“Dikkat dikkat! Değerli yolcular, lütfen sarı çizgileri ihlal etmeyiniz! İnen yolculara öncelik tanıyınız. İnişlerde binişlerde yolcu yoğunluğu olmayan kapıları tercih ediniz. İyi yolculuklar diliyoruz!”
Peronda beklerken yanımda bir yolcu var. Orta boylu, kot pantolon üzeri sıfır yaka tişört. Clark Gable tipi bıyıklı esmer bir yurttaş. Bakışlarını bana çevirdi, tepkiyle söylendi:
- Değerli yolcular diyorlar. Neremiz değerli ki?
Elimde olmayarak yanıt verdim:
- Nasıl yani? Kendinizi değersiz mi hissediyorsunuz?
Daha önce bu gibi diyaloglara girmiş olmalı ki, karşılık verdi:
- Türk olarak ne değerimiz kaldı? Türk olmak artık suç!
İster istemez ben de karşılık verdim:
- Sadece Türk olmak suç değil, Kürt olmak da suç, insan olmak da suç!
Bu yanıtımdan hoşlanmadı ki, diyalogu sürdürdü:
- İsrail’de olsak daha değerli olurduk.
Tren gelmek üzereydi. Alelacele karşılık verdim:
- Neden böyle düşünüyorsunuz? İsrail yurttaşı olmakla Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olmanın ne farkı var?
Adam İsrail yurttaşlığı konusunda hiçbir fikir söylemeden devam etti:
- Bu memlekette Kürtler her şeye sahip, her yeri işgal ediyorlar. TBMM’nin yarısı Kürt.
***
Ortalamanın da altında bir yurttaş olduğu anlaşılmıştı. Diyalogu sürdürmek boşuna olacaktı ama kesmek istemedim. Karşılık verdim:
- Meclis’in yarısının Kürt vekiller olduğunu söylerken abartıyorsunuz!
Hiç geri adım atmadı. Son derece emin bir ifadeyle ekledi:
- AK Parti’nin yarısı Kürt. CHP’li vekillerin yarısı Kürt. DEM Parti zaten Kürt Partisi.
Ne diyeceğimi bilemedim. “Abartıyorsun. Meclis’te Kürt dediğin vekiller, Kürt kimliğiyle değil, Türk kimliğiyle oradalar! CHP’de de Sezgin Tanrıkulu dışında Kürt vekil ara ki bulasın!” diye ekledim.
Bu arada tren geldi. Centilmence, inen yolculara öncelik tanıdık. Önce hayli geçkin yaşlı sarışın bir hanımefendi trene adımını attı. Trene binerken bana hitaben lafını soktu:
- Konuşmalarınızı duydum. Memleketi Kürtler işgal ediyor, haberiniz yok!
Bu hitaba gerçekten canım sıkıldı, üzüldüm. Zaten canım yeterince sıkkındı, hanımefendiye karşılık vermedim.
Trene atladık. Ben, Clark Gable bıyıklı bey ve sarışın hanımefendi yan yana koltuklara oturduk. Canım sıkkın ama Clark Gable bıyıklı bey diyalogu sürdürme derdinde. Hemen başladı:
- Yahu arkadaş, Kürtler daha ne istiyor? Her yerde Kürtçe konuşuyorlar.
Karşılık verdim.
- Tamam arkadaş, her yerde konuşuyorlar mı, bilemiyorum ama en basitinden devlet dairelerinde konuşamıyorlar. Hatta, TBMM’de bile konuşamıyorlar?
Arkadaş lafını geciktirmedi:
- Devletin ve memleketin dili Türkçedir. Onlar da Türkçe konuşacaklar! İstiyorlarsa evlerinde sokakta kendi dilleriyle konuşabilirler!
Diyalogu sürdürmek boşunaydı ama altta kalmak istemedim.
- Yahu arkadaş niye böyle kesin yargılısın? Herkes Türk olmak Türkçe konuşmak zorunda mı? Bu memlekette yakın tarihe kadar anayasada “yasaklanmış dil” ifadesi vardı. Halen de 42’nci maddede eğitim öğretim kurumlarında sadece Türkçe’nin ana dil olarak öğretileceği hükmü vardır. Ana dili Türkçe olmayanlara haksızlık değil mi? Kosova’da anayasasında 7 (yedi) dil resmi dil olarak kabul edilmiş. Bolivya’da resmi dil İspanyolca ama 36 yerel dil de anayasa ile güvence altına alınmış. Türkiye’de neden böyle olmasın. Kürtçe ile ne derdimiz olabilir?
***
Arkadaş, eşitlik, özgürlük, hakkaniyet ve adalet duygusundan uzaktı. Birlikte yolculuğumuz da sona ermek üzereydi. Öfkeli bir ses tonuyla vurguladı:
- Kosova ile Türkiye aynı değil. Türkiye’de Kürt meselesi yok terör sorunu var. Kürtler her şeye sahipler. Mafya, uyuşturucu, kaçakçılık, kumarhaneler, düğün salonları hepsi onların elinde. Daha ne istiyorlar? Memleketi işgal etmişler!
Böyle bir diyalog gerçekten can sıkıcıydı. İneceğim durak yaklaşmıştı. Karşılık verdim:
- Valla kardeş, Kürtler bu kadar suç işlerken Türklere işlenecek suç kalmıyor. Ama düşün! Terör sorunu diyorsun? Şu an terör var mı? Mafya diyorsun. Alaattin Çakıcı, Sedat Peker Kürt mü? Kaçakçılık diyorsun. Geçenlerde üç milletvekili altın kaçakçılığında suçüstü yakalandılar, haklarında hiçbir işlem yapılmadı. Altın kaçakçısı vekiller Kürt mü? Kumarhaneler diyorsun, Kıbrıs’ta kumarhaneleri Kürtler mi işletiyor?
Bu soruya yanıt olarak arkadaş, “Ama Ahmet Türk’ün 9 köyü var, şimdi 18’e çıkarmaya çalışıyor” dedi.
Doğrusu böyle bir karşılaştırma hiç aklıma gelmemişti. Yine de karşılık verdim:
- Tamam Ahmet Türk sahip olduğu köy sayısını ikiye katlamak isteyebilir. Peki, muhtemelen sen de oy vermişsindir. Oy vermekle desteklediğin iktidarın zenginleştirdiği holdingler, sahip oldukları şirketleri kaça katlama peşindeler?
Bu sorulara yanıt alamadım. Tren ineceğim durağa gelmişti. Kim bilir, arkadaş ve sarışın hanımefendi ardımdan neler düşündüler?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder