Epeydir kendi kendime
mırıldanıyorum, dost meclislerinde de söylüyorum: Evrim tarihinde insandan daha zararlı, daha zalim bir canlı olmasa
gerek!
Kelt Rüyası adlı romanda benzer bir cümleye rastlayınca acı acı
gülümsedim. Perulu yazar Mario Vargas Llosa, 2010 Nobel Edebiyat Ödülü’nü
kazandığı romanın bir yerinde, kahramanı Roger Casement’i şöyle konuşturmuş: “Kongo’da öğrendiğim bir şey varsa, o da,
insanoğlundan daha kan dökücü bir canavarın var olmadığıdır” (s: 114).
***
Roman çoğu kere kurmaca bir
metindir ama Kelt Rüyası kurmaca bir
roman değil, İrlanda bağımsızlık hareketinin öncü isimlerinden Roger
Casement’in yaşamını anlatıyor.
Roger Casement, 1864 yılında
Britanya İmparatorluğu hegemonyasındaki İrlanda’da asker bir babanın oğlu
olarak doğmuş. Ailesi klasik Protestan bir aile ama annesi gizlice Katolik
olarak vaftiz ettirmiş Roger’ı. Gençliğinde ünlü seyyahlarla Afrika gezilerine
çıkmış. Devir sömürgeciliğin altın devridir. Birlikte yolculuk ettiği
seyyahlara ve sömürge yöneticilerine göre kolonyalizm kötü bir şey değildir;
tarih öncesine ve yamyamlığa takılıp kalmış halklara medeniyet ve demokrasi
götürme, putperestlik yerine Hristiyanlığı öğretme pratiğidir. Bu uygarlaştırma
ve kalkındırma işinde İngiltere, Avrupa’ya öncülük etmektedir...
Roger Casement 1895’te İngiltere
Dışişleri Bakanlığı’na memur yazılır; bu kez özel yetkili konsolos olarak,
yerli halkların Londra’ya kadar ulaşan şikâyetlerini araştırmak üzere Afrika’yı
yeniden dolaşır. Duydukları gördükleri karşısında dehşete kapılır. Sansürlemeden
yazdığı 1904 tarihli Kongo Raporu geniş yankı uyandırır. Yerliler acımasızca
katledilmekte, köyler bazen içindekilerle birlikte ateşe verilmektedir. Kauçuk
ticaretinde hileli tartı nedeniyle kotayı bir türlü dolduramayan erkeklerin
karıları çocukları toplama kampında rehin tutulmakta, istismar edilmekte, ceza
olarak kırbaçlanmaktadır. Güvenlikçilere zimmetli silah ve mermilerin boşa
kullanılması yasaktır. Boşa harcanmadığının, bir asi yerlinin
cezalandırılmasında kullanıldığının kanıtı, öldürülen yerliye ait kol, parmak,
kulak, erkeklik organı gibi uzuvlardır. Rasgele mermi sıkan, bir karaltıya ateş
eden güvenlikçi de kanıt olmak üzere bir yerlinin uzvunu kesmektedir. Mermiden
tasarruf etmek için, birkaç yerli arka arkaya dizilip öldürülmektedir...
Roger Casement, Kongo’dan sonra
Brezilya’ya gönderilir. Amazon havasında da aynı vahşete tanık olur. “Hangi Tanrı, insanların katline ve acı
çekişine göz yumar, böyle bir Tanrı olabilir mi?” diye vicdani hesaplaşmaya
girer. Bir hesaplaşma anında şöyle bir cümle de kurar: “Akıl yürütecek olursan, Tanrı tıpkı bir nefes duman gibi buhar olup
uçar” (s: 424).
(Bu akıl yürütmeye karşın, hayata
veda ederken Tanrı’dan af dilemekten kendini alamaz.)
Yıllar süren incelemenin ardından
kaleme aldığı Amazon havzasına ilişkin 1911 tarihli “Mavi Kitap” raporuyla “uygar”
Avrupa’yı ve öncüsü İngiltere’yi bir kez daha sarsar. İngiliz hükümeti, bu
çalışmalarının karşılığı olarak Casement’a Sir unvanı verir.
***
SÖMÜRGE KONSOLOSLUĞUNDAN İRLANDA MİLLİYETÇİLİĞİNE
Kongo Raporu ve Mavi Kitap ile
sömürgeciliğin kanlı yüzünü ifşa eden Roger Casement, sömürgelerde tanık olduğu
vahşeti raporlaştırırken, kendi Kelt geçmişini, -Kongo ve Amazon kadar vahşet
yaşanmasa da- anayurdu İrlanda’yı düşünmeye başlar. “Uygarlaştırıcı” kolonyalizmin nasıl vahşi bir yalan olduğunu yazarken,
kendisini “İrlandalı” olarak, yani
bir imparatorluk tarafından işgal edilmiş İrlanda’nın evladı olarak hisseder.
Sömürgeciliğin ekonomi politiğini kavrayamasa da kolonyalizmin vahşetine karşı
harekete geçme isteği duyar, bağımsız İrlanda özlemine kapılır.
