26 Şubat 2022 Cumartesi

RUSYA’NIN UKRAYNA’YI İŞGALİNE HAYIR

Rusya lideri Vladimir Putin, Ukrayna’nın doğusunda Donetsk ve Luhansk cumhuriyetlerinde ayrılıkçı yönetimlerin “Rusya’dan askeri yardım talebinde bulunmalarını” gerekçe göstererek Ukrayna’ya asker gönderdi. Ukrayna’nın işgali, emperyalistler arası paylaşım kavgasında dünyanın nasıl bir barut fıçısı üzerinde olduğunu gösteriyor. Ukrayna’da Komünist Parti yasak ama Rus işgaline karşı Ukrayna’yı yine komünistler savunuyor.

Kimileri Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra ABD liderliğindeki NATO’nun Rusya’yı kuşatmak için Doğu Avrupa, Balkan ve Baltık ülkelerini katarak sürekli genişlediğini, Rusya’nın da savunma içgüdüsüyle önce Kırım’ı ilhak ettiğini ve nihayet Ukrayna’nın da NATO’ya katılması çabalarına karşılık verdiğini anlatarak Rusya’yı haklı çıkarmaya çalışıyor. Vladimir Putin de 21 Şubat 2022 tarihli konuşmasında aynen böyle anlattı ve “NATO’yu doğuya doğru genişletince askerleri sınırımıza doğru taşıyacaklar; bu boğazımıza bıçak dayamaktır” dedi. 

Kimileri Putin’in Sovyetler Birliği’ni canlandırma peşinde olduğunu savunuyor. 

Kimileri de Türkiye’deki solcuların (bilinçaltındaki emperyalist batı düşmanlığı ile) Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini alkışladığını öne sürüyor.

Hemen vurgulamalı; Rusya Ukrayna’yı hangi gerekçeyle işgal etmiş olursa olsun, bu işgali desteklemenin veya meşru/mazur göstermenin sol ideolojide yeri yoktur. Sosyalistler komünistler savaşların haklı olup olmadıklarına bakarlar; ulusların kendi kaderlerini özgürce belirleme hakkını savunurlar. Emperyalist devletlerarası savaşlar paylaşım savaşları olarak haksız savaşlardır. Ezilen halkların ve ulusların sömürgecilere karşı savaşları, ilk saldıran kim olursa olsun haklı kurtuluş savaşlarıdır. Ezilen sınıfın ezene karşı verdikleri iç savaşlar da haklı ve ilerici savaşlardır. Savaşın nedeni ve niteliği ne olursa ol¬sun, sosyalizm kurulmadan (sınıf farklılıkları giderilmeden) savaşların ortadan kaldırılması olanaksızdır. Sosyalistlerin komünistlerin Ukrayna’nın işgal edilmesini alkışladıkları iddiası iftiradan ibarettir. NOKTA!

***

PUTİN’İN SOVYETLER BİRLİĞİ’Nİ CANLANDIRDIĞI İDDİASI YALANDIR!

Vladimir Putin’in Sovyetler Birliği’ni canlandırma peşinde olduğu tezi de kendinde menkul bir varsayım olmanın ötesinde değer taşımıyor. Bu tezin patenti (yanlış bilmiyorsam) Soğuk Savaş dönemi ABD başkanları John F. Kennedy, Lyndon Johnson ve Jimmy Carter’ın danışmanı Zbigniew Brzezinski’ye ait. Brzezinski, ölümünden kısa süre önce (2014’te) yaptığı değerlendirmede, Sovyetler Birliği’ni yeniden inşa sürecinde Putin’in atacağı en önemli adımın Ukrayna’nın işgali olacağını öne sürmüştü. 

Brzezinski’nin bu varsayımına karşılık Putin Ukrayna işgalini başlatırken, Sovyetler Birliği dönemine kinini kustu; açık açık Lenin’i ve Bolşevikler’i “Rus imparatorluğunu ve Rus devlet geleneğini yok etmekle, Rus Çarlığı toprakları üstünde Rusya’nın kaynakları ve Rusların kanıyla birçok devlet kurmakla” suçladı. Putin, Sovyetler Birliği’nden ayrılma hakkını da içeren kendi kaderini tayin hakkını da “devrimin ütopik ve iğrenç fantezisi” ve “devletin bağışıklığını zayıflatan mayın” olarak nitelendirdi. Bu ifadeler, Sovyetler dönemi yetiştirmesi Putin’in de sıradan antikomünist refleks ve ucu faşizme varan milliyetçi idrak ile malul olduğunu gösteriyor.

Ukrayna’nın eser sahibi ve mimarı Lenin’dir” diyen Putin’in “'Minnettar torunları' Ukrayna'daki Lenin anıtlarını yıktılar” sözleri ise her ülkenin tarihinde rastlanabilen bir ironi veya değerbilmezliğin ifadesi olarak kayıtlara geçti. Türkiye’de de “Keşke Yunan galip gelseydi” zihniyetiyle tarihçi sayılan veya Atatürk heykellerine saldıran benzerleri fazlasıyla mevcut. 

Özetle, Ukrayna’nın 1917 Bolşevik devriminden sonra “yapay bir devlet” olarak kurulduğunu savunan Putin, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra palazlanan Rus sermayesinin ve faşizminin temsilcisi olarak, Sovyetler Birliği’ni değil, Çarlık Rusya’sını inşa peşindedir.

***

PUTİN ÇARLIK RUSYASI HAYALİ PEŞİNDEDİR


Putin’in “halklar hapishanesi” Çarlık Rusya’sını inşa hedefiyle hangi adımları attığı sır değil; 21 Şubat 2022 tarihli konuşmasında ayrıntısıyla anlattı. Geçerliği kendinde menkul “meşru” gerekçelerle 2008’de Abhazya ve Güney Osetya’yı işgali, 2014’de “referandum sonucu” diyerek Kırım’ı ilhakı, ardından Suriye’yi kolonileştirmesi, “Kolektif Güvenlik Anlaşması çerçevesinde yönetim çağırdı” deyip Kazakistan’da rejim değişikliğini engellemesi ve nihayet Ukrayna’nın Donbass bölgesi ayrılıkçılarının çağrısıyla Ukrayna’nın işgali… 

NATO’nun genişleyerek Rusya’yı çevrelemesi elbette tahrik nedeni ama NATO genişlemese de Putin ezberlenmiş bahanelerle bu adımları atmaktan geri durmayacaktı. Emperyalist paylaşım savaşlarını başlatan katiller, cinayetlerini her defasında buna benzer hamaset, vatanseverlik, hatta özgürlük ve barış mesajlarıyla meşrulaştırmaya çalıştılar. ABD emperyalizmi de 2001’de Afganistan işgalini “Sonsuz Adalet”, 2003’te Irak işgalini “Sonsuz Özgürlük” diye adlandırmıştı.

Söz ABD’nin on binlerce kilometre uzakta giriştiği işgallere gelince anımsatmadan geçilemez. ABD 2003 yılında Müslüman Irak’ı tekrar işgal ederken, Türkiye’nin sosyalistleri barış yanlıları “Savaşa Hayır!” diye çırpınıyordu. Ankara Sıhhiye Meydanı’nda 1 Mart 2003’te 100 bin kişiydik “Savaşa Hayır!” diye haykıran. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ise Amerikan askerini Türkiye’ye davet etmiş, işgal tezkeresi Meclis’te İç Tüzük engeline takılınca hava sahasını açmakla yetinmek zorunda kalmıştı. İşte o günlerde Erdoğan, bir Amerikan gazetesine “We further hope and pray that the brave young men and women return home with the lowest possible casualties, and the suffering in Iraq ends as soon as possible.” diye yazmıştı. (The Wall Street Journal, 31 Mart 2003.) Kelime kelime Türkçesi, “cesur ve genç kadın ve erkeklerin en az kayıpla ülkelerine dönmesi için dua… ” Yani, Irak’ı işgal eden Amerikan askerlerinin sağ salim dönmeleri için dua!

Dediğim gibi, emperyalist hülyalarla oraya buraya, komşu ülkelere asker göndermenin çok bahanesi bulunur. Belki de Putin, Osmanlı’yı ihya hülyasıyla Şam’da Emevi Camii’nde zafer namazı namaz kılma hülyasından esinlenmiştir! 

***

Espri bir yana, Putin hangi niyetle Ukrayna’yı işgale yeltenmiş olursa olsun, Lenin’in anısını ve ulusların kendi kaderlerini özgürce belirleme hakkını kötüleyemez; Sovyetler Birliği’nden kalan coğrafyada kapitalizmi restorasyon sürecindeki iğrençliğini gizleyemez!


Söylenecek çok söz var. İşgalin acısını yine yoksullar, kadınlar ve çocuklar çekiyor. Ukrayna’da komünist parti yasaklı ama Ukrayna’nın işgaline karşı dünyanın dört bir yanında yine komünistler seslerini yükseltiyor. Umulur ki, Ukrayna halkı da Sovyet düzeniyle kazandığı özgürlüğün, kendi kaderini tayin hakkının kıymetini anımsar; ABD ve NATO ile Rus emperyalizmi arasındaki paylaşım savaşının dışında kendi yolunu bulur; ABD destekli mevcut iktidar yerine kendi iktidarını kurar. Böyle bir sonuç, dünya halklarına da yeni bir esin kaynağı olur.

Moskova’da ve dünyanın her yanında “Savaşa Hayır!” diye haykıranlara selam olsun.


14 Şubat 2022 Pazartesi

SEVGİLİLER GÜNÜ YA DA ÂŞIKLAR BAYRAMI

        “Âşıklar Günü kutlu olmasın efendim, her kim başımıza sardıysa Allah’ından bulsun. Sevgililer Bayramı bir tarihte Kurban Bayramı’yla çakışmıştı. Kadınlara göre hava hoştu, olan erkeklere olmuştu. Kurbanı kestikten sonra bir de sevgiliye kurban olmak çekilir dert değildi.”Millet olarak ne çok bayramımız var!"


Kurban Bayramı, Şeker Bayramı, Cumhuriyet Bayramı, Çocuk Bayramı, Gençlik Bayramı.

Müslümanlar için kandil bayramları.

Hıristiyanlarımız için Noel ve Paskalya bayramları.

Kürtler için Newroz Bayramı.

Askerler için 30 Ağustos Zafer Bayramı.

Polisler için 10 Nisan Polis Bayramı.

Doktorlar için 14 Mart Tıp Bayramı.

Gazeteciler için (gerçi artık yas günü ama) 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Bayramı.

Hemen her şehrimiz için Kurtuluş Bayramı…

Bayramsız günümüz yok gibi.

Tabii bu arada “Deliye her gün bayram” diye güzel bir atasözümüz de var.

***

Atalarımız öyle dese de bayramsız duramıyoruz. Yılbaşı, aybaşı derken, kamusal ve özel bayramlarımız arasında Sevgililer Günü ve Mevlit Kandili daha bir öndeler sanki.

Mevlit Kandili, bilumum diğer kandiller kenarda dursun. Peygamber devrinde kandil bayramları var mıydı? Kandil geceleri bi’dat mıdır, ibadet midir? İyiden iyiye tehlikeli sorular bunlar. Bu sorulara kafa yormak yerine en iyisi Sevgililer Bayramı’na çatmak. Bir tehlikesi yok nasıl olsa! 

Sevgililer Bayramı’nın kökeni malum. Roma devrinde Hıristiyanların baskı altında tutulduğu yıllarda gizli gizli buluşan âşıklara nikâh kıyan rahip Valentin, bu iyiliği ortaya çıkınca imparator II. Claudius’un emriyle 14 Şubat günü yakılarak idam ediliyor. Sonraları Katolik Kilisesi 14 Şubat’ı Aziz Valentin Günü ilan ediyor, sevgililer de kendi bayramlarını yapıyor.

Hıristiyan geleneği de olsa, epeydir Müslüman Türkiye’de 14 Şubat günü Sevgililer Günü olarak yaşanıyor. Ne de olsa bir parça laik memleketiz değil mi!

Sevgililer Bayramı bir tarihte Kurban Bayramı’yla çakışmıştı. Kadınlara göre hava hoştu, olan erkeklere olmuştu. Kurbanı kestikten sonra bir de sevgiliye kurban olmak çekilir dert değildi. O gün, Hollanda Devlet Radyosu NPS’nin Türkçe Yayın Servisi’nde “Burası Türkiye” programında aşağıdaki risalemi seslendirmiştim. Fizik ve kimya durumu, bu yıl taze bir Sevgililer Bayramı yazısı karalamaya müsait değil; 19 yıl önceki yazıyla idare edin artık! Gazetelere bakmadım, ama 19 yıl öncesine göre durumda bir değişiklik yoktur herhalde.

***


Âşıklar Günü kutlu olmasın efendim, her kim başımıza sardıysa Allah’ından bulsun.

Ulemadan Sabah Gazetesi muharrirlerinden Emre Aköz’ün “14 Şubat’ı başımıza kim sardı?” başlığı altında yazdığına göre, 1993 yılına gelinceye kadar, kadın dergileri dışında Sevgililer Günü’nü takan olmamış. Hatta “Sevgi İnsanı” diye namı yürüyen Hıncal Uluç bile, o tarihe kadar günlük yazılarında, “Bugün manitanızı öpün, hediyesini verin!” diye uyarıda filan bulunmamış. Bir tek Bekir Coşkun, 15 Şubat 1991 tarihli Sabah Gazetesi'ndeki yazısında "Âşıklar günü niye kutlanmıyor?" diye sormuş.

Nihayet, eski takvimlerde bile yeri kalmıyasıca o 1992 yılının 14 Şubat tarihli Sabah Gazetesi’nde “Bugün Dünya Sevgililer Günü... Diğer Günlerin Tamamı Sapların!” diye bir duvar yazısı çıkmış. Aşk profesörü diye ünlenen Ahmet Altan’ın kardeşi Mehmet Altan da İkinci Cumhuriyet yazılarına ara verip, “Sevgilim...” başlıklı bir yazı neşretmiş. O gün bugündür her 14 Şubat geldiğinde millet depresyona giriyor. 

Gazeteler bir hafta öncesinden başlayıp otellerin mağazaların marketlerin Aşıklar Günü hazırlıklarını tefrika ediyor. Sevgilisi olanın cüzdanı, olmayanın sinirleri boşalıyor. 

Bu yıl da aynen böyle oldu. 


Örneğin, SABAH Gazetesi, bugün manşetine AŞKLARIN EN GÜZELİ diye başlık atmış, özel bir aşk öyküsünü “Onlara her gün 14 Şubat” spotuyla birlikte aktarmış. Sonra iç sayfalarda, cep telefonu şirketlerinin Aşıklar Günü’ne özel reklamları…

Hürriyet Gazetesi, olaya damardan girmiş; sürmanşetten 14 ŞUBAT’IN EN GÜZEL FOTOĞRAFI başlığı altında o da özel bir aşk öyküsünü anlatmış. Sonra iç sayfalarda ve 14 sayfalık ilavede aynı ilan ve reklamlar. Hatta bir alışveriş merkezinin çeyrek sayfalık reklamının başlığında açık açık, “Aşk hediye bekler” denilerek cüzdanlara mesaj verilmiş. 

