28 Eylül 2025 Pazar

BEYAZ SARAY’DA TAYYİP ŞOW!


Bizim ahali pek kadir kıymet bilmez. Ne yapsan ne etsen yaranamazsın. Yüz verirsin astar ister; vermezsin tefe koyar, aklına gelen her türlü belayı okur. 

Ahalimiz de ne mal olduğunun farkındadır aslında. Zaten kendi kendine söylenirken “Deveye diken insana öpen yaranır” diyecek kadar da açık sözlüdür ahalimiz.

***

Ahalimizin kadir kıymet bilmezliği Cumhurreisi Recep Bey’in Amerika seyahatiyle bir kere daha nüksetti. Ahali şu sıralar Recep Bey aleyhine öyle söyleniyor öyle homurdanıyor ki, artık o kadar olur. 

Yok, Birleşmiş Milletler’de boş sıralara konuşmuş. 

Yok, ABD Başkanı Trump’la görüşebilmek için 300 Boeing uçağı rüşveti vermiş, ABD mallarının ithalatında uygulanan ek vergileri kaldırmış. 

Yok, ABD Dışişleri Bakanı Rubio, “Erdoğan ve Ortadoğu liderleri ‘Başkan Trump’la el sıkışmak için beş dakika ayarlayabilir misiniz?’ diye yalvarıyorlar” deyince Recep Bey, Beyaz Saray ziyaretini iptal etmeliymiş.

Yok, ABD’nin Türkiye Büyükelçisi Tom Barrack, Trump’a “Bu adam (yani Recep Bey) meşruiyet istiyor; Biz de verelim bu meşruiyeti.” demiş. Böyle aşağılanma üzerine Beyaz Saray ziyaretini iptal etmemek yakıştı mı Recep Bey’e? 

Yok, Beyaz Saray’daki basın toplantısında Recep Bey’in suratı neden asıkmış, neden yüzü gülmemiş? Basın toplantısının Trump şova dönüşmesine neden seyirci kalmış, Davos’taki gibi “van minüt!” diyemez miydi? 

Daha neler neler... 

***

Dedim ya ahalimiz kadir kıymet bilmez, ne yapsan ne etsen yaranamazsın. Recep Bey’in ki de o hesap. Ne yapsa ne etse beğendiremiyor ahaliye.

Oysa ki, Recep Bey dünyanın lideri. Özgüveni yüksek, izah kabiliyeti, sohbeti, empatisi mükemmel! Mükemmel ne demek, (Düzce Milletvekili Fevai Arslan Bey’in ifadesiyle) Recep Bey “Allah'ın bütün vasıflarını üzerinde toplayan bir lider!”

Dünyanın lideri Recep Bey, Amerika’nın lideri Trump ile görüşmek için 300 Boeing uçağı sözü vermeye, Amerikan mallarının ithalatında ek vergileri kaldırmaya niye tenezzül etsin ki?

Hem Amerika nire Türkiye nire? Trump kiiiim, Recep Bey kim?

Recep Bey, başta Çorum olmak üzere, Yozgat, Çankırı, Kastamonu, Kırıkkale, Konya, Erzurum, Bayburt, Gümüşhane, Osmaniye... Daha sayılamayacak kadar çok eyaletten oluşan Türkiye’nin ve dahi dünyanın lideri! Trump kim, ABD’nin başkanı!

O ABD ki, Türkiye’yi kıskanıyor. Amerika’da en düşük emekli aylığı, Türk parasıyla 17 bin TL. Bu aylıkla Amerikalı emekli nasıl geçinsin! Çalışabilecek nüfusun yüzde 30’u işsiz. Çalışanları da ayın sonunu zor getiriyor. Amerikan ekonomisi zorda. Bu zor günlerde Amerikan ahalisinin öfkesi burnunda. Trump, öfkeli ahaliyi sakinleştirmek dizginlemek için pek çok eyalette askeri sokağa salmış durumda. 

