Referandum tarihi kesinleşti: 16
Nisan. Bu tarihte sözüm ona “Türk tipi
cumhurbaşkanlığı sistemi” diye kodlanan anayasa değişikliği için seçmenler
sandık başına gidecek.
Oylanacak olan metin, sıradan bir
anayasa değişikliği değil. Anayasa değişikliği adı altında İslamcı faşist tek
adam darbesi için hazırlanan kanun metni oylanacak. Yani, 12 Eylül faşizmini de
geride bırakacak ölçüde vahim bir gericilik ve istibdat metni oylanacak. Anayasa
değişikliği adı verilen bu metin kabul edilirse, Türkiye istibdat rejimine
dönmüş olacak; daha doğrusu fiilen gerçekleşen istibdat darbesi sözüm ona anayasal
bir çerçeveye kavuşacak.
Vurgulamalı ki, Erdoğan ve temsil
ettiği sermaye gruplarının ve İslamcı hareketin referandumu yitirmeye
tahammülleri yok. Benzer şekilde 2007’den bu yana yapılagelen seçimleri ve
referandumları yitirmeye de tahammülleri yoktu. Her şeye karşın, o seçimler ve
referandumlar sırasında ekonomi ve siyasetin genel seyri, toplumdaki
hoşnutsuzluğu ve tepkileri yumuşatmaya yetecek güçteydi. Bu nedenle o seçimler
ve referandumlar sırasında nispeten barışçı bir dil kullanabiliyorlardı. Bugün ise
ekonomi aynı güce sahip değil. Dış ticaret ve cari işlemler dengesi, milli
gelir artış hızı, işsizlik rakamları, yoksulluk ve açlık endeksi verileri çok
ciddi alarm işaretleri veriyor. Bu yüzden giderayak Varlık Fonu kurdular.
Dolayısıyla bu kez referandumu yitirmeleri ciddi olasılık.
Ekonomideki negatif seyir,
siyaseti ve dış politikayı da belirliyor. Unutulduğu sanılan darbeci gelenek
hortladı, ülke 12 Eylül askeri faşizmi kadar beter bir OHAL rejimine
sürüklendi.
İşte bu OHAL sürecinde Erdoğan ve
temsil ettiği sermaye grupları, yitirmeye tahammülleri olmayan bir referandumu
kabullenmek zorunda kaldılar.
***
TERSİNE DÖNEN EVET RÜZGÂRI
Referanduma iki ay kala
Erdoğan’ın ve partisinin ticari eklentisi anket kuruluşları ve tamamen satılmış
veya sinmiş medya mecraları bir zafer beklentisi içinde görünmüyorlar. Mevcut
siyasi atmosfer, toplumsal sınıf ve grupların referandum için belirginleşen
mevzilenmeleri, Erdoğan cephesinde coşkulu zafer marşları söylenmesine imkân vermiyor.
Erdoğan’ın yüzde 58 oy oranıyla kazandığı 2010 referandumunda “Yetmez ama evet” diyen liberaller ya
içerdeler ya firardalar, kalanları ise ağlamaklı pişmanlık şarkıları söylüyorlar.
O referandumu boykot eden Kürt hareketi bugün HAYIR kampanyası yürütüyor. Öyle
ki, söz konusu anayasa değişikliğini dayatan Devlet Bahçeli’nin seçmenlerinin
4’te 3’ünün bile “Terör örgütleriyle
aynı safta mı yer alacaksınız?” propagandasına aldırmadan ret oyu
eğiliminde olduğu gözleniyor. PKK ve eklentisi TAK ahmakça eylemler yapmadıkça,
milliyetçi seçmenlerin bu tutumunda bir değişiklik olması da beklenmiyor...
Bu betimleme müzmin bir muhalifin
betimlemesi değil. Erdoğan ve AKP’nin embedded muhabirleri ve köşe yazarları da
benzer bir siyasi atmosferden söz ediyorlar; “Evet rüzgârı tersine döndü” diye alarm veriyorlar. Öyle ki, iktidar
yandaşı medyanın yazarları birbirlerini “davaya
ihanet” etmekle “yeterince coşkulu”
olmamakla suçlamaya başladılar.
***
EVET ÇIKMAZSA İÇ SAVAŞ TEHDİDİ
Söylediğimiz gibi Erdoğan ve
temsilcisi olduğu sermaye gruplarının 16 Nisan referandumunu yitirmeye
tahammülleri yok. Yitirirlerse siyasi sürecin nasıl ilerleyeceği bugünden
kestirilemez. Sandıktan güçlü bir HAYIR çıkarsa, baskı altındaki yargı eliyle
ya da TBMM’de sayısal çoğunlukla kapatılan Yüce Divan’lık nice vukuatın
hesabının sorulmasına kadar ilerleyebilir siyasi süreç. O yüzden referandumu
yitirmemek için referandum kampanyasını terörize etmeye çalışıyorlar; HAYIR oyu
verecek yurttaşları “terörist” “darbeci” diye yaftalayıp kriminalize
ediyorlar. Çok daha vahimi, iç savaştan bile söz etmeye başladılar.
Havuz medyası ne kadar
görmezlikten gelse ya da küçültse de, AKP Manisa İl Başkan Yardımcısı’nın iç
savaş tehdidini duymayan kalmadı: “Yüzde
50’yi geçemezsek ve bu referandum oylamasında başarısız olursak iç savaşa hazır
olun!”
Kendi partisinden bile gelen
tepkiler üzerine söz konusu siyasetçi görevinden istifa etmiş; istifa ederken
de sözlerinin çarpıtıldığını savunmuş.
Tabii ki bir çarpıtma yok ortada.
Zaten ilk vukuatı da değilmiş bu sözler. Daha önce de Libya, Tunus, Mısır,
Irak, Suriye ve Ukrayna’daki sıcak savaşların Türkiye’de de olacağından söz
etmiş. Yani dil sürçmesi veya maksadını aşan bir söylem değil. Hiç fütursuzca
iç savaştan söz ediyor.
Vahim olanı şu ki, sadece o
kişiye özgü bir dil sürçmesi değil, iktidar partisinin sahip olduğu zihniyetin
çok dürüstçe ikrarıdır.
***
KANLI MI OLACAK KANSIZ MI?
CHP Genel Başkanı Kemal
Kılıçdaroğlu da birkaç kere, bu anayasa değişikliğini kan dökmeden
yapamayacaklarını söylemişti. Kılıçdaroğlu’nun kastı kendilerinin de silaha
sarılacakları, böylece iç savaş çıkacağı değil, iktidarın toplumsal muhalefeti
kan dökerek bastırma niyetiydi. Zaten epeydir kan dökülüyor. Öyle ki, AKP
iktidarı döneminde öldürmek sıradanlaştı. Geçmiş yılların “siyasi cinayet, suikast” terimleri literatürden kalktı. Artık
katliamlardan söz ediliyor. Roboski, Reyhanlı, Suruç, Ankara Gar, Merasim
Sokak, Güvenpark, Atatürk Hava Limanı, Gaziantep, Reina... Nihayet AKP
Manisa yöneticisinden açık açık iç savaş tehdidi.
AKP Manisa İl Başkan Yardımcısı
durduk yerde iç savaştan söz etmedi. Hatırlatmak gibi olmasın, böylece ikrar
edilen iç savaş hamlesinin Türk siyasi tarihinde çok kanlı bir öyküsü vardır.
Ne zaman emek yanlısı sol siyasi
seçenek güç kazandıysa düşük yoğunluklu iç savaşla bastırdılar. Ne zaman
sermaye grupları birbirlerine düştüyse, iç savaşla tehdit ettiler.
Öyle çok gerilere gitmeye yok. 27
Mart 1994 yerel seçimleri yapılmıştı. CHP ve o tarihte kurulu SHP, yanları sıra
merkez sağdaki DYP ve ANAP yenilgiye uğramış, Ankara, İstanbul ve Konya belediyelerini
RP kazanmıştı.
O tarihlerde SHP’nin başkanı
Murat Karayalçın, CHP’nin başkanı Deniz Baykal. Yenilgiyi kabullenmişler. Fakat
medyada CHP ve SHP’ye mal edilen tehditlerin haberleri:
“Ankara Gökçek’e mezar olacak!”
RP genel merkezine fakslar: “Kanımızı dökeceğiz, Size bırakmayacağız!”
