21 Haziran 2019 Cuma

ESRA İLE BERAT’IN DÜĞÜNÜ


ESRA İLE BERAT’IN DÜĞÜNÜ

Yunan filozofu Sokrates ve karısı Ksantippe bir türlü geçinemezlermiş. Tarihçiler geçimsizlikte asıl kabahatlinin Ksantippe olduğunu söylüyorlar. Ansiklopedilerde Ksantippe maddesinin karşısında aynen, “Sokrates’in şirretliği ve hırçınlığıyla ünlü karısı” diye yazıyor.
Karı koca bir gün yine kavgaya tutuşmuşlar. Daha doğrusu Ksantippe bir bahaneyle Sokrates’e açmış ağzını yummuş gözünü. Sokrates hiçbir tepki vermeyince, Ksantippe daha da öfkelenmiş, bir kova suyu alıp filozofun basından aşağı boşaltmış. Sokrates nihayet ses vermiş:
- Bu kadar gök gürültüsünden sonra bir sağanak kaçınılmazdı.
Sokrates’in bu cevabından sonra Ksantippe sakinleşti mi, yoksa daha mı azdı, bilmiyorum. Platon bu konuda bir şeyler yazmışsa bile ben görmedim. Kesin olan bir şey varsa Sokrates’in karısından yana hiç de mutlu olmadığı. Hatta Sokrates’in evliliğinde mutlu olamadığı için filozof olduğuna dair rivayetler bile var! Sokrates’in evlilik aleyhindeki sözleri belki de bu yüzdendir.
Öğrencileri Sokrates’e sormuşlar:
- Evlenmek mi iyidir, yoksa bekâr kalmak mı?
Sokrates duraksamadan yanıtlamış:
- Hiç fark etmez!
Öğrenciler şaşırmışlar. İçlerinden biri üstelemiş:
- Nasıl fark etmez üstadım? Birinde tek başınasınız, ötekinde hayat yoluna iki kişi devam ediyorsunuz?
Sokrates söylediğinden şaşmamış:
- Fark etmez. Çünkü ikisinde de pişman olursunuz.
Sokrates’in öğrencileri bu yanıttan tatmin oldular mı olmadılar mı bilinmiyor. Bilinen bir şey varsa, evliliğin lehinde ve aleyhindeki evrensel külliyatın çok zengin olduğudur. Tayland ahalisine göre, “Evlilik, dışarıdakilerin içine girmek için, içindekilerin de dışına çıkmak için uğraşıp durdukları bir mapusane gibidir!”
Türkler ise “Bekârlık sultanlık, evlilik krallıktır!” deyip avunurlar.
***