Meğer Amerikan demokrasisi palavraymış, görüntüden ibaretmiş. Tarzan, pardon Trump zor durumda. Bu durumda, tıpkı cihan padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın Fransa’ya kapitülasyon kıyağı geçmesi gibi, Recep Bey de Amerika’ya kıyak geçti. Hiç değilse Boeing firması çalışanlarının nefes alabilmesi için 250 Boeing siparişi verdi, Amerikan malları üzerindeki vergileri kaldırdı. Dünyanın lider ülkesi Türkiye’nin lideri olarak Recep Bey’in gönlünden öyle geçti. Ağalık liderlik böyle günlerde belli olur değil mi?

Zaten ağalık çok malı olmakla değil çok vermekle paylaşmakla olur. Recep Bey de bu “yerli ve milli” hasletin gerektirdiği gibi davranıyor. Kulağıma gelenler doğruysa, Recep Bey bir ara Adana İncirlik ve Malatya Kürecik’teki AVM’leri kapatacağını bildirmiş. Trump yalvar yakar olmuş, neticede Trump’ın ricasını kıramamış Recep Bey; vazgeçmiş İncirlik ve Kürecik AVM’leri kapatmaktan...

Trump ile beş dakika görüşmek için böyle komplimanlar, meşruiyet arayışı filan... Geçin bunları geçin! Sizler de ekranlarda gördünüz tanık oldunuz. Kim kime meşruiyet bahşetmiş, kim kime yaltaklanmış. Görmediniz mi Trump efendi, ağır misafiri dünya liderini gücendirmemek için ne taklalar attı, ne iltifatlarda bulundu ne iltifatlar... “Çok çetin ceviz adam, zor ve inatçı bir adam” dedi Trump. Daha ne desin Trump!

Hileli seçimleri herkesten daha iyi bilir” diyerek Recep Bey’in siyasi zekâsına ve maharetine dikkati çekti Trump. Bunca övgünün üstüne daha ne söylenebilir! Ama bizim ahalinin umurunda değil. Bilhassa CaHaPe’li ahali, Türkiye’deki seçimlerin hileli olduğunu söylüyorlar. Pes doğrusu! Recep Bey oy çalmayı seçimlere hile karıştırmayı bilseydi, 2019’da 2024’te İstanbul’u kaybetmezdi değil mi?.. (Pardon pardon, duyamadım! Yeterince çalamadı mı dediniz? Anlaşılamadı, tekrar eder misiniz?.. Ses kesildi. Hay aksi!)

Trump, Recep Bey’e “Rusya’dan gaz ve petrol almayı kesin” diye yalvarırken, “35 yıl hapse mahkum edilen rahip Brunson’u benim bir telefonum üstüne gönderdi” diye yaltaklanırken nasıl da mahcup ve minnettardı ve dahi alttan alıyordu! 

Hele “Suriye sizin zaferiniz!” derken nasıl da kıskançlık duyguları içindeydi Trump!

***

Söz ve yazı uzamasın ey kadir kıymet bilmez ahali. Recep Bey, BM salonunda boş sıralara konuşmadı. Olan biten şu ki, Recep Bey’in azametinden ve gazabından ürken küffar devletlerin temsilcileri, kaçacak delik aradılar! 

Bir de diyorlar ki, son pazarlıkta Recep Bey 250 Boeing siparişi verdi, nükleer enerji ve doğalgaz alımı bahşişleri verdi; peki Amerika niye F16 ve F35 satmaya yanaşmadı? Beyler hanımlar, Trump çok rica etti bunları da satmaya ama kıyakçılığın da ticaretin de bir sınırı vardır. “Yerli ve milli” 5’inci nesil KAAN uçağı varken, F16 ve F35’e ne hacet, değil mi! 

Beyaz Saray’daki basın toplantısında Recep Bey’in suratı asıktı, yüzü gülmüyordu. Tabii ki suratı asıktı, yüzü gülmüyordu. Zira, Recep Bey sadece özgüveni yüksek, izah kabiliyeti, sohbeti, empatisi mükemmel bir insan değil, aynı zamanda eşi menendi bulunmaz kertede mütevazı ve kibirden uzak bir ademoğlu! Dostu Trump’ın Amerikan halkı nezdinde meşruiyet tazelemeye ihtiyacı vardı, Recep Bey de basın toplantısında Trump’a bu fırsatı verdi. İsteseydi Trump’ı rezil rüsva ederdi ama misafire yaraşır bir olgunlukla bütün söz hakkını Trump’a verdi! Trump yaltaklanıp sözü uzattıkça uzatınca, Recep Bey’in canı sıkıldı; “Şu iş bitse de gitsek” moduna girdi ister istemez. Mesele bundan ibaret!

Netice itibariyle, Trump’ın da kabul ettiği üzere, Recep Bey, kadir kıymet bilmez ahalimizin zannettiğinin tersine, sadece Ortadoğu’da değil, dünyanın meselelerinde ağabey rolündedir! Bu ağabeyliğini biraz da etrafındaki nazırlara borçludur. Zaten Trump da, Beyaz Saray’daki buluşmada Türk nazırları “Onları herkesten daha iyi tanıyorum. Çok zekiler, keşke bu kadar zeki olmasalardı! Hiçbir Hollywod setinde bu kadar güzel insanı bir arada bulamazsınız!" diye övdü ki, dünyada geniş yankı uyandırdı!

Trump’ın bu sözleri bana 1950’lerde Başbakan Adnan Menderes’in Amerika gezisini izleyen Anadolu Ajansı Genel Müdürü’nün haberini hatırlattı? Genel Müdür’ün haberine göre Menderes Amerikalıları öyle etkilemişti ki, “Amerikalılar 'Allahım, bize neden böyle bir devlet adamı nasip etmedin!' diye üzüntüye gark olmuşlardı.” (Anlatan Metin Toker, Milliyet, 19 Eylül 1999.)

Recep Bey’in Amerika seferini ekranlardan izleyen Amerikan halkı da eminim, Menderes’e gıpta ettiği gibi Recep Bey’e de gıpta etmiştir!

Sadece Amerikan halkı değil. Recep Bey’i Amerika seferinde izleyen mabeyin katiplerinden Nebi Miş’in de yazdığı üzere, “Recep Bey’in ABD Başkanı Donald Trump ile görüşmesi her açıdan bir milat. (…) Atlantik'in her iki yakası bileğini bükemediği Erdoğan ile şimdi el sıkışmak için yarışıyor.” (Sabah, 27 Eylül 2025)

Daha ne olsun ey kadir kıymet bilmez ahali? Recep Bey, Beyaz Saray'da şow yaptı!

Bayrak dinmez ezan inmez netekim!

Pardon pardon! Bayrak inmez ezan dinmez!


18 Eylül 2025 Perşembe

LAFI TERSİNDEN ANLAYIP MERDAN’I LİNÇ ETMEK

Avcının biri, omuzuna şahinini yanına da tazısını alıp avlanmaya çıkmış. Ormana giderken bir yatıra rastlamış. İnsanlar dualar edip bir şeyler istiyormuş yatırdan. Bizim avcı da ellerini açıp: 

- Ey yatırda medfun ulu kişi, şahinime bir bıldırcın, tazıma da bir tavşan ihsan eyle! demiş ve dalmış ormana. 

Bizim avcı ormanda kısmetini ararken bir bıldırcın havalanmış; avcının omuzundaki şahin de hemen peşinden. Tam bıldırcını yakalayacakken, nasıl olmuşsa olmuş, şahin kurumuş bir ağacın sipsivri bir dalına göğsünden çakılıvermiş ve oracıkta ölmüş. 

Avcı, can sıkıntısıyla şahinine bakakalmış, devam etmiş yoluna. Derken bir çalılıktan tavşan fırlamış; avcımızın tazısı da peşinden. Tam tavşanı yakalayacakken bir engerek sokuvermiş tazıyı ve tazı da debelene debelene ölmüş oracıkta.

Avlanmak şöyle dursun, şahinini de tazısını da yitiren avcı düş kırıklığı içinde geri dönmüş. Tam yatırın yanına gelince şöyle bir bakmış mezara: 

- Ey bu yatırda medfun ulu kişi, evliya olmasına evliyasın ama lafı tersinden anlıyorsun... 

***

TELE1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ Aleviler ve ihanet konulu sözleri dolayısıyla bazı Alevi Bektaşi örgütlerinin lincine maruz kalınca, bu kıssa geliverdi aklıma. 

Bir de 40 ülkeyi kapsayan Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı OECD’nin PİSA testini anımsadım. PİSA testi, 15 yaş grubundaki öğrencilerin okuryazarlık derecesini ve okulda öğretilen bilgileri günlük yaşamda ne ölçüde kullanabildiklerini ölçmeyi amaçlıyor; Türkiye bu alanda hep son sıralarda yer alıyor ne yazık ki!

***

Yukarıda aktardığım kıssa, Merdan Yanardağ’ın bir çift lafı üzerine kınama bildirisi yayımlayan Alevi örgütlerinin düştükleri duruma ne kadar uyar, bilemiyorum. Okuduğunu dinlediğini duyduğunu doğru anlama ve ona göre tavır alma anlamında yani.

Linç bildirisi yayımlayan Alevi Bektaşi örgütleri Merdan Yanardağ’ın “Aleviler içerisinde çok hain vardır” dediğini vurgulamışlar; devamla “Alevi toplumu yüzyıllardır bu topraklarda eşit yurttaşlık, inanç özgürlüğü ve demokrasi için mücadele etmiş, ağır bedeller ödemiştir. Bu kadar onurlu bir mücadele geleneğine sahip bir topluluğu ‘hain’ olarak nitelemek kabul edilemez, büyük bir haksızlıktır.” demişler. 

Şahsen merak ediyorum: Hangi olay üzerine Merdan tam olarak ne dedi? Merdan’ın konuşmasını başından sonuna kadar dinleyip de mi yayımladılar o bildiriyi?

***

Tartışmayı dosdoğru anlamak için Merdan’ın konuşmasını olduğu gibi aktarmakta yarar var.

CHP’nin Kadıköy mitingi öncesinde İstanbul Söğütlüçeşme üst geçidine "Halkın partisini hırsızlar değil halk partililer yönetecek. Milletin son umudu Kemal Kılıçdaroğlu” yazılı bir pankart asılmış. Bu ifade, Alevilerce kutsal sayılan Zülfikar ikonuyla desteklenmiş. 

Merdan Yanardağ, bu pankartın AKP trolleri tarafından asılmış olabileceğini savunuyor. Mahkemenin CHP kurultayı davasında verebileceği mutlak butlan kararına karşı K. Kılıçdaroğlu’nun muhtemel tavrını konuşurken, bu karara uyulmasının “ihanet” olacağını söylüyor, Aleviler üzerinden devam ediyor ve aynen şöyle değerlendiriyor:

Merdan Yanardağ: Yani yok piro, Alevi bilmem ne, dede filan bu edebiyatla bu iş olmaz. Alevilerin haini çoktur, tıpkı diğer milletlerin ve diğer inançların olduğu gibi; olur ama bu ülkenin en mazlum en temiz insanları arasında -diğer yurttaşlarımızın olduğu gibi- Aleviler vardır. Aleviler buna izin vermeyecektir.

Murat Taylan: Alevilerin de… Alevilerin dediniz ya…

Merdan Yanardağ: Evet, Alevilerin de… Dolayısıyla hiç kimse Aleviler üzerinden siyasi hesap yapmaya kalkmasın. Bir kere CHP bir mezhep partisi değil, mezhepçilerin partisi de değil. Kadıköy’e nasıl bir pankart astılar? Oraya Zülfikar kılıcını koydular. İktidar bunu kullanıyor. Bunun bir Alevi davası olduğunu anlatmaya çalışıyor Kılıçdaroğlu üzerinden. Her mezhebin her milletin içinden olduğu gibi Alevilerden de Alevilerin içinden de hainler çıkabilir. Ama Alevilerin büyük bölümü temiz namuslu erdemli insanlardır. Buna geçit vermeyecekler.”

***

Merdan’ın söyledikleri bundan ibaret ve kimi Alevi Bektaşi örgütleri bu söyleşiden Merdan’ın Alevi toplumunu “hain” olarak yaftaladığı sonucunu çıkardılar. 

Öyle ağır bir suçlama ki!

Tekrar sorayım: 

Merdan’ın konuşmasını başından sonuna kadar dinlediler mi? 

Dinledilerse, nasıl olup da Merdan’ın Alevi toplumunu “hain” diye yaftaladığı sonucunu çıkarabildiler? Cümlenin devamını görmezden duymazdan gelip sadece ilk yarısı üzerinden hükme varmak ve linç bildirisi yayımlamak Alevi Bektaşi inancıyla ne ölçüde bağdaşır?

Ve nasıl olup da yayımladılar o bildiriyi? Tartışmalar üzerine ikinci bir bildiri yayımlamışlar ve ilk bildirinin arkasında olduklarını bildirmişler. 

Merdan’a linç bildirisi yayımlarken, ırkçı ümmetçi faşist iktidarın beslemesi Nedim Şener’in provokasyon tuzağına mı düştüler? 

Alevi Bektaşi örgütlerinin basireti, Nedim Şener’in provokasyonunu fark edemeyecek kadar bağlanmış olabilir mi?...

Merdan Yanardağ’ın sözleri üzerine TELE1’in yayın iznini iptal etmek için harekete geçen RTÜK, Alevi Bektaşi örgütlerinin bildirisini de kendisine referans alıyor. Bu örgütler, siyasal İslamcı faşizmle aynı çizgide hizalandıklarının farkındalar mı?Daha çok soru sorulabilir. 

Ezilen her toplumun olduğu gibi, Alevi Bektaşi inancının tarihsel belleğinde de nice hainlerden söz edilir. Osmanlı döneminde Hacıbektaş Dergâhı’na atanan kayyımlar, Sersem Ali Çelebiler, Hızır Paşalar, günümüzde siyasal İslamcı faşizmin rüşvetini kabul eden inanç önderleri, Mehmet Ali Çelebi... Alevi Bektaşi kültüründeki “yol düşkünü” “yol Yezidi” kavramları...

Son soru: Aleviler, Hızır Paşa’nın yolundan mı giderler, yoksa Pir Sultan’ın yolundan mı?

İnanç özgürlüğü mücadelesinin emek barış ve demokrasi mücadelesinden ayrı olmadığının bilincindeki Alevi Bektaşi yurttaşlara selam olsun!


7 Eylül 2025 Pazar

ORDUSUNA GÜVENMEYEN BAŞKOMUTAN

30 Ağustos Zafer Bayramı törenlerine katılmak üzere Anıtkabir’e giden general subay astsubay askeri personelin polis tarafından aranarak içeri alınmaları, Türkiye koşullarında normal sayılabilecek bir olay değil. Polis tarafından üzerlerinin aranmasının gerek kışlada gerekse emekli askerler arasında nasıl bir tepkiye ve üzüntüye yol açtığı tahmin edilebilir.

Kışlada nasıl bir tepki öfke vardır, bilemiyorum ama internetteki emekli asker gruplarında öfkenin üzüntünün haddi hesabı yok. En sade tepki ifadesi olarak, “TSK’yi bu duruma düşürenler utansınlar!” gibi cümleler kuruluyor.

Emekli askerlerin üzüntüsünü kırgınlığını anlayabiliyorum. Kolay değil, telafisi olmayan ömürlerini asker olarak yaşadılar. İlk gençliklerinde girdikleri askeri okullarda kendilerine memleketin sahib-i aslisi oldukları telkin edildi. Bu koşullanma ile yaşadıkları öğrencilikleri ve mesleki ömürleri boyunca “Kanla, irfanla kurduk biz bu Cumhuriyeti, Cehennemler kudursa, ölmez nigâhbanıyız” diyegeldiler; sosyal statü hiyerarşisinin tepesinde oldular. Heyhat ki, ömürlerinin sonbaharında, asli sahibi ve nigâhbanı (bekçi gözcü) olduğunu sandıkları cumhuriyetin ellerinden kayıp gittiğine tanık oluyorlar. Sosyal statü hiyerarşisinde ise diyanet personelinin bile gerisine düştüler. “TSK’yi bu duruma düşürenlere yazıklar olsun!” derken içten bir üzüntüyü ve hayal kırıklığını dile getiriyorlar.

***

Benim de ilk gençliğim askeri mekteplerde ve kışlada geçtiyse de, TSK komuta heyeti ve genelkurmay başkanlarıyla yıldızım hiç barışık olmadı. 12 Eylül 1980 darbesinin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, benim de içlerinde olduğum genç askerleri işkenceci polislere teslim ederken, “Onlara vatan haini demeyi bile az bulurum!” demişti. Evren’e gereken yanıtı sıkıyönetim mahkemesinde vermiştim. Beraat kararıyla biten yargılamadaki savunmam “Harbiye’den Cephe’ye” başlığıyla kitaplaştı. 2010 referandumu sonrasında açılan göstermelik darbe davasının duruşmasında, ekran aracılığıyla da olsa Kenan Evren ile yüzleştim ve avukat dostlarım aracılığıyla sorularımı yönelttim.

2005 yılında, adları rüşvet iddialarına konu olan generalleri eleştirdiğim “İş bilenin kılıç kuşananın” başlıklı yazılar yazmıştım. Dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ve İkinci Başkan İlker Başbuğ üzerlerine alınıp şikâyet ettiler. Mahkeme beraat kararı verdi. Mahkemedeki savunmam, “Sermayenin Paşaları” adıyla kitaplaştı.

2017 yılında “Genelkurmay Başkanı için çok üzülüyorum” başlıklı yazım üzerine, Hulusi Akar ile mahkemelik oldum. Mahkeme beraat kararı verdi. Mahkemedeki savunmam, “Su Uyur Hulusi Akar” adıyla kitaplaştı. Bu kitapta esas olarak, Hulusi Akar’ın 15/16 Temmuz darbe girişimindeki tutumunu irdeledim.

Sözün özü, sosyalist yurtsever devrimci bir yurttaş olarak, TSK ile ontolojik çelişki içindeysem de, Anıtkabir’e giden general subay astsubay askeri personelin polis tarafından aranarak içeri alınmaları benim de içime sinmedi; acı acı gülümsedim.

***

Yanlış anlaşılmasın, “TSK’yi bu duruma düşürenlere yazıklar olsun!” duygusu içinde değilim. Daha acı bir ifadeyle, (cumhuriyetçi demokrat yurtsever askerleri tenzih ederek) TSK’nin bu görüntüyü hak ettiğini, müstahak olduğunu bile söyleyebilirim. Sonuçta ordu devletin en seçkin en güzide kurumudur; devlet ise mülk sahibi sınıfın sömürü baskı ve zor aparatıdır! “TSK’yi bu duruma düşürenlere yazıklar olsun!” diye hayıflanmak, sosyalist devrimciye düşmez.

Her şeye karşın, “TSK’yi bu duruma düşürenler utansınlar!” ifadesiyle dışa vurulan onulmaz acıyı anlayabiliyorum. Bu acı, TSK’yi hâlâ “cumhuriyeti kuran, Atatürk ilke ve inkılaplarının nigâhbanı ordu” sanmaktan ileri geliyor. Oysa aradan asır geçti, köprülerin altında da çok sular geçti.

Hoş, “kanla irfanla kurulan cumhuriyet” bin yıllardır sömürülen katledilen halkların emekçilerin cumhuriyeti olarak kurulmadı; Osmanlı’nın son asrında filizlenen burjuvazinin cumhuriyeti olarak kuruldu. Ama burjuva cumhuriyetinin kuruluşunda hiç değilse, cılız da olsa emperyalizme karşı duruş, saltanat ve hilafetin kaldırılması, dinci şeriatın kamusal alanda geriletilmesi vs. reformlar vardı. Bu süreçte ordu, yani ebedi başkomutan Atatürk ve TSK, ulusal devletin kuruluşuna öncülük edecek burjuva sınıfı henüz bebeklik çağında olduğu için burjuvaziye vekâleten ulusal devleti kurma misyonu ile yükümlüydü. 

Hiç kuşkusuz, eskiye göre toplumsal ilerleme ve kazanım sayılması gereken bu süreç, İkinci Dünya Savaşı ertesinde tersine döndü. Kendi ayakları üzerinde doğrulan burjuvazi, sınıfsal içgüdüsüyle Batı emperyalizmine eklemlendi, 1950 seçimleriyle birlikte doğrudan iktidar oldu. Sürecin doğal istikametinde Türkiye, NATO’ya katıldı. Öyle ki, devletin en mahrem ve güzide kurumları MİT ve Özel Harp Dairesi’nin maaşları bile bir ara ABD tarafından ödenir oldu. Kimi çevrelerde hâlâ “ilerici” diye alkışlanan 1960 darbesi ertesinde tasfiye edilen 235 general ve 4 bin 171 subayın emeklilik ikramiyeleri ABD Hazinesi’nin bağışıyla karşılandı. Bu süreçte askeri elit, OYAK’ı kurarak, bebekken beşiğini salladığı sermaye sınıfına katıldı. Sermaye düzenini koruma ve tahkim etme amaçlı darbeler peşpeşe geldi. Holding ve NATO Paşaları, Cumhuriyet Paşaları’na galip geldi; darbeci paşalar, sola karşı bariyer olsun diye Yeşil Kuşak politikalarına omuz verdiler. Emekçi sınıfların payına ise “Her Türk asker doğar” sloganı ve “vatan uğruna şehitlik” imtiyazı düştü!.. 

***

ILIMLI İSLAMİ DÜZENDE TSK’NİN YERİ

Emekçilerin payına “vatan uğruna şehitlik” imtiyazı ile “Şehitler ölmez vatan bölünmez!” sloganı düştü ama darbeci paşaların solun başına geçirmek üzere süngü zoruyla ördükleri yeşil çorap da günü geldi kendi başlarına geçti.

Dediğim gibi, Anıtkabir’e giden general subay astsubay askeri personelin polis tarafından aranarak içeri alınmaları benim de içime sinmedi; acı acı gülümsedim. Bu gibi durumlarda her defasında olduğu gibi, Eylül 2007 tarihli, “Genelkurmay Başkanı emriyle” Genelkurmay Harekât Başkanı Korgeneral Nusret Taşdeler tarafından hazırlanan raporu anımsadım. İnternet ortamına düştükten sonra basılı medyada da paylaşılan bu rapordan daha önce de birkaç kere söz etmiştim. 

Kısaca özetleyeyim. Bu raporda, TSK’nin “kanla irfanla kurduğu, ölümüne nigâhbanı olduğu cumhuriyet” gemisinin “laikliğe aykırı faaliyetlerin odağı” AKP yelkeniyle “ılımlı İslam” limanına çekilmesinden duyduğu kaygı ve bu kaygı karşısında TSK’nin izlemesi gereken harekât tarzı irdeleniyor. Bu rapora göre özetle:

- 22 Temmuz 2007 seçimleri ılımlı İslami dönüşüm için milat kabul edilmelidir.

- TSK’yı destekleyebilecek kesimler son derece azalmıştır. Tam tersine basın, iş dünyası, ticaret odaları, sendikalar, üniversite camiasının bir kısmı TSK’nın karşısındadır.

- Esas mesele, ılımlı İslam veya demokratik İslam olarak nitelendirilen yeni devlet düzeni içinde cumhuriyetin temel niteliklerine bağlı TSK’nın, kendisine nasıl bir yer bulabileceği ve burada nasıl barınabileceğidir.

Özetle, yerli-yabancı müteahhitlerce inşa edilen ılımlı İslami düzende kendisine yer bulabilmek için uzlaşma ve teslimiyet arayışında bir TSK... Anımsanmalı ki, bu rapor öncesinde TSK’ye “Türkiye’nin en iyi ihraç malı” rolü verilmişti. 2003’te Irak istila edilirken bu role son bir cumhuriyetçi refleksle itiraz eden askerin başına ABD ordusu tarafından çuval geçirilmişti. Sahi o çuval ne oldu, baştan çıktı mı? Başlarına çuval geçirilen özel kuvvet timinden sorumlu Türk korgeneral, emekli olduktan sonra nasıl olup da çuvalcı Amerikan subaylarıyla birlikte ortak güvenlik şirketi kurabildi?

***

Sözü yazıyı uzatmayayım. Kışla dışında olup biten her şey kışlada karşılığını bulur. Türkiye, söz konusu raporda belirtilen “ılımlı” İslam Cumhuriyeti istikametinde hayli yol kat etti. Ağrılı sancılı gecikmeli olsa da TSK de bu süreçte epey değişti dönüştü. Ne var ki, Büyük Ortadoğu Projesi’nin Eşbaşkanı “Başkomutan” Recep Tayyip Erdoğan TSK’nin bu değişimini dönüşümünü yeterli bulmuyor olmalı ki, emrindeki askere güvenmiyor; Anıtkabir’e çağırdığı askeri üzerini polise arattırdıktan sonra huzuruna kabul ediyor.

Anıtkabir’e çağrılan askerler isim isim belirlenmiş, listede adı olmayanlar kapıdan geri çevrilmiş. Törene katılacak askerlerin listesi muhtemelen MİT tarafından belirlenmiştir. Buna karşın, “Başkomutan” o listeye de güven duymuyor; Anıtkabir girişinde polis, askerin üstünü arıyor. Oysa Anıtkabir TSK’nin yönetimi ve koruması altında ve İç Hizmet Yasası’na göre bu gibi yerlerde güvenliği sağlamak askerin görevi. Hoş, Anayasa ne denli yürürlükteyse, İç Hizmet Yasası da o kadar yürürlükte! 

Netice-i kelam, emrindeki ordusuna güvenmeyen bir Başkomutan. Emrindeki polise ve istihbarat örgütüne ne denli güven duyduğu da tartışılır. Halktan kopmuş tek adam yönetimlerinde paranoyaya sınır yoktur. Bu paranoyaya kapılmış tek adamların akıbetine ilişkin nice hikâyeler kayıtlıdır tarihin tozlu sayfalarında. O akıbetleri ben anımsatmayayım. Ne olur ne olmaz. Hürriyetimi sokakta bulmadım.

Anıtkabir girişinde polisin üst aramasına askerler itiraz etmemişler. Biri bile tepki olarak geri dönüp halkın arasına karışmamış. Ben ne diye acı acı gülümsüyorum ki!

Cumhuriyetçi demokrat yurtsever askerlere selam olsun!