Tayyip Erdoğan’ın 7 Haziran’da
seçim sandığında suya gömülen Şam’da zafer namazı ve başkanlık projesini Suriye
bataklığında canlandırma -olabilirse Kasım 2015 tekrar seçiminde ete kemiğe
büründürme- hayali bir haftada ülkeyi ne hale getirdi!
AKP’nin din kardeşi, GDO’suz İslam
örgütü IŞİD, Suruç’ta 32 kişiyi katletti. Katledilen gençlerin IŞİD
kuşatmasında harabeye çevrilen Kobani ile dayanışma dışında bir amaçları yoktu.
IŞİD, Türkiye’deki din kardeşinin ABD öncülüğündeki koalisyona katılmasına ve
üsleri açmasına yanıtını gençlerin tabutlarıyla verdi.
Suruç katliamı aynı zamanda Kürt sorununda
barışçı çözüm iradesi olan HDP’nin Türkiye partisi olma çabasına indirilen provokatif
bir darbe oldu. PKK bu toprakların yabancısı olmadığı bir refleksle, Suruç
katliamına misilleme olarak polis ve asker katletmeye başladı.
PKK’nin cinayetlerini IŞİD
cinayeti izledi; Kilis'te IŞİD’in denetimindeki bölgeden Türk askerine ateş
açıldı, bir astsubay yaşamını yitirdi. Nihayet, Türk Silahlı Kuvvetleri Irak’ta
PKK, Suriye’de IŞİD mevzilerine hava harekâtı düzenledi.
TSK’nin havadan bombardımanıyla
zaten çeyrek ağızla yürütülen çözüm sürecine nokta konurken, sivil sıkıyönetim
yasası kapsamında yapılan torba operasyonda 600’e yakın kişi PKK, IŞİD ve
DHKP/C gerekçesiyle gözaltına alındı. Suruç katliamını protesto amaçlı barışçı
gösterilere polis terörüyle karşılık verildi. Hükümet Sözcüsü, Gündem, Evrensel diye isim sayarak, muhalif medyayı tümden yasaklamaya
hazırlandıklarının mesajını verdi.
Özetle, Suriyeleşme risk olmaktan
çıktı, yakın tehlikeye dönüştü. Türkiye Suriye’ye girer mi girmez mi tartışması
anlamsızlaştı, Suriye’deki ve Irak’taki iç savaş Türkiye’ye taşındı.
***
Mezhepçi dış politikanın iflası
Ülkenin
sadece birkaç günde savaş atmosferine girmesi beklenmeyen, sürpriz bir sonuç
değildi. Yüz yılları bin yılları hesaba katan derinlikli analizler bir yana,
değil sosyalist demokrasi veya radikal demokrasi, asgari burjuva demokrasisi
bile vaat etmeyen Arap baharının Suriye ayağı NATO şemsiyesi altındaki
kapitalist devletlerin istediği doğrultuda gelişmedi. Çok kısa zamanda
yıkılması öngörülen Suriye rejimi, Rusya ve Çin’in başını çektikleri blokun
desteğiyle ayakta kaldı.
Sürecin
Türkiye ayağında, Suriye’deki rejimin kısa sürede değişeceği hayaline Ortadoğu politikası
iflas etti. Mezhepçi dış politikanın iflas edeceğini öngörmek için iç ve dış
politikanın, tarihin coğrafyanın, savaş ve stratejinin bütün bilgileriyle
donanmış olmak gerekmiyordu. Batı emperyalizminin yellemesiyle Irak ve
Suriye’de estirilen rüzgâr Türkiye’ye fırtına olarak döndü dönüyor. AKP
iktidarının Irak ve Suriye’de yüzlerce TIR dolusu silah ve malzemeyle
körüklediği etnik ve mezhepsel çatışmanın Türkiye’yi de içine alarak daha kanlı
bölgesel bir felakete dönüşmesi kaçınılmaz görünüyor. Bu felaketi önleyecek
toplumsal ve siyasal bir dinamik ise ne yazık ki ufukta görünmüyor.
***
AKP’nin amacı 7 Haziran’ın rövanşını almak
Ayan beyan görünüyor ki,
hırsızlık ve yolsuzluk dosyalarıyla malûl iktidar, çareyi tekrar seçimde görüyor. Bunun
için MHP ve HDP’nin zayıflatılması, mümkünse barajın altına itilmesi gerekiyor.