OLAY Gazetesi ALIŞVERİŞ adlı salt Aşıklar Günü’ne özgü tam 12 sayfalık bir ek vermiş. Sayfalar dolusu ilan ve reklam. Oteller, aşka beş yıldızlı romantizm önermiş, kozmetik firması “Çarpıcı etki çarpıcı aşk” diyerek paralı aşıkları kışkırtmış…

Milliyet Gazetesi de farklı değil. 10 sayfalık özel ekte, saat firması “Zamanı paylaşmak için” diyor, kostümcü “Romantik şıklık” diye tahrik ediyor, bar sahibi, “Bush’u Bush’una savaşma seviş” diye müşteri çağırıyor, arada aşkın fiziği kimyası ve bilhassa ekonomisi üzerine yazılar da var. Hediye alamayacak olanlar da düşünülmüş!  “USTALARDAN 14 ŞUBAT YEMEKLERİ” başlığı ile evde yemek tarifleri verilmiş. 

İyi de usta, beş yıldızlı yemekten farksız bu malzemeyi alacak paradan haber var mı? Yok. Afiyet şeker olsun. Üstüne de bir bardak soğuk su. 

Devam edelim. Taş fırın Atatürkçü gazete Cumhuriyet’te bile sayfalar dolusu Sevgililer Günü ilan ve reklamları. 

Misal, Erozyonla Mücadele Vakfı TEMA, “Tüm sevdiklerinize sevginizi ifade eden özel bir armağan” spotunun altında, ağaç ile insan arasındaki sevgiyi güçlendiren, vakıf yayını Ağaçlar adlı kitabın reklamını yapmış. 

Kötü bir düşüncem yok. Vallahi güzel bir espri. 

Komşu sayfada ise Türkiye Kalp Vakfı imzalı bir ilan. Günün mana ve ehemmiyetinden haberleri yok anlaşılan, “Muayene teşhis tedavi” başlıklı kuru kuruya bir ilan. Yani, ne bileyim,  “En yoğun sevgi sağlıklı kalpte yaşanır” diye bir şeyler uydurun, ilan fiyakalı olsun. Ama yok. Düşünememişler. Hatta, dükkânın vitrinine Âşıklar Günü Kutlu Olsun diye yazan kebapçı kadar bile vizyon sahibi değiller. 

Ah ulan, bekârlığımızda ne fırsatlar kaçırmışız! Meğer bizim nesil ne talihsizmiş!

Ne Âşıklar Günü bilirdik ne de iki gönül bir olunca kebap lokantasının seyran olacağını. Kebap lokantasının kız tavlamada en ideal mekân olduğunu idrak edecek zekâ formatında değildik. Ufkumuz pastane köşeleriyle sınırlıydı. 

Oysa, randevuyu pastane ya da sinema yerine romantik kebap lokantasına verdin mi iş bitiyormuş! Hele bir de en hisli ses tonuyla:

- “Canım bir tanem, aşkımız bir buçuk acılı Adana mı olsun, yoksa sana olan hislerimi karışık pide olarak mı sunayım?” dedin mi, bir de garsonu ayarlamışsan, karışık pide kalp formatında masaya geliyor, kız o dakika dağılıyor; toplamak artık senin marifetine becerine kalıyormuş.  

Bu akılla şimdi bekâr olmak varmış! Ne bileyim işte, mesela dedik, daldık gitti. 

Bayramınız da sevginiz de daim olsun efendim.

Burası Türkiye…

14 Şubat 2003


1 Şubat 2022 Salı

YEDİSİNDEN YETMİŞİNE ERDOĞAN

İnsan yedisinde neyse yetmişinde de odur!

AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Trabzon’da vatandaşlara konuşurken yaşanan skandalı izlerken ilk olarak bu atasözü aklıma geldi. Aklıma başka atasözleri de geldi ama kalsın.