Sözü Başbakan Tayyip Erdoğan’ın pazar günü evlenecek kızının düğününe getirmek için aslında evlilik felsefesinden dem vurmaya, Sokrates’i filan malzeme yapmaya hiç lüzum yoktu; ama oldu bir kere. Artık Sokrates affetsin!…
Allah mesut bahtiyar mutlu etsin! Tayyip Bey, kerimesi Esra’yı pazar günü evlendiriyor. Damat adayı, gazeteci-yazar Sadık Albayrak’ın oğlu Berat Albayrak.
Nikâh, İstanbul’da Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda kıyılacak. Salon çevresinde NATO zirvesini aratmayacak tedbirler alındı ki, civarda oturanlara Allah sabır ve kolaylık versin.
Nikâha tam 7 bin kişi davet edildi. Davetliler arasında krallar başbakanlar bile var. Muhtemelen Tayyip Bey’in Kasımpaşa’daki bakkalı ve manavı ile Ankara’da oturduğu mahallenin terzisi, berberi, kasabı ve çöpçüsü de vardır. Ne de olsa Tayyip halk adamı, geldiği yeri unutmadı!
Nikâhta, Gece Yolcuları adlı gruba sipariş edilen, “bir peri kızı ile prensin düğünü” hayal edilerek bestelenen “Vuslat” adlı parça çalınacakmış. Yani öyle ilahi milahi söylenmeyecek.  Aslında, Tayyip Bey’in benzincisi Adnan Şenses Mozart’tan bir arya icra etse, daha şenlikli olurdu; ama akıl edememişler.
Medya, haliyle pazar günü kıyılacak nikâha odaklandı. Şaşmamalı. Çünkü, her zaman başbakan kızı evlenmiyor. Topluluklar, peri masallarını, görkemli düğünleri severler, gelin ve damatla kendilerini özdeşleştirirler. Medyanın ilgisi biraz da toplumun talebinden kaynaklanır.
Fakat medya ne kadar çabalarsa çabalasın, Esra’dan bir “tesettürlü Stephanie” (Monaco Prensesi) çıkarması mümkün değil. Çünkü, her ne kadar nikâhta ilahi filan söylenmeyecekse de “Esra Banu” yabancıya gitmiyor; mütedeyyin bir aileye gelin gidiyor.
Bu noktada Esra için endişelenmemek mümkün değil. Çünkü, adı nikâh töreni olsa da pazar günü aslında siyasal ve dinsel bir gösteri olacak.
Siyasal gösteri. Çünkü, Türkiye’de padişahlık dönemi dışında, bakanlar, başbakanlar, cumhurbaşkanları, düğün törenlerini böyle kitlesel ve medyatik bir gösteriye çevirmediler, kralları yabancı devlet adamlarını çağırmadılar, memleketi ayağa kaldırmadılar.
Dinsel bir gösteri. Çünkü, gelin türbanlı, kaynanalar türbanlı. Medyatik şovun ana mesajı, dönüp dolaşacak dinci siyasetin simgesini zihinlere nakşedecek.
Esra’nın ve müstakbel kocası Berat’ın, politik-dinsel gösterinin figüranı haline geldiklerinin bilincinde olmadıkları ortada. Olsalar, şov malzemesi olmak yerine “evlenecek olan bizleriz, sizler değil” diye seslerini yükseltirler; hazır, ikisi de Amerika’da tahsildeyken gözlerden uzak şekilde birbirlerine sevgilerini armağan ederler, ortalığı telaşa vermezlerdi.
İkincisi, gerek dünürler gerekse gelin ve damat mütedeyyin insanlar. İnşallah gül gibi geçinip giderler, Sokrates ve Ksantippe gibi saçsaça başbaşa kavga etmezler. Ama insanlık hali. Hiç kavga etmeyecekler de değil. Bu noktada Berat damat, postmodern halife kayınpederi Tayyip Erdoğan’ın fetvasına dayanarak hükmi ilahiyi hatırlatır ve Esra’nın üstüne ikinci üçüncü dördüncü bir gül koklama hakkını kullanmaya kalkarsa; ya da ne bileyim, “Serkeşlik etmelerinden kaygılandığınız kadınlara öğüt verin, yataklarında onları yalnız bırakın, nihayet onları dövün!..” ayeti kerimesinin hakkını vermeye kalkarsa ne olur? Doğrusu Esra adına kaygılanmamak mümkün değil.
Ancak, bana sorarsanız bu endişeler de yersiz. Nedenini sonra anlatırım. Şair İsmet Özel’in “Müslüman arayanlar, ancak mezarlarda bulabilir” sözlerini aktarayım da şimdilik idare edin.
***

Pazar günü sadece politik ve dinsel bir gösteri olmayacak. Tecrübeyle sabit ki, pazar günü bir ailenin serveti bir kez daha katlanacak.
Tayyip Erdoğan, 1994 yılında belediye başkanı seçildiğinde cüz’i bir mal varlığına sahipti. “Kasımpaşa’da bir daire, Maltepe’de bir kooperatif dairesi, Bolluca'da (Gaziosmanpaşa) 346 metrekare arsa, Burak Gıda ve Ticaret Ltd. Şirketi’nde yüzde 10 hisse...”
Dört yıl sonra belediye başkanlığından ayrıldığı tarihte, servetindeki artışın 360 milyar liralık bölümünü, oğlu Burak Erdoğan’ın düğününde verilen hediyelerle açıklamıştı. (Tansu Çiller de, yalının çatı katında vefat eden annesinin yastığında çıkan dolarla açıklamıştı zenginliğini.)
Tayyip Erdoğan geçen yıl oğlu Necmettin Bilal’i evlendirdi ve 7 bin kişi çağırdı.  Nikâhtan sonra tebrik faslında, Başbakan’ın hemen yanında duran sekreter Müge Gülbaran’ın tuttuğu takı torbasının kaç defa dolup boşaldığını hiçbir gazeteci yazmadı.
Pazar günü nikâha çağrılan 7 bin kişinin de aynı şekilde servete bereket getireceği kesin. Artık Esra gelinin kesesine mi yazılır, Berat damadın kesesine mi kaydedilir, kendileri bilir.
Onlar ersin muradına, biz çıkalım kerevetine ve bir fıkrayla vedalaşalım.
***

