtlığından yakınması manşetlere yansımıştı. Erdoğan, “Bu ilk kez ortaya çıkmadı. Talihsizlik anamuhalefetin de o çizgide
olmasıdır” diyordu. (Milliyet, 8 Haziran 2005.)
***
***
BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİNİN EŞBAŞKANI TAYYİP ERDOĞAN
Devam edelim. Irak’ın işgalinden
sonra Erdoğan, Yeşil Kuşak politikasının devamı Büyük Ortadoğu Projesi’ne (BOP)
eşbaşkan oldu, Diyarbakır’ı da BOP’un merkezi ilan etti. BOP, Asya’dan Afrika’ya uzanan coğrafyada
İslam ülkelerine sözüm ona Batı’dan “demokrasi
ihracı” amaçlı bir projedir. Nasıl bir proje olduğu Irak, Libya ve Suriye
işgallerinden, İran’a yönelik ambargodan, Arap Baharı olarak adlandırılan kalkışmalardan
bellidir. Sözün özü, İslam coğrafyasını Batı emperyalizmine daha derin bağlarla
eklemleme projesidir.
Erdoğan’ın BOP Eşbaşkanı olması
benim uydurmam değil. Şahsen bizatihi kendisi söyledi. Hafıza-i beşer nisyan
ile malûl olsa da evrensel kütüphane internet ortada. Dileyen, Google
hazretlerine sadece “Erdoğan, BOP, Diyarbakır” yazıp sorabilir.
***
Erdoğan’ın ABD ve Avrupa ile
ilişkilerindeki tutumu, kısacık bir yazıya sığmayacak, ciltler dolusu kitaplar
yazılacak kadar derin bir konudur. Geçmişte ben de çok yazı yazdım. Tekrarına
gerek yok. Dileyen, yakın tarihte yazdığım (https://rahmi-yildirim.blogspot.com/2017/10/ikinci-istiklal-harbinin-baskomutani.html
adresindeki) “İKİNCİ İSTİKLAL HARBİ’NİN
BAŞKOMUTANI TAYYİP ERDOĞAN!” başlıklı yazıya bakabilir.
***
İŞ GÜVENCESİNİ BUDAYAN TAYYİP ERDOĞAN
Erdoğan’ın Amerika ve genel
olarak Batı dünyası ile ilişkilerinde duygu anlamında aşka yer olmadığını; ancak,
Erdoğan’ın dış politikada, takipçisi olduğu, Amerika’ya âşık sağcı
siyasetçilerin akıllarından bile geçirmedikleri derecede ABD ve Avrupa ile
yakınlaştığını söylemiştim.
Önceki yazılarda ABD ve Avrupa
emperyalizmiyle bu denli yakınlaşmanın, içerde sol düşünceye, emek barış ve
demokrasi güçlerine hasımlık olduğunu da kaydetmiştim. Tayyip Erdoğan da sol
düşünceye, emek barış ve demokrasi güçlerine hasımlıkta, takipçisi olduğu sağcı
liderlerden geri kalmadı. Eski bir yazıdan alıntı yaparak, sadece bir icraatını
anımsatayım.
“Tayyip Erdoğan’ın Başbakan olur
olmaz TBMM’den geçirdiği ilk yasayı hatırlayan bir işçi veya sendikacı var
mıdır? Herhalde yoktur. Naçizane hatırlatalım.
Karaoğlan Ecevit, son
başbakanlığı döneminde çok günahlar işledi. Her bir icraatı, Meclis’ten
geçirdiği her bir kanun, ‘halkçı Ecevit’in tabutuna çakılan birer çivi oldu.
Her şeye karşın, başbakan olarak son nefesini verirken kendisini Karaoğlan
yapanları anımsadı, İş Güvencesi Yasası’nı Meclis’ten geçirdi. Yasa, 10 veya
daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde işçinin haklı bir neden olmaksızın
işten atılamayacağını öngörüyordu. Mesela patron sendikal faaliyet nedeniyle
işten atamayacaktı. İşten atan patron, haklı bir nedenle işten çıkardığını
kanıtlamak zorunda olacaktı. Atılan işçi mahkemeye başvurduğunda patron haklı
bir nedenle işten attığını kanıtlayamazsa işçiyi yeniden işe almak ve tazminat
ödemekle yükümlü olacaktı.