Bunun üzerine RP Genel Başkanı
Necmettin Erbakan, partisinin 13 Nisan 1994 tarihli grup toplantısında, tarihe
geçen konuşmasını yaptı: “Refah Partisi
iktidara gelecek, adil düzen kurulacak. Sorun ne? Geçiş dönemi sert mi olacak,
yumuşak mı olacak, kanlı mı olacak, kansız mı olacak? Bu kelimeleri kullanmak
bile istemiyorum amma, bunların terörizmi karşısında herkes gerçeği açıkça
görsün diye bu kelimeleri kullanma mecburiyetini duyuyorum. Türkiye´nin şu anda
bir şeye karar vermesi lazım, Refah Partisi adil düzen getirecek, bu kesin
şart. Geçiş dönemi yumuşak mı olacak sert mi olacak, tatlı mı olacak kanlı mı
olacak. Altmış milyon buna karar verecek.”
Oysa Erbakan takiyye ustasıydı,
benzer durumlarda bu söylemlerin üç beş kendini bilmezin marifeti olduğunu, ilgili
kuruluşların buna itibar etmeyecek kadar sağduyulu olduklarını söylerdi. Ne ki,
o günlerin zafer coşkusu içinde dilindeki prangayı çözmüş, takiyyeye gerek
duymamıştı. Zaten öteden beri dinci söylemle “Namaz dinin direği, cihad ise zirvesidir. Biz siyaset değil cihad
yapıyoruz”, “Bu parti İslami Cihad
Ordusu'dur” diyor, farklı inanç sahiplerini patates dininden olmakla
karalıyordu. Yine o günlerde RP’den bir milletvekili “Kan dökülecek, fıstık gibi olacak” diyerek hocasına arka çıkıyordu.
Şu günlerde Erdoğan’ın danışman kadrosundaki bir akademisyen de “Müslümanlar içlerindeki hırsı, kini,
nefreti eksik etmesinler” diye akıl veriyordu.
***
“EZER GEÇERİZ”
Tekrar vurgulamalı ki Manisa’da
edilen iç savaş sözleri, sadece o kişiye özgü bir dil sürçmesi değil, iktidar
partisinin sahip olduğu zihniyetin çok dürüstçe ikrarıdır. Nitekim, partinin şu
an genel başkanı ve Başbakan görünen Binali Yıldırım, “Hayır diyenler teröristlerle birlikte hareket ediyor” diyerek hayır
oyu verecek yurttaşları peşin peşin suçlu ilan etti. Fiili genel başkan ve
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise çok daha açık dille, “Hayır diyenlerin konumu aslında 15 Temmuz’un yanında yer almaktır.
Kimse sağa sola çekmesin” diyerek darbeci yaftası yapıştırdı.
Esasen Erdoğan siyaseten
kendisini var eden burjuva parlamenter sistemini gitmek istediği istasyona
varınca ineceği tramvay olarak gördüğünü saklamadı. “Minareler süngü kubbeler miğfer, camiler kışlamız müminler asker”
dizelerini okuyarak parlamenter sisteme ilişkin samimiyetsizliğini de
saklamadı, bu yüzden mahkum bile oldu. Taksim Gezi direnişinden bu yana sürekli
“yeni bir İstiklal Savaşı verildiğinden” söz
eden Erdoğan’a atfedilen çok daha vahim sözler medyada haberleştirildi, üzerine
köşe yazıları yazıldı ki, bugüne değin yalanlanmadı. Buna göre, çok üst düzey bir bürokrat, emekliye
ayrılırken Erdoğan’a veda ziyareti yapıyor. Erdoğan projelerini anlatınca
bürokrat diyor ki “Bu dediklerinin
yarısını yap, iç savaş çıkar.” Erdoğan ise “Çıksın, ezer geçeriz” diye karşılık veriyor... (Levent Gültekin’den
aktaran Aydın Engin, Cumhuriyet, 20
Haziran 2016)
Yani, Manisa’da edilen söz, dil sürçmesi filan değil. Yalanlanmayan bu habere göre Türkiye, iç savaşı
göze almış bir lider ve partisi tarafından yönetiliyor. Lider ve çevresindeki
yardımcıları “hayır” oyu
verecek on milyonlarca yurttaşı teröre hizmet etmekle suçlarsa, partinin yerel
yöneticileri de işte böyle dürüstçe ikrar ederler. Böyle nutuklarla tahrik olmaya teşne “meczuplar” daha da ileriye gidebilirler...
MHP’li Sinan Ogan, AKP’nin ‘Halk Özel Harekât’ gibi gerektiğinde
toplumun diğer kesimi üzerine salmak üzere paramiliter yapılanma çalışması
içinde olduğunu, esnafa silahlı eğitim verdiğini iddia ediyor ki, henüz
yalanlanmadı. Umulur ki, halkın sağduyusuna güvendiğini belirten Oğan’ın “Ne olursa olsun bu milleti iç çatışmaya sürükleyemezler”
temennisi doğru çıkar.
***
İÇ SAVAŞA HAYIR!
Halk sağduyulu olsa da, “bürokratik
vesayet ve oligarşi” diyerek kuvvetler ayrılığını engel sayan, kendisini
anayasa ile bağlı görmediğini, anayasanın bekleme odasında olduğunu
söyleyegelen lider “İç savaş çıkarsa
çıksın, ezer geçeriz” demişse, o ülkede iç savaş senaryosu ciddiyet
kazanır.
Bilmeyenler için vurgulamalı ki, iç savaş Kürt kentlerinde hendek
kazmalarına göz yumulan çocukların gençlerin resmi güvenlik güçlerince tankla
topla “etkisiz hale getirilmesi”
değildir. Resmi güvenlik güçleri dışında eli silahlı kişilerin birbirlerinin
evlerini işyerlerini basması, evde sokak ortasında resmi koridorlarda
birbirlerini öldürmeleridir iç savaş.
Çok yakın tarihte Bosna’da, Ruanda’da; bugün Afganistan, Suriye, Irak,
Libya, Yemen’de yaşandığı üzere, devletler arası savaştan çok daha korkunçtur, bir
toplumun başına gelebilecek en büyük felakettir iç savaş. Ordunun ve polisin
bölünüp kendi içinde vuruşması, kendi içinde vuruşurken Dilek Doğan ve Ali
İsmail Korkmaz cinayetlerini sıradanlaştırması; ordu ve polisten ayrı olarak sivil
alanda kardeşin kardeşi vurması, düne kadar selamlaşan insanların birbirlerini
öldürmekle kalmayıp karınlarını bile deşmesi, karnından ciğerlerini çıkarıp
dişlemesi, çocuklara ve kadınlara tecavüz edilmesi, evlerin içindekilerle
birlikte ateşe verilmesidir iç savaş. Bugün “Hazır olun” diyerek tahrik eden çığırtkanların da kurbanı olmaktan
kurtulamayacağı bir mukateledir iç savaş.
Türkiye, “içlerindeki hırsı,
kini, nefreti eksik etmeyen” sadece kendisine Müslüman sadece kendisi için
“demokrat” dinci kadronun yönetiminde iç savaş olasılığının ciddiyet kazandığı
bir eşiğe geldi ne yazık ki. Yukarıda da söylediğimiz gibi öldürmek
sıradanlaştı bu iktidar döneminde. Siyasi cinayet ve suikastların yerini
katliamlar aldı. Roboski, Reyhanlı,
Suruç, Ankara Gar, Merasim Sokak, Güvenpark, Atatürk Hava Limanı, Gaziantep, Reina... Milliyetçi mukaddesatçı ittifak bugün de,
Kürtlerin siyasal temsilcilerini tutuklayarak, Alevileri ve solcuları
dışlayarak, emek örgütlerini baskı altında tutarak, FETÖ temizliği bahanesiyle
devlet dairelerinden ve üniversitelerden barışçı demokrat solcuları tasfiye
ederek, ana muhalefet partisini bile düşmanlaştırarak “ezer geçeriz”
rahatlığıyla iç savaşa, daha doğrusu pogroma zemin hazırlıyor.
Toplumsal fay hatlarında artık açık açık iç savaştan söz etmeye yeterli
öfke ve nefret birikti. “Ne istedilerse
verilerek” güçlendirilen darbeci çete 15 Temmuz’da kısa süreliğine de olsa
başarsa, ülke iç savaşın cehennemine daha o gün yuvarlanmış olacaktı.
Her şeye karşın bu ülkenin demokrasi cephesi, pogrom heveslisi dikta
cephesi karşısında sanıldığı kadar güçsüz ve çaresiz değildir. Referandum sandığından HAYIR ne denli güçlü
çıkarsa iç savaş çığlıkları o denli zayıflayacaktır.
Yazıdaki tesbitlere katılıyorum. Güncel süreç ve referandum sonuçları konusunda çok isabetli değerlendirme. Emeğine sağlık.
YanıtlaSilTeşekkürler Kazım abi. Çok selam.
Sil