Karı koca 100 km hızla gidiyorlar, arabayı koca kullanıyor. Kadın birden “Hayatım” demiş... “Seninle 15 yıl güzel bir beraberlik yaşadık. Ama, artık boşanmak istiyorum.”
Adam sesini çıkarmamış, arabanın hızını 110’a çıkarmış.
Karısı, “Neden diye soracağını biliyorum. Nasıl söyleyeyim. Artık seni sevmiyorum, başkasını seviyorum.”
Adam yine ses çıkarmadan hızı 120’ ye çıkarmış.
Kadın devam etmiş: “Evi, bütün çekleri, kredi kartlarını, arabayı ben istiyorum..”
Adam sesini çıkarmadan arabanın hızını 140’a çıkarmış.  Kadın sormuş: “Hiçbir şey söylemeyecek misin? Sen hiçbir şey istemiyor musun?”
Kilometre saati 180’i gösterirken adam yanıtlamış: “Hayır. Hiçbir şey istemiyorum.”
Karısı şaşırmış, “Neden?” diye sormuş. Araba karşıdaki duvara saatte 200 kilometre hızla çarpmadan önce adam yanıtlamış:
- Çünkü, airbag bende canım! ...

Burası Türkiye
Rahmi Yıldırım
9 Temmuz 2004

Not: Hollanda Devlet Radyo Televizyonu NPS’nin Türkçe yayın saati vardı.
2007 yılında kapanıncaya değin, Türkiye’den haber ve yorum iletirdim.
Cuma günleri ise “Burası Türkiye” başlıklı söyleşi programı yayımlanırdı.
Yukarıdaki metin, “Burası Türkiye” programında seslendirdiğim söyleşinin metnidir.

13 Haziran 2019 Perşembe

ERDOĞAN’IN ARKASINDA EŞŞEK GİBİ SAF TUTMAK!


Akit adında bir medya mecraı var. Medya ifadesi sözün gelişi. Akit, bilinen anlamda medya mecraı değil. Mütedeyyin, dindar kimlikle gazetecilik yapma iddiasına karşın Akit köktendinci siyasal İslam’a özgü ahlaksızlıkların ve pisliğin ortaya saçıldığı bir lağım çukuru. Yayına başladığı 1993 yılından bugüne (Bir ara Vakit adıyla da yayımlanmıştı) Akit’in hemen her sayısı ve ekrandaki yayını, kendisi gibi olmayan her şeye ve herkese düşmanlığın, kin ve nefretin, hatta cinayet övgüsünün ve kışkırtıcılığının bir örneği.
Gümüşhane Baro Başkanı Ali Günday, duruşmalara türbanıyla girmek isteyen avukatı baroya kaydettirmediği için Akit’in günler süren hedef göstermesinin ardından, 25 Temmuz 1995’te (Osmaniye’den kalkıp gelen) şeriatçı bir katil tarafından öldürüldü. (O yıllarda, resmi kamusal alanda türbanla görünmenin yasal bir dayanağı yoktu.)
Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı, 13 Mayıs 1999 tarihli Akit’in manşetinde “Halkı Köpeğe Benzetti” başlığıyla ve spotta “Zorba Kemalist Gemi Azıya Aldı” ifadesiyle hedef gösterildikten beş ay sonra bombalı suikastla katledildi.
Türban aleyhine karar veren Danıştay üyeleri de, 13 Şubat 2006 tarihli Vakit’in manşetten “İŞTE O ÜYELER” başlığıyla hedef göstermesinin ardından 17 Mayıs 2006’da silahlı saldırıya uğradılar ve yargıç Mustafa Yücel Özbilgin öldürüldü.
Akit öyle bir paçavra ki, 19 Temmuz 2014 tarihli nüshasındaki resimli bulmacada ‘resimdeki ünlü’ olarak Adolf Hitler’e yer vermiş ve şifreli sözcük olarak da ‘Seni Arıyoruz’ diye yazmıştı.
Akit, Türk medyasının yüz akı gazeteci Abdi İpekçi’nin katili Mehmet Ali Ağca’ya açıkça sahip çıkan, sayfalarını açan bir paçavradır aynı zamanda.
Sivas Madımak’ta öldürülen sanatçıların yazarların değil, katillerin savunucusudur Akit.
***