Ama ille de HDP’nin zayıflatılması. MHP barajı bir iki puan geçse de olur.
Geçmişte bir yerlerden genç insan
ve “şehit” tabutlarının gelmemesi AKP’nin seçim zaferi için yeterliydi. Devir
değişti, bugün milli birlik beraberlik nutuklarıyla toprağa indirilecek “şehit” tabutları gerekiyor. Bu amaçla iç
barış dinamitleniyor, “baldıran zehiri pahasına”(!) başlatılmış çözüm süreci
sona erdiriliyor; Suriye bataklığının yurt içine taşması bile göze alınıyor.
İşte Türkiye’deki üsler de NATO ordularının kullanımına açıldı. Hava harekâtı
yetmeyeceğinden muhtemeldir ki yakında kara ve deniz birlikleri de davet
edilecek; Tayyip Erdoğan, 2003 yılında Amerikan askerlerinin zaferi için ettiği
duayı tekrarlayacak.
Bu noktada sermaye iktidarına
payanda olan ırkçı MHP için yeni bir şey söylemek gereksiz. Barış ve demokrasi
bağlamında asıl önemli olan HDP ve PKK’nin ne yaptığı ne yapacağı.
AKP’nin tüm çabasına karşın HDP,
7 Haziran’da 12 Eylül faşizminin mirası yüzde 10 seçim barajını aşarak, TBMM’ye
80 vekil sokmayı başardı. Vurgulanmalı ki, HDP’ye oylar Kürt meselesinin
barışçı çözümü ve dinci faşist diktatörün tökezletilmesi için verildi. Ne ki,
PKK yüzde 13 dolayındaki oyun ağırlıkla barışçı çözüme ve radikal demokrasi
idealine verildiğinin ayırdında görünmüyor. Dar milliyetçi bakış açısıyla ve
silahlı pratiğin alışkanlığıyla AKP’nin çözüm ve barış sürecini sona erdirme politikasına
hemen teslim oldu, HDP’nin radikal demokrat bir seçenek olarak Türkiye partisi
olma siyasetine balta vurmaya başladı. PKK liderleri, AKP’yi tek başına
iktidardan eden HDP’yi baltalamakta AKP liderleriyle zımni ittifak içinde
görünüyorlar.
***
UYKULARDA ADAM VURULMAZ
Bu kaçıncı Sisyphus kaderidir ki,
Kürt meselesinde barışçı çözüm umudu her defasında kanlı provokasyonlarla boşa
çıkartılmaktadır. Abdullah Öcalan’ın 1993 yılında ilan ettiği ateşkes Bingöl’de
33 silahsız er katledilerek sona erdirildi. DTP’nin kapatılma davası sırasında Tokat
Reşadiye'de 7 asker katledildi. Nihayet, Suruç katliamı sonrasında,
Ceylanpınar’da uykuda vurulan polisler, Diyarbakır’da öldürülen polisler,
askerler…
Siyasi mesajların siyasetin
öznesi olmayan insanların bedenleri üzerinden verilmesi… Ulusal etnik dinsel
veya kimlik odaklı savaşımlarda kalleş pusularda işlenen cinayetler… Sadece
egemen sınıfın devleti adına işlenmiyor…
Cümlenin başı sonu bir araya
gelemedi. Ondokuzuncu yüzyılda Düyun-u Umumiye emperyalizmine karşı Egeli
tütüncülerin kendiliğinden isyanlarının anısını taşıyan bir zeybek türküsü
geldi akla. Son kıtada kalleş pusuya öfke terennüm edilir: Elleme kör olası Arap, uykularda adam vurulmaz…
***
Savaş ekmeğin küçülmesi, açlık
yoksulluk demektir.
Savaş temel hak ve özgürlüklerin
kısıtlanması demektir
Savaş ölüm tacirlerinin kasaları
dolarken emekçi insanların toprağa düşmesi demektir.
Savaş kavşağında uykularda, kalleş
pusularda adam vurmaya hayır!
Hırsız diktatör müsveddesinin
halklarımıza açtığı savaşa hayır!
Ortak vatanda, eşit yurttaşlık çatısı altında,
herkesin kendi kimliği, dili, kültürü ve inancıyla özgürce yaşayacağı,
birbirine üstünlük kurmayacağı, ortak evin nimetlerini hakça paylaşacakları
demokratik ülke için el ele vermeli ayağa kalkmalıyız.