Taslak olarak 2000 yılında yola
çıkan yasanın işçiler için taşıdığı önem apaçıktı. Patronlar tasarının
yasalaşmaması için çok sert direniş göstermişlerdi. TÜSİAD ve MÜSİAD,
aralarındaki pasta paylaşım kavgasını bırakmışlar, tasarıyı engellemek için
kampanya yürütmüşlerdi. Patron örgütlerine göre tasarı vatana ihanet kabilinden
felaket tasarısıydı. Medyada üslenmiş devşirmeler ve dönekler de tasarının
piyasa gerçeklerine ne denli aykırı düştüğünü propaganda etme çabasındaydılar.
Sonuçta tasarı 9 Ağustos 2002’nin ilk saatlerinde Meclis’ten geçerek yasalaştı.
Patronlar, yasanın altı ay sonra, yani 15 Mart 2003 tarihinde yürürlüğe girmesi
şartıyla direnişten vazgeçtiler. Herhalde, o tarihe kadar kim öle kim kala
hesabı yapmışlardı. Nitekim öyle oldu. Meclis bir daha toplanamadı; 3 Kasım
2002 seçimlerinde AKP anayasayı değiştirmeye yeterli çoğunlukla iktidara geldi.
Tayyip Erdoğan’ın milletvekili
seçilmesi önlendiği için AKP’nin ilk hükümeti Abdullah Gül başkanlığında
kurulmuştu. Nihayet, Deniz Baykal’ın himmetiyle Tayyip Erdoğan 9 Mart 2003’te
Siirt milletvekili olarak Meclis’e girdi; 14 Mart’ta Başbakanlık koltuğuna oturdu.
O tarihlerde Türkiye’nin başında
ABD’nin Irak’ı işgal belası da vardı. Bülent Ecevit biraz da hem bu işgale razı
olmadığı hem de İş Güvencesi Yasası’nda ısrar ettiği için iktidardan
düşürülmüştü.
Bu şartlar altında iktidara
gelen Tayyip Erdoğan’ın savaştan bile öncelik verdiği konu, İş Güvencesi
Yasası’nın budanması oldu. Güven oylamasını ve 20 Mart’ta başlayacak işgali
bile beklemedi. “İş Güvencesi psikolojik rahatsızlık ve baskı yarattı. Kriz ve
savaş ortamında işveren kesimi bundan çok rahatsız. Rahatlatıcı bir karar
almamız lazım.” diyerek, tek cümlelik bir kanunu 16 Mart’ta Meclis’ten geçirdi.
Kanun, İş Güvencesi Yasası’nın yürürlüğünü 30 Haziran 2003 tarihine öteliyordu.
Patronlar sevinçliydi. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat
Hisarcıklıoğlu, sevincini “AKP bizi çok mutlu etti” sözleriyle dile getirdi.
Ne ki Çankaya Köşkü’nde farklı
bir Cumhurbaşkanı vardı. Ahmet Necdet Sezer, erteleme yasasının “sosyal hukuk
devleti” ilkesiyle bağdaşmadığı, “işsizliği önleyici ve ulusal gelirin adaletli
biçimde dağıtımını sağlayıcı önlemler almanın sosyal hukuk devletinin görevleri
arasında olduğu” gerekçesiyle geri gönderdi.
Ancak “garip gureba, işçi köylü
hamisi” Erdoğan pes etmedi; İş Güvencesi’ni 10 Haziran 2003’te yürürlüğe
soktuğu 4857 sayılı İş Kanunu’na dahil ederek içini boşalttı. Bülent Ecevit’in
bıraktığı yasa 10 ve daha fazla işçinin çalıştığı işyerlerinde geçerliyken,
Tayyip Erdoğan’ın çıkardığı yasa 30 ve daha fazla işçinin çalıştığı
işyerlerinde geçerli oldu. Böylece işçilerin yarısından fazlası iş güvencesi
kapsamı dışına çıkartıldı. İşe iade durumunda ödenecek tazminat tutarı da 6/12
aylık yerine 4/8 aylık sınıra geriletildi.” (Yazının tamamı için bakınız, http://www.suvaridergi.org/content/view/2488/2/)
***
Hulasa, Tayyip Erdoğan Amerika’ya
âşık bir siyasetçi olmasa da, dış politikada, takipçisi olduğu sağcı
siyasetçilerin akıllarından bile geçirmedikleri derecede ABD ve Avrupa ile
yakınlaştı. Sol düşünceye, emek barış ve demokrasi güçlerine hasımlıkta da, takipçisi
olduğu sağcı siyasetçileri fersah fersah geçti.
“Türk Sağının ve İslam’ın Amerika
Aşkı” dizimizin gelecek yazısında askerlerden söz edeceğiz.