“KILIÇDAROĞLU İDAM EDİLSİN!”
Akit ve ardılı Akit TV bugün de hedef göstermeye devam ediyor. Akit TV’de 11 Şubat 2018 tarihinde yayımlanan “Gündem Manşeti” programında sunucu Yusuf Ozan Demir, Cumhuriyet gazetesi çalışanlarına “Kansız, namussuz, şerefsiz, haysiyetsiz, kripto siyonist, vatanın başına bela, namus yoksunu, hain, dinsiz” diyerek hakaret etti; “Kellenin gitmesi lazım. Tek adam rejimi olsaydı, ah keşke olsa. Sizi iki dakikada kapatsa. Keşke bir de şeriat olsa. Keşke idam olsa sizi sallandırsa. Savaşta sizin gibileri katletmek mubahtır.” diyerek de hedef gösterdi.
Akit TV’nin başka bir muhabiri de, 19 Mart 2019 tarihli yayında, müzeye dönüştürülmüş Ulucanlar Cezaevi’ndeki darağacının altında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun idam edilmesi için çağrıda bulundu.
Akit ve Akit TV’nin kin ve nefret söylemli yayınları, cinayet çağrıları ciltler dolusu kitap oluşturur. Özetleyerek de olsa tümünü bir yazıda aktarmak olası değil. Rastlayabildiklerimi, Akit muhibbi eski Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral Hulusi Akar’ın mağdur sıfatıyla taraf olduğu (hakkımdaki) davanın duruşmasında aktarmaya çalışacağım.
***

HULUSİ AKAR’IN Akit’e MUHABBETİ
İşte bu paçavranın 25 Ağustos 2003 tarihli sayısında, “Onbaşı bile olamayacak kimselerin general olduğu ülke” başlıklı bir yazı yayımlanmıştı. TSK’deki generallerin tümü bu yazı üzerine Akit gazetesinden davacı olmuştu. Hulusi Akar da tümgeneral rütbesiyle davacılar arasındaydı. Mahkeme o zamanın parasıyla 624 milyar lira tazminata hükmetti. Davacı generallerin birçoğu Ergenekon ve Balyoz davalarında hüküm giydiklerinde Akit personeli gazete sayfasında “Artık onbaşı bile değiller” diye dalga geçti (13 Ekim 2013).
Gel zaman git zaman paçavranın genel yayın yönetmeni Hasan Karakaya, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ikram ettiği umre sırasında son nefesini verdi (31 Aralık 2015). Aşırı dozda viagra kullanımından kalp krizi geçirip geberdiği rivayet edildi. Derken, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, “en küfürbaz yazar” olarak Türk medya tarihine geçen Hasan Karakaya için taziye mesajı gönderdi, “Türk gazeteciliğinde yeri doldurulmayacak bir boşluk oluştuğu”nu belirterek, “Dik duruşundan asla taviz vermemiştir” diye iltifat etti.
Hulusi Akar, Akit yazarı Mehtap Yılmaz’ı da hastanede ziyaret ederek şeriatçı varakpareye muhabbetini tekrarladı. AKP Milletvekili Şamil Tayyar ise Mehtap Yılmaz’ı “kripto FETÖcü” ilan etti; Mehtap Yılmaz Akit’ten kovuldu.
***

