Bir emekli asker grubundaki tartışmada denildi ki, “Kürtler emperyalizmin kucağında!”
Buna karşılık, “Peki Türkler emperyalizmin neresinde?” diye soruldu.
Bu soruya şöyle yanıt verildi: “RTE ve arkadaşları yüzünden o da kucakta!”
Oysa meselenin ucu çok daha derinde, RTE ve arkadaşlarından çok önce. RTE ve arkadaşları Amerikan kucağını hazır buldular, oturmakta hiç duraksamadılar. Öyle ki, RTE, Büyük Ortadoğu Projesi BOP’un eşbaşkanı olmakla övündü; “CHP’nin ABD karşıtı olması talihsizlik” diye yakınabildi.***
Benim kuşağımın çocukluğu gençliği Soğuk Savaş döneminde geçti. Sovyetler Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti öncülüğündeki sosyalist blok ile ABD liderliğindeki kapitalist blok arasında Soğuk Savaş döneminde yani.
Türkiye Soğuk Savaş’ta kapitalist blokun ileri karakolu idi. Öyle ki, devletin en mahrem örgütleri MİT ve Özel Harp Dairesi personelinin maaşları bile bir ara ABD tarafından ödeniyordu. 1960 darbesinden hemen sonra ordudan atılan 235 general ve 4 bin 171 subayın emeklilik ikramiyeleri ve maaşları ABD tarafından karşılanmıştı. Bu operasyonun ardından orduda sadece 20 general kalmıştı. O generallerden sonradan Çankaya Köşkü’ne sıçrayan Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay “Donumuza kadar her şeyi Amerika veriyor, daha ne istiyoruz?” diyordu?
Dönem antikomünizm dönemiydi; komünistlik “Rus uşaklığı” diye karalanıyordu.
“Tam bağımsız Türkiye” hayaliyle yola çıkan komünist gençleri, Deniz, İbo, Çayan ve yoldaşlarını “Rus uşağı” diye karalayarak katlettiler.
Tam bağımsızlıkçı solcu gençler katledilirken, sağcılar, milliyetçiler, İslamcılar Amerikancıydılar. Amerikan emperyalizmini protesto eden komünist gençlere saldırırken, kıbleyi Altıncı Filo’ya doğrultup hacet namazı kılarlardı. Memleketin komünist işgal tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu savunurlar, “Ne yani, Amerika’nın kucağından inip Rusya’nın kucağına mı oturalım?” diye propaganda yaparlardı.
Kuleli Askeri Lisesi Okul Komutanı Doğan Günçan da bizlere antikomünist nutuk atarken Amerikan kucağında oturmanın keyfiyle “Bizim de Amerikamız var” derdi.
Demirel hükümetinin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil, ABD icazetli 12 Mart darbesiyle devrildiklerinde “CIA altımızı oymuş” diye yakınmıştı.
12 Eylül 1980 darbesini yapan generaller de ABD yönetimi tarafından, “Bizim çocuklar!” diye sahiplenilmişti.
Bugün de BOP'un neresinde olduğumuz malum!
***
Söz uzamasın.
Bugün ergen hamasetiyle ve kibriyle “Kürtler Amerika’nın kucağında” diyen Türkler, Kürtlere laf etmeden önce dönüp kendilerine bakmalıdırlar.
“Ama Irak’ta Suriye’de Kürtler Amerika’ya üs verdiler, Amerikan silahlarıyla donandılar.”
Peki Türkiye’deki Amerikan üsleri, TSK’nin envanterindeki Amerikan silahları?...
Kuleli’den Kara Harp Okulu’na gittiğimizde, 1974 yılında ilk Menteş kampında belimize taktığımız tahkim edevatının üzerinde Made-in USA yazıyordu. Aynı yıl, ABD Özel Harp Dairesi’nin ödeneğini kesmişti. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, ÖHD Başkanı Kemal Yamak’ın kendisinden para istemesiyle böyle bir dairenin varlığını öğrenmişti. (Ayrıntılı bilgi için: Kemal YAMAK, Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler, Doğan Kitapçılık)
***
Kardeş halklar Türkler ve Kürtler,
Amerikan kucağı konusunda birbirlerine söyleyecekleri laf yok.
İnsaf ile söylemeli ki, kabahatin büyüğü Türkler’de.
Kardeşlerin ortaklaşa işledikleri kabahatin büyük payı “büyük” kardeşe düşer değil mi?
“Büyük” kardeş “küçük” kardeşi hırpalar, sürekli dayaktan geçirir, hatta “Sen Kürt değilsin, dağ Türküsün, kart kurtsun” diye yok sayıp aşağılarsa, hatta bir ara ana dilini bile yasaklarsa, onca dayaktan ve aşağılanmaktan yılan “küçük” kardeş ne yapar? Abisinden ne gördüyse onu yapar, küresel mahallenin kabadayısına sığınır.
Soruna biraz da böyle bakmakta yarar var.
Emperyalizmin ileri karakolu olmak, ABD veya başka bir emperyalist mihrakın ipine sarılmak Türklere Kürtlere ne kazandırıyor ya da kaybettiriyor? Bu da ayrıca sorgulanmalı.
Tam bağımsız ve demokratik Türkiye yolunda katledilen Deniz, İbo, Çayan ve yoldaşlarına selam olsun!