Sabah yürüyüşü için Eymir’e
giderken, Polis Akademisi arazisine bitişik yol kenarında rastladım bu
kitaplara. Gelişigüzel atılmışlar. Elimde olmadan durdum, topladım kitapları. İkisinin
ilk sayfasında sahibinin adı soyadı, kitabın hangi tarihte satın alındığı
kayıtlı. Birisinde de kimin hediye ettiği yazılı. Ne kadar korktuysa, o
korkuyla nasıl acele ettiyse, adının soyadının, hediye eden ablasının adının
yazılı olduğu sayfayı bile yırtmadan atmış yol kenarına.
Hiçbirine sempati duymasam da,
naçizane kitaplar yazmış, iyi bir okuryazarlık emekçisi olarak acıyla
bakakaldım kitaplara. Yan yana toplayıp fotoğrafladım, 12 Eylül darbe günlerini
anımsadım. Kitapların banyoda ocağa atılıp yakıldığı, toprağa gömüldüğü, hücre
evi operasyonlarında suç aleti “örgütsel
doküman” olarak tutanaklara geçirildiği, imhasına kalem kırılan kitapların
resmi görevlilerce yakıldığı günleri. Termosifonların ocaklarında en çok Marks, Engels ve Lenin’in
tuğla kalındığındaki kitapları yakılırken sıkıntı çekilirdi. Yak yak bitmez.
Vladimir İlyiç Ulyanov Lenin’in adı bazı kitap kapaklarında V.I. Lenin diye
yazılırdı. Operasyonlarda polis tutanaklarına, hatta iddianamelere “Altıncı Lenin” diye kaydedilirdi! Kimi
operasyonlarda polis yakaladığı genci “Komünist
olacak ne var ulan. Utanmadın mı hiç komünist olmaya? Hiçbir şeyden
utanmıyorsan şu sakallı nur yüzlü dedenden utan!” diye azarlayarak, Karl
Marks’ın duvardaki fotoğrafını gösterirdi!
Polis merkezlerinde işkenceli
sorguların ardından devrimcilerin insanlıktan çıkmış halleriyle suç aleti
kitaplarla birlikte teşhir edildikleri günlerdi o günler. Ankara, İstanbul,
Bursa emniyet müdürlüklerinde teşhir edilmiştik. Mahkeme salonunda tektip
elbiseyi yırtıp atlet külot kaldığımız anın fotoğrafına ulaştığım gibi o teşhir
anına ait bir fotoğrafa ulaşmayı da ne çok istiyorum. Sabri Canbeyli’nin
arşivinde olabilir mi acaba? TRT ekranında teşhir etmek üzere Ankara Emniyet
Müdürlüğü’nün bizi kitapların arkasına dizdiği basın açıklamasını izleyenler
arasında galiba Sabri de vardı. Günaydın gazetesi muhabiriydi o tarihte.
İşte o uğursuz günlerde, yani
tutuklanmadan önce, 12 Eylül darbesinin ilk aylarında Çanakkale’nin Çan ve
Yenice ilçelerinde sıkıyönetim komutanıydım. Devrimci bir subay için ne acı bir
ironi değil mi. Ayıptır söylemesi, bir operasyon sırasında, kitaplar da ele
geçirmiştik! Bir gün
bir ihbar mektubu gelmişti. Bir köyde, yanlış hatırlamıyorsam Terzialan
köyünde, terzi filankes, devrim olduğunda köy okulunun bayrak direğine çekilmek
üzere kızıl bayrak dikmiş, evinde saklıyormuş. Muhbir vatandaş, mektubu üst
makamlara da gönderdiğini eklemiş. Yani, “İstersen
terziye operasyon yapma!” der gibi. Operasyon olsun mu olmasın mı diye
tereddüt ederken, aynı mektup “gereği rica olunur” kaydıyla üst makamdan da
gecikmeden gelmişti zaten.
Yerel jandarmadan Başçavuş’un hazırladığı operasyon
timiyle erken bir saatte köye vardım. Hoyrat bir operasyon olmaması için kapıyı
bizzat çaldım. Terzi uykulu gözlerle kapıyı açtı. “Hakkınızda ihbar var, evinizde arama yapacağız, hane halkı hazırlansın”
diyerek, eşinin çocuklarının hazırlanmaları için beklemeye başladım. Çok
geçmedi, Terzi “Buyrun komutanım”
dedi, içeri girdik, arama başladı. İçimden dua ediyorum suç aleti bir şey
bulunmasın diye. Fazla sürmedi operasyon. Zaten küçücük bir köy evi. Aranacak
fazla yer yok. Bir köşede sandığı karıştıran Başçavuş “Buldum komutanım!” diye heyecanla bağırarak koştu. İçimden “eyvah” derken baktım, elinde birkaç
kitap. En üstte Aziz Nesin’in “Savulun
Sosyalizm Geliyor” kitabı. Belli etmeden içimden güldüm. “Tebrik ederim Başçavuşum!” dedim, operasyona
son verdim. İlçe merkezine dönüşte terzinin ifadesini aldım, “Suç unsuruna rastlanmamıştır, yasal işleme
gerek yoktur” diye rapor yazıp üst makama, yani Çanakkale ve Boğazlar
Sıkıyönetim Komutanlığı’na gönderdim...