“GENERALLER ERDOĞAN’IN ARKASINDA EŞŞEK GİBİ SAF TUTACAKLAR”
Hulusi Akar, TSK adına Akit’e iltifat etti muhabbet gösterdi de ne oldu? Örneğin, Hulusi Akar’ın da şikâyetçi olduğu “Onbaşı bile olamayacak kimselerin general olduğu ülke” yazısından dolayı Akit özür mü diledi? Ya da Akit, TSK’ye geleneksel kin ve nefretinden, ontolojik husumetinden vaz mı geçti? Ne gezer. Bunlar olmadığı gibi Hulusi Paşa’nın şahsında TSK’nin Tayyip Erdoğan’a biat etmesinin hatırına Akit ateşkes bile ilan etmedi. Ateşkes şöyle dursun, Akit’in haber müdürü Murat Alan, Akit TV’nin 1 Haziran 2019 tarihli yayınında, aynen şöyle konuştu:
Bugüne kadar bütün Müslümanları tutup kolundan içeri attınız bir tek FETÖ'yü içeri atmadınız. Sizin o Ergenekoncularınızın da Fethullahçılarınızın da hepsinin Silivri’de, Sincan’da burnundan getiriyoruz. O hizaya gelmeyen omzu çatal bıçak seti apoletli generalleriniz var ya, hepsi Erdoğan'ın arkasında saf tutuyor. Oynaya oynaya eşşek gibi saf tutacaklar. Bu ülkede demokrasi varsa bunu AKP iktidarı oturttu. Askeri Savunma Bakanı'nın arkasına koyuyorsa, sivillerin arkasında saf tutturuyorsa bunu AKP iktidarı oturttu.”
***

Siyasal İslam’ın sadece kendine demokrat sadece kendine Müslüman zihniyetinin ve sahte antimilitarizmin ifadesi bu sözler laik demokrat ve sol mahallede ciddiye alınmadı. Anlaşılır bir nedeni var. Sol mahallenin TSK’ye ontolojik mesafesi bir yana, Atatürkçü Kemalist mahallenin de TSK ile gönül bağı kopalı yıllar oldu. Dolayısıyla, “Erdoğan’ın arkasında eşşek gibi saf tutacaklar” sözlerine tepki, İslamcı iktidar sözcülerinin utanma belasına tepkileriyle sınırlı kaldı.
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun “Bu ifadeleri kullanan kişinin Sayın Cumhurbaşkanımızın adını ağzına alarak bu sözleri sarf etmesi talihsizliktir. Türk Silahlı Kuvvetleri erinden generaline kadar her kademedeki mensubuyla demokratik hukuk sistemi içerisinde devletimizin ve milletimizin emrinde görev yapmaktadır. Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarımıza yönelik bu tahripkâr ifadeleri en sert şekilde kınıyoruz.” dedi.
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar da yazılı açıklama yaptı. Akar, “Anayasa çerçevesinde, yasalar ve Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatları doğrultusunda, daima demokrasiye bağlı, milletinin emrinde fedakârca görev yapan Türk Silahlı Kuvvetlerinin şerefli generallerine karşı yapılan bu hadsiz, yakışıksız ve yasal sınırları aşan açıklamayı şiddetle kınıyor, yasal süreçlerin takipçisi olacağımızı kamuoyunun bilgisine saygıyla arz ediyoruz.” dedi.
Hey gidi günler hey! Çok değil on yıl öncesine kadar kim derdi ki, gün gelecek; yakın tarihte dört darbe yapmış, hükümetler düşürüp Başbakan asmış, TBMM kapatmış bir kurumun generallerine birileri “eşşek” diyecek ve yer yerinden oynamayacak. Anımsanması bile üzücü, 1966 yılında gazeteci İlhami Soysal, Genelkurmay Başkanı Cemal Tural’ı eleştirdi diye kontrgerilla elemanlarınca öldüresiye dövülmüş, öldü sanılarak Eskişehir yoluna bitişik bir tarlaya atılmıştı…
Ne mutlu ki o günler geride kaldı. Türkiye’de burjuvazinin ve nurjuvazinin güçlenmesine koşut olarak TSK siyaset mimarisinde irtifa kaybetti, bir süredir daha rahat eleştiriliyor. Yine de herkes Akit mensupları kadar pervasızca konuşma rahatlığına sahip değil. Eşşek demek eleştiri değil ama Akit haber müdürü değil de örneğin bir Cumhuriyet veya BirGün yazarı (hatta sıradan bir blog yazarı olarak ben) “Eşşek gibi saf duracaklar” deseydi neler olurdu neler. Yazılı açıklamayla kalınmaz, AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan başta olmak üzere, iktidarın tüm ileri gelenleri günlerce gazete sayfalarında ve ekranlarda demediklerini bırakmazlardı. Linç etmekle kalmazlar, Sincan’a veya Silivri’ye tıkarlardı. Eşşek yerine koyan şeriatçı yobaz olunca, yazılı açıklamayla kınanacağı günleri de görecekmişiz meğer. Gel de imrenme demokrasinin böylesine!
Dediğim gibi kınama açıklamaları biraz da utanma belasına yapıldı. Zira, TSK siyaset mimarisinde irtifa kaybetmekle kalmadı mutasyona da uğradı. Ekonomide, iç siyasette, dış politikada, hayatın her alanında karşılığını bulan çok yönlü dönüşümde TSK sözde laikliğin, Atatürk ilke ve inkılaplarının koruyucusu olmaktan çıktı, İslamcı ordu olma yolunda çok mesafe kaydetti. Batı emperyalizminin oyun alanında gerçekleşen bu dönüşümde kaydedilen mesafe Yavuz Selim Demirağ ve Emekli Albay Mustafa Önsel’in kitaplarında ayrıntısıyla anlatılıyor. Okurken dehşete kapılmamak mümkün değil. Askeri okullardan başlayarak kışlalara nasıl olup da dinci yobazların doldurulduğu ve etkili makamlara getirildiği, Türkiye’nin nasıl olup da 15 Temmuz felaketine sürüklendiği daha iyi kavranıyor. Bizim dönemimizde, yani 1970’li yıllarda Harp Okulu’nda sağ-sol, kutuplaşması vardı. Bu dönemde Harp Okulu’nda cuma namazını hangi tarikatın imamı kıldıracak kavgası yaşandığına ilişkin haberler okunuyor. Anlaşılan Akit yazarı bu dönüşümü henüz fark etmemiş, ontolojik husumetin dürtüsüyle “eşşek” yerine koymuş. Affedilir bir aymazlık değil.
***