Skandalı duymayan bilmeyen kalmamıştır herhalde. Erdoğan kürsüde konuşurken 10 yaşında bir çocuk yaklaşıyor, cezaevindeki babasının tahliyesini istiyor. Sonra “Bay Kemal” diyerek CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na hakaret ediyor. Bunun üzerine Erdoğan mikrofonu çocuğa veriyor. Çocuk bir kere daha Kılıçdaroğlu’na hakaret ederek Erdoğan’a oy istiyor, rabia selamı veriyor. Erdoğan ve protokol zevatının yüzlerinde güller açıyor…

Erdoğan malum, koruma ordusuyla dolaşıyor. Kendisine değil bir çocuk, uçan kuş bile izinsiz yaklaşamaz. Hal böyleyken o çocuk Erdoğan’ın bulunduğu kürsüye nasıl çıkabildi ve Erdoğan’a sarılabildi? Daha sonra anlaşıldı ki çocuk, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun marifetiyle kürsüye çıkartılmış ve Erdoğan’a erişimi sağlanmış. Çocukla önceden tanıştığı ortaya çıkan Süleyman Soylu, sosyal medyada “Çocuk, Eren Bülbül’ün katillerinin arkadaşlarına ‘hain’ demiş. Çocuktan al haberi!” diyerek sahiplendi marifetini.

***

Neresinden bakılırsa bakılsın, utanç verici bir skandal. Çocukların militarist gösterilerde konu mankeni olarak kullanılmalarına alışığız ama böylesini daha önce görmedik, duymadık. Öyle bir skandal ki, AKP medyası bile sayfalarında ekranlarında bu olayı suskunlukla geçiştirdi.

Skandalın, “İnsan yedisinde neyse yetmişinde de odur” atasözünü çağrıştırmasına gelince. Çağrıştırma nedeni Erdoğan’ın mizacı ve üslubu. Daha Kasımpaşa’da okul öncesi sabi iken küfür etmeye alıştırıldığını Erdoğan kendisi anlatıyor:

Hava kararmadan önce eve girmek zorundaydık. Bizim evin karşısında Müşerref abla dediğimiz bir komşumuz vardı. Ben beş altı yaşlarındaydım. Çocuğum ya, küfür ediyorum ona. Ben küfrettikçe hoşuna gidiyor, o da benim popoma vuruyor. O vuruyor ben küfrediyorum. Babam gelince hemen şikâyet etmiş beni. Bundan haberim yok tabii. Babam içeri giriyor… Allah rahmet etsin. Alıyor beni tavana asıyor. Ancak ellerimden mi koltuk altlarımdan mı hatırlamıyorum. Orada 15 - 20 dakika kalmışım, dayım gelip kurtarıyor. O günden sonra da küfür faslı kapandı.” (Yeni Yüzyıl, 8 Ocak 1995, Leyla İpekçi röportajı. Aktaran Fehmi Çalmuk / Ruşen Çakır, Recep Tayyip Erdoğan / Bir Dönüşüm Öyküsü, Metis Yayınları, İstanbul 2001, s: 18.)

Ettiği küfürler nedeniyle 15 – 20 dakika tavana asılan ve dayısı tarafından kurtarılan bir çocuk. Tavana asılırken sözel şiddete de maruz kaldığı tahmin edilebilir. Aynı kitapta anlatıldığına göre, Recep Tayyip babasını üzdüğünde inanılmaz bir şey yapardı; hemen babasının ayakkabılarını öperdi. Bunun üzerine baba Reis Kaptan sakinleşir, gözlerinden yaşlar süzülür, bütün çocuklar babalarıyla birlikte ağlardı…

Dahası var. Her kentli çocuk gibi Küçük Tayyip de futbolu çok seviyor ama babası topla oynamasına izin vermiyor. Tayyip, futbol tutkusunu, babasından habersiz gittiği maçları ve kramponlarını evin kömürlüğünde sakladığını, babasından futbol oynama iznini dayısı aracılığıyla alabildiğini anlatıyor:

