Ne günlerden geçiyoruz yarabbi!
Ülkenin doğusunda viraneye
çevrilen kentler kasabalar,
Apartmanların bodrumlarında
kıstırılıp yakılan insanlar,
Tankla ezilip panzerle sürüklenen
genç insan bedenleri,
Kurşunlarla delik deşik
edildikten sonra etrafında zafer pozu verilen çıplak kadın vücutları,
Yerinden yurdundan edilen
yüzbinlerce insan,
Buzdolabının derin dondurucusunda
saklanan çocuk cesetleri.
Bu vahşet tablosuna on yıllardır
çare bulmayan siyaset. O siyasetin en tepesinde “Belki biz bir ölüyoruz ama en az 10 da, 20 de, 30 da onlardan
öldürüyoruz. Bu şekilde devam ediyor.” diye kelle hesabı yapabilen bir
Cumhurbaşkanı...
***
Ülkenin batısında ise her gün “şehit” cenazeleri,
Patlayan canlı bombalar,
katledilen (katledilecek) yüzlerce insan,
“Türkiye’yi terk edin” çağrısı yapılan yabancılar,
Hapse atıldıktan sonra vatandaşlıktan
atmakla tehdit edilen barış yanlıları,
Her sokakta öldürülen bir kadın,
İş cinayetlerine kurban giden
işçiler,
Azgın sermaye birikimine kurban
edilen çevre ve doğa,
Alıp başını giden hırsızlık,
yolsuzluk,
Siyaset zorbasının maymuna
çevirdiği devlet,
Kimsenin güven duymadığı
parlamento ve yargı,
Zorbalığa teslim olmuş medya,
Susturulan üniversite,
Seküler eğitimin karşısına
dikilen dini eğitim yuvalarında tecavüze uğrayan çocuklar.
Bu rezilliklere isyan etmeyen bir
toplum, çare bulmayan siyaset.
O siyasetin en tepesinde ise
Kadıköy vapurundaki kadınları gözetlediğini ağzından kaçıran, “Kabataş’ta başörtülü bacımın üzerine
işediler” yalanıyla kıyameti kopartmasına karşılık tecavüze uğrayan
çocuklar konusunda tek kelime etmeyen bir Cumhurbaşkanı...
Özetle, aklını ahlakını vicdanını
yitirmiş siyasetin yaşanamaz hale getirdiği bir ülke.
***
Cinayet acıları diner, zorbalık
ve hırsızlık ayıpları bir şekilde azalır da, dini eğitim yuvalarında,
vakıflarda, yurtlarda, çocuk ıslahevlerinde tecavüz utancıyla nasıl başa çıkarız,
bilinmez.
Toplumun bir kesimi bu utancı
yüreğinde hissediyor, önlemeye güç yetirememenin acısıyla kavruluyor. Hemen her
konuda ahkâm kesen Cumhurbaşkanı ise suskunluğunu sürdürüyor. Bunca rezaletten
yalnızca biri söz gelimi Aziz Nesin Vakfı’nda meydana gelse nasıl da kıyameti
kopartırdı. Söz konusu olan Ensar Vakfı, imam hatip okulları veya Kur’an
kursları olunca suspus.
Cumhurbaşkanı suskun, Başbakan’ın
ne dediği belli değil. Skandalın üstüne herkesten önce gitmesi gereken Aile ve
Sosyal Politikalar Bakanı ise düşman başına. Ana dilini konuşmaktan aciz. Önce “Buna
bir kere rastlanmış olması hizmetleri ile ön plana çıkmış bir kurumumuzu karalamak
için gerekçe olamaz”
diyerek Vakf’a göğsünü siper ediyor. Ardından, 13-14 Nisan’da düzenlenecek Çalıştay’ın gündemi hakkında konuşurken
aynen “İhmal, istismar ve tacize uğrayan
çocukların cezalandırılması konusu da gündeme alacağımız konulardan bir tanesi”
diyor. Yetmiyor, Cumhurbaşkanı ve Başbakan abileri gibi, “önüne yatmak” deyiminden “altına
yatmak” anlamı çıkartıp kıyameti kopartıyor. Besbelli ki, akıl fikir
kasıklardan yukarı çıkamamış...
Şurası hakikat ki, bu memlekette çocuklar ilk kez tecavüze uğramıyor,
kadınlar ilk kez öldürülmüyor. Eskiden de vardı. Önceki iktidarlar döneminde de
hırsızlık yolsuz yapılıyordu. Bugünün dünden farkı, Türkiye’nin tarihte hiç
olmadığı kadar dinci siyaset bataklığına gömülmesi, 13 yıldır süren dinci
iktidar döneminde tecavüzün, cinayetlerin, yolsuzluğun katlanarak artması ve “günah işleme hürriyeti” denilerek din adına
meşrulaştırılması. En acısı da, mütedeyyin denilen seçmen çoğunluğunca
umursanmaması; din iman söz konusu olduğunda aklını iptal eden seçmen çoğunluğunun
bu utanç tablosu ressamlarını sırf alınları secdeli diye seçimlerde
ödüllendirmesi.
***
İsyan etmemek elde değil.
İsyan etmemek elde değil de kime
isyan etmeli?
İlk isyan Allah’a edilse gücüne
gider mi acaba?
Kur’ân-ı Kerîm’inde buyuruyor ki,
“Karada ve denizde olanı da bilir.
Hiçbir yaprak O’ndan habersiz düşmez.” (En’âm / Sürü, 59)
Yine Kur’ân-ı Kerîm’inde dünya
hayatının imtihandan ibaret olduğunu vurguluyor ve buyuruyor: “(Ey
insanlar!) Sizi birbiriniz için imtihan
aracı kıldık.” (Furkân, 20)
***
Ya Kayyum,
Ya Kadir-i Zülcelal,
Yaprak bile senden habersiz izinsiz
kıpırdamıyor düşmüyorsa,
Senin adını yüceltme palavrasıyla
açılan kurslarda, vakıflarda, yurtlarda olan bitenden haberin var mı? Varsa,
razı mısın?
İnsanları birbirleri için imtihan
aracı kıldın ise, konuşmayı henüz sökmüş bacak kadar çocuğa reva gördüğün
imtihan nasıl bir imtihandır?
Bütün bu olan bitenden haberin
var da sessiz kalıyorsan, keremin de imtihanın da senin olsun!
Firmianus Lactantius da nurlar içinde ruhu şad olsun!