TÜKÜRDÜĞÜNÜ YALAYAN Akit
Akit temsilcileri kendilerine çok yakışan haltın yediği herzenin tepkiyle karşılanması üzerine her defasında olduğu gibi kıvırma yoluna saptılar; “Bu sözler cezaevlerindeki Ergenekonculara, Fethullahçılara, GATA’ya başbakanın eşini sokmayan generallere yönelik” diye savunmaya çalıştılar kendilerini. Tartışma konusu herzenin sahibi personel de “Mevcut silahlı kuvvetler ve komuta kademesine yönelik bir söylem değil. Tanrı değil, ‘Allah’ımıza hamd olsun’ diyen bir TSK ile onun vatanperver subayları ile hiçbir sorunumuz olamaz!” diye açıklama yaptı. (Bu personelin Tanrı ile nasıl bir husumeti varsa!)
Oysa edilen sözün hedefi çok net. Cezaevindeki generaller isteseler de Erdoğan’ın ardında saf tutamazlar. TSK’nin geçirdiği mutasyonun farkında olmayan Akit personeli, cezaevindekilere değil, bilinçaltında süren ontolojik husumetin dürtmesiyle görev başındaki generallere yönelik böyle bir halt telaffuz etti; karşılığında mahkeme yolu gösterildi. Din kardeşleri arasında aile içi iletişim kazası olarak da görülebilir! Mahkemede kardeşçe nasıl bir çözüm bulurlar, kendileri bilir.
***