Çok seviyordum futbolu. Benim için tutkuydu. Geceleri adeta uykuma giriyordu. Fakat babam ilk dönemlerde futbol oynamama müsaade etmedi. Uzun süre babamdan gizli oynadım. Top ayakkabılarımı eve hiç getirmezdim. Evimizin dışında kömürlük vardı. Babam görmesin diye kramponları kömürlükte saklardım. Ayakkabılarıma gayet güzel bakardım; gözüm gibi korurdum onları. Ben maçları oynar, o gün oynadığımı babama hiç çaktırmazdım. Sakatlanıp ağrıdan kıvranırdım ama babam eve gelince dişimi sıkar, sanki hiçbir şey olmamış gibi davranırdım. Ne kadar kötü olursam olayım, babam anlamasın diye hiçbir şey hissettirmezdim.” (Meydan, 1 Ekim 1994. Aktaran Çalmuk / Çakır, age, s: 25.)

***

Psikiyatrist Cemal Dindar, küçük Recep Tayyip’in çocukluk anılarını, “Biat ve Öfke / Recep Tayyip Erdoğan’ın Psikobiyografisi” adlı kitabında değerlendirmiş. Cemal Dindar’a göre, Recep Tayyip’i olasılıkla cinsel içerikli küfürleri nedeniyle tavana asıldığında kurtaranın ya da futbol oynamakla ilgili talebi dolayısıyla yeni bir ‘tavana asılma’ vukuatına karşı kollayanın dayısı olması rastlantı değildir. Zaten öğrenciliğinde de pek başarılı değildir. Sadece üç dersten; yazı, beden eğitimi, hal ve gidiş derslerinden pekiyi alırdı.

Cemal Dindar, Erdoğan’ın “O günden sonra küfür faslı kapandı” sözlerinin inandırıcı olmadığını da savunuyor ve iktidara geldikten sonraki üslubunu şöyle değerlendiriyor: “Tansu Çiller’de, Mesut Yılmaz’da iktidar olma durumuyla değişen, incelen söylem Erdoğan’da değişime direnmiş, iktidarla birlikte çözülmüş, aslına rücu etmiş, argolaşmıştır.” (Cemal Dindar, Biat ve Öfke / Recep Tayyip Erdoğan’ın Psikobiyografisi, Cadde Yayınları, İstanbul 2011, İkinci Baskı, s: 126.)

Argolaşan söylemde ne gibi sözcükler telaffuz ediliyor? Aktarmak bana düşmez. Meraklısı, AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın üç beş konuşmasına kulak verebilir veya “Kızınca patlıyor” başlıklı gazete haberine bakabilir. (Bülent Sarıoğlu, Milliyet, 27 Ekim 2005. https://www.milliyet.com.tr/siyaset/kizinca-patliyor-132609)


Ezcümle, Trabzon’daki skandal iletişim kazası değildir. AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın o çocukta kendi çocukluğunu görmüş olması kuvvetle muhtemeldir. İnsan yedisinde neyse yetmişinde de odur. Daha vahimi, Trabzonlu bir çocuğun katlettiği Hrant Dink’in eşi Rakel Dink, eşini toprağa verirken, “Bir bebekten bir katil yaratan karanlık sorgulanmadan hiçbir şey yapılamaz” diye gözyaşı dökmüştü. Trabzon’daki skandal, bir çocuğun nasıl olup da katile evrilebildiği sorusunun yanıtı olarak da okunmalıdır.

Not: Bu yazıya ilgi gösteren okuyucu, Elitist Faşizmden Lümpen Faşizme başlıklı yazıya da bakabilir:

https://rahmi-yildirim.blogspot.com/2019/04/elitist-fasizmden-lumpen-fasizme.html?m=1