Ne günlerdi o
günler! Hiç bitmedi o günler. Süleyman Ege yönetimindeki Bilim ve Sosyalizm
Yayınları’nın 133 bin kitabını 7 kamyona doldurup Ankara’da Hüseyin Gazi dağı
eteklerinde yaktılar. Ardından sözüm ona sivil hükümetler döneminde, yakılarak
imhasına kalem kırılan nice kitap, mevcutlu olarak İstanbul’da Çemberlitaş
Hamamı’na götürüldü. Sadece kitapları yakmadılar, kanlı Sivas’ta kitapların
yazarlarını da yaktılar. Dostum Hayri Argav’ın 12 Eylül idamlarını anlattığı “O Şafağın Atlıları” adlı kitabını
tutukladılar. Hayri sürgüne, yayımcı Necla Zarakolu hapse gitti.
Hiç bitmedi kitabın, yazarın, okuyucunun düşman
muamelesi gördüğü günler. Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakan, Fethullah Gülen’in
İslamcı kanaat önderi olarak ülkeyi birlikte yönettikleri günleri de gördük. Militarizmin
yerini aynı ölçüde katı, aynı ölçüde demokrasi düşmanı, inancı araçsallaştıran
siyasal İslamcı ideolojinin aldığı günler. Devrin taklacı İçişleri Bakanı “Resim
yaparak, şarkı besteleyerek, şiir yazarak da terörist olunabilir!” diyordu. Kendisi kitap yazmamış, okuduğu da
şüpheli Başbakan
“Kitap, bombadan daha etkili bir silahtır” diye eklediğinde söylenecek söz kalmamıştı.
Ahmet Şık’ın deyişiyle dokunanın yandığı günlerdi. Fethullah Gülen’in gazetesi
hapse atılan gazeteci yazarlar Ahmet Şık ve Nedim Şener aleyhine “Yargı süreci bitmeden kimse suçsuz ilan
edilmemeli” başlığı altında psikolojik harp yürütüyordu. Kendi kitabı
yakılarak imha edilmiş yazarın gazetesi ise “Gazetecilikten tutuklanmadılar” diye TARAF tutuyordu.
Kitabın, yazarın, okuyucunun düşman muamelesi gördüğü
günler hiç bitmedi. Şimdi bu yazıyı kaleme alırken internetten okudum. Düzce’de
bir dönem AKP'den milletvekili aday adayı olan mimar Eser Doğan Öztürk,
Fethullah Gülen’e ait kitapları ormanlık alanda yakarken yakalanmış. Öztürk,
çıkarıldığı mahkemece tutuklanmış.
Yol kenarında bulup kütüphaneme
yerleştirdiğim kitaplara bakıyorum. Her biri çok kez basılmış. Birinin
kapağında 17’nci baskı, diğerinde 10’uncu baskı, bir başkasında 9’uncu baskı
diye yazılı. “Adanmışların Vasıfları” adlı kitaba göz gezdirdim, Fethullah
Gülen sempatisiyle yazılmış. “Adamlık Dini” ve “Ölüm Kıyamet Cehennem” adlı
kitaplar ise Harun Yahya imzasını taşıyor. Hiçbirine sempati duymasam da içim
acıdı kitapların böyle atılmasına, ormanda yakılmasına. 12 Eylül faşist
darbesinin üzerinden 36 yıl geçmiş, memleket olduğu gibi kalmış. Hatta daha da
geriye gitmiş. Yine kitaplardan korkuluyor, yine kitaplar o korkuyla yakılıyor,
atılıyor. Daha beteri, hiç kitap yazmamış, kitap okuduğu şüpheli
Cumhurbaşkanı’nın katıldığı merasimlerde imamlar, “Bilhassa okumuşların şerrinden koru ya Rabbi!” diye dua
ettiriyorlar. Peygamber ümmi imiş ya...
Kitaptan korkulan bir memleket
atmosferi ne kadar da yaralayıcı. O yüzden hep darbeliyiz hep yaralıyız hep bereliyiz.