İHBARCI Akit
Aile içi iletişim kazası olsa da, benzer her olayda olduğu gibi Akit personeli kazanın faturasını başkalarına çıkarma yoluna saptı. Faturayı benim adresime de göndermişler.
Fatura, Akit’in sürmanşetinde ASIL ORDU DÜŞMANLARI BUNLAR başlığıyla kayda geçirilmiş (8 Haziran 2019). Ordu düşmanı olarak Muharrem İnce, Canan Kaftancıoğlu, Sera Kadıgil, Bekir Coşkun ve Rahmi Yıldırım’ın isimleri sıralanmış; her birinin değişik tarihlerdeki söz ve eylemleri anımsatılmış.
Bana çıkartılan faturada “SoL Dergisi yazarı Rahmi Yıldırım da “Atatürk ilke inkılaplarının yılmaz savunucusu paşalar, aslında sermaye düzeninin koruyucusu, sıradan neferleri, aktörleri ve figüranlarıdır’ ifadelerini kullanmıştı.” diye yazılmış.
Yani Akit personeli “Benim eşşek dediğime bakmayın, asıl buna bakın” demeye getiriyor.
Acı acı gülümsemekten başka bir şey gelmedi elimden. Siyasal İslam’ın dinci yobazlığın fıtratındaki karakter düşüklüğüne ve ahlaksızlığına dair o kadar çok cümle kurdum ki…
***


SERMAYENİN PAŞALARI
Doğru, ben o sözleri aynen söyledim. Tam ondört yıl önce 2005 yılının Ocak ayındaydı. Rüşvet iddialarına adları karışan generallerle ilgili “İşini bilen paşalar” ve “İş bilenin kılıç kuşananın” başlıklı iki yazı yazdım. İkinci yazıyı şu paragrafla bitirdim:
Maaşıyla yetinip üniformanın onurunu herşeyin üstünde tutanları tenzih ederek, şimdilik şu kadarını söyleyeyim; ‘Atatürk ilke ve inkılaplarının yılmaz savunucusu’ paşalar, bir tarihten beri, (diyelim, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’nin İsmet Paşa tarafından emperyalist limanlara yanaştırılmasından beri), aslında sermaye düzeninin koruyucusu, sıradan neferleri, aktörleri ve figüranlarıdırlar. Bu yüzden, sermaye düzeninin aktif birer aktörü, figüranı ve koruyucusu olarak nasıl davranmaları gerekiyorsa öyle davranıyorlar. Ve söylemeye hatırlatmaya dilim varmıyor, ABD yöneticileri kendilerine ‘our boys’ diyorlar.”
Bu yazılar üzerine dönemin Genkur Başkanları Hilmi Özkök ve İlker Başbuğ, “‘Atatürk ilke ve inkılaplarının yılmaz savunucusu’ paşalar, bir tarihten beri, (diyelim, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’nin İsmet Paşa tarafından emperyalist limanlara yanaştırılmasından beri), aslında sermaye düzeninin koruyucusu, sıradan neferleri, aktörleri ve figüranlarıdırlar.” ifadesine dava açtılar.
Yani yazıların tamamını değil, cümlenin bile tamamını değil, cümlenin bir bölümünü şikâyet ettiler; meşhur 301’inci maddeden yargılandım. Duruşmalarda sosyalist devrimci asker ve gazeteci kimliğimle sözlerimin arkasında durdum; TSK’nin geçirdiği dönüşümü vurgulayarak, Cumhuriyet Ordusu / NATO Ordusu, Cumhuriyet Paşaları / NATO Paşaları, Holding Paşaları kavramları etrafında daha ağır eleştirilerde bulundum. Mahkeme berat kararı verdi. 301 davalarındaki ilk berat kararıydı. Mahkemedeki savunma SERMAYENİN PAŞALARI adıyla 318 sayfalık kitaba dönüştü.
O yıllarda Hrant Dink, Orhan Pamuk ve Elif Şafak da 301’den yargılanıyorlar, Batı’dan sert eleştiriler geliyordu. Dönemin Başbakanı Erdoğan, ekranlarda adımı zikrederek hakkımdaki berat kararıyla eleştirileri göğüslemeye çalışıyordu. Demem o ki, “Ey paşalar, benim eşşek dediğime bakmayın, asıl buna bakın” demeye getiren ahlak yoksunu Akit personeli hedef gösterdiğiyle, ihbar ettiğiyle kalır. Bu ihbarından namertliğinden kendi haltını hafifletecek, beni okka altına sokacak hukuki bir sonuç çıkmaz.
Bu vesileyle anımsatayım, sadece Hilmi Özkök ve İlker Başbuğ’un şikâyetiyle yargılanmadım. 12 Eylül faşizmi döneminde darbeci Genelkurmay ve Devlet Başkanı Kenan Evren, kalbi emekçiyle birlikte solda atan biz genç askerleri işkencecilere teslim etti; “Onlara hain demeyi bile az bulurum” diyerek hedef gösterdi. Sıkıyönetim mahkemesindeki duruşmalarda, işkencenin aşağılamanın onura saldırının simgesi olarak zorla giydirilmiş tektip elbiseleri yırtıp attık. Sıkıyönetim mahkemesi bizleri mahkûm edemedi. Berat ettiğimiz gibi, haksız tutuklamaya tazminat davaları da lehimize sonuçlandı.
Ettiği sözün arkasında duramayan, korkak, namert ve muhbir Akit personeline bir de güncel bilgi vereyim. Yine yargılanacağım. Hakkımdaki davanın bu defaki tarafı, “mağdur” sıfatıyla Hulusi Akar. Yani, eski Genelkurmay Başkanı, halen Milli Savunma Bakanı E. Org. Hulusi Akar. “GenelkurmayBaşkanı İçin Çok Üzülüyorum” başlıklı yazımda Hulusi Akar’a hakaret etmekle suçlanıyorum. İki yıl dört aya kadar hapsim isteniyor.
Ne tesadüf! Aynı Hulusi Akar, “O hizaya gelmeyen omzu çatal bıçak seti apoletli generallerin hepsi Erdoğan'ın arkasında saf tutuyor. Oynaya oynaya eşşek gibi saf tutacaklar.” diyen Akit personeli için de suç duyurusunda bulundu.
Suç duyurusu sonuçlanır da son soruşturma açılırsa ilginç bir dava olacağı kuşkusuz. Bakalım, “Onbaşı bile olamayacak kimselerin general olduğu ülke” yazısına tam kadro dava açıldığı gibi bu defa da generallerin tümü davacı olacaklar mı?
Bakalım AK-it yazarı da tükürdüğünü yalamak, kıvırmak ve ihbar edip hedef göstermekten vazgeçip sözünün arkasında duracak mı?
***