Roger Casement, bu istek ve
özlemle Dışişleri’ndeki görevinden ayrılır. Bu arada Birinci Dünya Savaşı
patlar; İngiltere, Almanya ile savaşa tutuşur. Casement, savaşın İrlanda’nın
bağımsızlığı için fırsat olabileceğini düşünür: İngiltere’nin felaketi, İrlanda’nın sevinci
olacaktır!
Bu düşünceyle 1916’da Berlin’e
gider, Alman Dışişleri ve Genelkurmayı ile ilişki kurar. Görüşmelerde
Almanya’nın İngiltere’ye çıkarma yapması ve İrlanda milliyetçilerine 20 bin
tüfek ve yeteri kadar mermi vermesi üzerinde durulur. Ayrıca Almanya’daki
İrlandalı tutsaklardan bir tugay kurulacaktır. Casement, esir kampındaki
İrlandalı tutsaklara “bağımsız İrlanda”
rüyasından söz eder; ne ki, bağımsızlık rüyası İrlandalı savaş tutsaklarının
umurunda olmaz. İrlandalı esirler homurdanırlar, kendisini kınarlar, ‘Almanya sana kaç para verdi?’ diye
aşağılarlar, nihayet tükürük yağmuruna tutarlar. Esirlerin itirazı karşısında Casement
bağımsızlık davasından vazgeçmeyi düşünür. Akıl danıştığı dostu vazgeçmemesini
telkin eder: “Halk tarafından tasvip
edilmemek, bir davanın haklı olup olmadığına karar vermekte her zaman iyi bir
gösterge değildir” (s: 472).
Dostunun telkini etkili olur,
davasından vazgeçerse intihar etmiş olacaktır! Casement da intihar etmez, davasından
vazgeçmez, umutsuzca Almanları ikna etmeye çalışır. Ne ki, Almanya bağımsız
İrlanda projesiyle artık ilgilenmemektedir. Ne İngiltere’ye çıkarma harekâtı ne
İrlanda milliyetçilerine silah yardımı. İngilizlere karşı Ortadoğu’da Osmanlı
ordusunda çarpışma önerisi de geri çevrilir.
Kandırıldığını fark eden
Casement, hâlâ Alman yardımı olmaksızın ayaklanmanın başarıya ulaşamayacağı
düşüncesindedir. Alman yardımı gelmeyeceğine göre, bir felaket yaşanmaması için
milliyetçileri ayaklanmadan vazgeçirmek ister. Almanlar, Casement ve iki
arkadaşını denizaltıyla İrlanda’ya bırakırlar. Casement başkente ulaşamadan
yakalanır; Kongo ve Amazon anılarını içeren “Kara Günlük” de yakalanır. Kara Günlük, Kongo ve Amazon havzasında
geçmiş eşcinsellik anıları ya da fantezileriyle yüklüdür. İngiliz istihbaratı,
İrlanda milliyetçisi “Sir” Casement’ı vatana ihanetten yargılamak, itibarsızlaştırmak
için yeteri kadar “delil” elde etmenin sevinci içindedir. Nitekim, Kelt Rüyası romanı, 3 Ağustos 1916’da
sona erer. Nasıl sona ermiştir, okuyucu romanı okusun artık!!!
***
Roman sona erse de Kelt Rüyası,
yani Bağımsız İrlanda rüyası sona ermez. Casement ve yoldaşlarının
yakalanmalarından sadece iki gün sonra 1916 Paskalya Ayaklanması başlar. Ayaklanma
bastırılır ama Birinci Dünya Savaşı yorgunu İngiltere, 1921’de İrlanda’nın
bağımsızlığını tanımak zorunda kalır. Yine de İrlanda’nın neredeyse yarısı,
İngiltere’ye bağımlı kalmayı seçer.
Kelt Rüyası Alman veya Amerikan
yardımı olmaksızın mutlu sona ulaşsa da, bağımsızlık fikrinin öncüsü Roger
Casement, yakalattığı Kara Günlük nedeniyle yakın tarihe kadar İrlanda’nın
resmi tarihinde ahlaksız biri olarak betimlenir... Eşcinselliğin suç olmaktan
çıkmasıyla birlikte nihayet itibarı iade edilir.
***
Romanın adı Kelt Rüyası ama bu yazının başlığı Kürt Rüyası oldu.
Neden böyle bir başlık oldu, ben
de çok ayırdında değilim.
Kelt Rüyası’nı okurken bir an, Kürt coğrafyasında 90 yıldır
terennüm edilen bir ağıtın dizeleri aklıma geldi:
“Süngü uçlarında donakalmış, bebelerin son bakışları.”
Yanı sıra, 30 yıl önce Halepçe
katliamında elma kokulu bebeğine sarılırken can veren annenin resmi aklıma
geldi.
Yanı sıra, panzere bağlanıp
sürüklenen, etrafında zafer resmi verilen çıplak cesetler.
Yanı sıra, yüz yıldır İngiliz ve
Amerikan yardımıyla görülen bağımsızlık, özgürlük veya özerklik rüyaları...
Kelt Rüyası’nı Perulu romancı Mario Vargas Llosa kaleme aldı.
Kürt Rüyası’nı kim kaleme alır acaba?
***
Yazıyı noktalarken kendi kendime
mırıldanmadan edemedim:
Evrim tarihinde insandan daha zararlı, daha zalim bir canlı olmasa
gerek!