Yazıyı noktalarken düşünmeden edemedim. Biz sosyalistlerin devlete ve orduya ilişkin görüşümüz bellidir: Mülk sahibi egemen sınıfın baskı, zor, hegemonya ve sömürü aygıtı. Bu görüşümüzü hep sosyoloji ve siyaset biliminin terimleriyle ifade ettik, özellikle hayvanları araçsallaştırıp hakaret etmedik. 15 Temmuz’da derdest edilen paşalara denildiği gibi dere geçilirken değiştirilmeyen at demekten veya Akit personelinin yaptığı gibi eşşek yerine koymaktan imtina ettik. Buna karşılık devlet ve ordu, biz sosyalistleri işkencelerden geçirdi, hapislerde çürüttü, yargılı yargısız infazlarda katletti; bizlere yaşam hakkı tanımazken, sola bariyer olsun diye siyasal İslam’a yol verdi, kol kanat gerdi. Siyasal İslam’a yol verdi kol kanat gerdi de ne oldu? Zaten darbelerle yaralı ülke 15 Temmuz felaketine sürüklendi, o felaket “Allah’ın lütfu” sayılıp başka bir felaketle ikame edildi. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin AK Silahlı Kuvvetler’e evrilmesi ve Tayyip Erdoğan’ın şahsında cisimleşen “sivil” otoritenin emrine girmesiyle ülke demokratikleşmedi. “Kolla gözet yetimi” diye başlayan bir halk deyişi vardır. Akit personelinin “eşşek” yerine koyması biraz da bu halk deyişini anımsatıyor. Yine de “müstehaklar” demek gelmez içimizden; “maaşıyla yetinen ve üniformanın onurunu her şeyin üstünde tutan cumhuriyet ve demokrasi askerlerini” tenzih ederiz.