18 Mayıs 2025 Pazar

EMPERYALİZMİN KUCAĞINA OTURMAK

Bir emekli asker grubundaki tartışmada denildi ki, “Kürtler emperyalizmin kucağında!

Buna karşılık, “Peki Türkler emperyalizmin neresinde?” diye soruldu.

Bu soruya şöyle yanıt verildi: “RTE ve arkadaşları yüzünden o da kucakta!”

Oysa meselenin ucu çok daha derinde, RTE ve arkadaşlarından çok önce. RTE ve arkadaşları Amerikan kucağını hazır buldular, oturmakta hiç duraksamadılar. Öyle ki, RTE, Büyük Ortadoğu Projesi BOP’un eşbaşkanı olmakla övündü; “CHP’nin ABD karşıtı olması talihsizlik” diye yakınabildi.

***

Benim kuşağımın çocukluğu gençliği Soğuk Savaş döneminde geçti. Sovyetler Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti öncülüğündeki sosyalist blok ile ABD liderliğindeki kapitalist blok arasında Soğuk Savaş döneminde yani.

Türkiye Soğuk Savaş’ta kapitalist blokun ileri karakolu idi. Öyle ki, devletin en mahrem örgütleri MİT ve Özel Harp Dairesi personelinin maaşları bile bir ara ABD tarafından ödeniyordu. 1960 darbesinden hemen sonra ordudan atılan 235 general ve 4 bin 171 subayın emeklilik ikramiyeleri ve maaşları ABD tarafından karşılanmıştı. Bu operasyonun ardından orduda sadece 20 general kalmıştı. O generallerden sonradan Çankaya Köşkü’ne sıçrayan Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay “Donumuza kadar her şeyi Amerika veriyor, daha ne istiyoruz?” diyordu?

Dönem antikomünizm dönemiydi; komünistlik “Rus uşaklığı” diye karalanıyordu.

Tam bağımsız Türkiye” hayaliyle yola çıkan komünist gençleri, Deniz, İbo, Çayan ve yoldaşlarını “Rus uşağı” diye karalayarak katlettiler. 

Tam bağımsızlıkçı solcu gençler katledilirken, sağcılar, milliyetçiler, İslamcılar Amerikancıydılar. Amerikan emperyalizmini protesto eden komünist gençlere saldırırken, kıbleyi Altıncı Filo’ya doğrultup hacet namazı kılarlardı. Memleketin komünist işgal tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu savunurlar, “Ne yani, Amerika’nın kucağından inip Rusya’nın kucağına mı oturalım?” diye propaganda yaparlardı.

Kuleli Askeri Lisesi Okul Komutanı Doğan Günçan da bizlere antikomünist nutuk atarken Amerikan kucağında oturmanın keyfiyle “Bizim de Amerikamız var” derdi.

Demirel hükümetinin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil, ABD icazetli 12 Mart darbesiyle devrildiklerinde “CIA altımızı oymuş” diye yakınmıştı.

12 Eylül 1980 darbesini yapan generaller de ABD yönetimi tarafından, “Bizim çocuklar!” diye sahiplenilmişti.

Bugün de BOP'un neresinde olduğumuz malum!

***

Söz uzamasın.

Bugün ergen hamasetiyle ve kibriyle “Kürtler Amerika’nın kucağında” diyen Türkler, Kürtlere laf etmeden önce dönüp kendilerine bakmalıdırlar.

Ama Irak’ta Suriye’de Kürtler Amerika’ya üs verdiler, Amerikan silahlarıyla donandılar.

Peki Türkiye’deki Amerikan üsleri, TSK’nin envanterindeki Amerikan silahları?...

Kuleli’den Kara Harp Okulu’na gittiğimizde, 1974 yılında ilk Menteş kampında belimize taktığımız tahkim edevatının üzerinde Made-in USA yazıyordu. Aynı yıl, ABD Özel Harp Dairesi’nin ödeneğini kesmişti. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, ÖHD Başkanı Kemal Yamak’ın kendisinden para istemesiyle böyle bir dairenin varlığını öğrenmişti. (Ayrıntılı bilgi için: Kemal YAMAK, Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler, Doğan Kitapçılık)

***

Kardeş halklar Türkler ve Kürtler,

Amerikan kucağı konusunda birbirlerine söyleyecekleri laf yok.

İnsaf ile söylemeli ki, kabahatin büyüğü Türkler’de.

Kardeşlerin ortaklaşa  işledikleri kabahatin büyük payı “büyük” kardeşe düşer değil mi?

“Büyük” kardeş “küçük” kardeşi hırpalar, sürekli dayaktan geçirir, hatta “Sen Kürt değilsin, dağ Türküsün, kart kurtsun” diye yok sayıp aşağılarsa, hatta bir ara ana dilini bile yasaklarsa, onca dayaktan ve aşağılanmaktan yılan “küçük” kardeş ne yapar? Abisinden ne gördüyse onu yapar, küresel mahallenin kabadayısına sığınır.

Soruna biraz da böyle bakmakta yarar var.

Emperyalizmin ileri karakolu olmak, ABD veya başka bir emperyalist mihrakın ipine sarılmak Türklere Kürtlere ne kazandırıyor ya da kaybettiriyor? Bu da ayrıca sorgulanmalı.

Tam bağımsız ve demokratik Türkiye yolunda katledilen Deniz, İbo, Çayan ve yoldaşlarına selam olsun!


15 Mayıs 2025 Perşembe

TRAJEDİ HEP BİZE Mİ?

Karl Marks’ın ünlü eseri Louis Bonaparte’ın 18. Brumaire’i şu tümceyle başlar:

Hegel, bir yerde, şöyle bir gözlemde bulunur: Bütün tarihsel büyük olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir. Hegel eklemeyi unutmuş; ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak.”

Hegel ve Marks, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en kanlı sayfalarına yazılan Kürt sorununu bilseler, böyle bir tümce kurmazlardı sanırım. Kürt sorununu bilseler eminim ki, böyle bir gözlemde yanıldıklarını kabul ederlerdi. Kabul etmekle kalmazlar, hem kaçıncı kez tekrarına şaşarlar hem de her defasında trajedi olarak tekrarına gözyaşı dökerlerdi.

Son kırk yılda bu kaçıncı tekrardır! Dağdan İndirme, Eve Dönüş, Topluma Kazandırma, Açılım, Ateşkes, Oslo Süreci, Dolmabahçe Mutabakatı, Barış ve Çözüm Süreci... Her defasında kanlı provokasyonlarla kesintiye uğradı.

Şimdi “Terörsüz Türkiye”, “İmralı Süreci” diye adlandırılan bir pazarlık süreci.

Aynı aktörler aynı pazarlıklar. Ülkeye demokrasiyi çok gören ırkçı ümmetçi faşist iktidar ortaklarından süreci barışla sonuçlandırmalarını beklemenin olmayacak duaya amin demekten farkı yok.

On iki yıl önce de bir süreç başlatılmıştı. Sol görüşlü olduğumuz için Türk Silahlı Kuvvetleri’nden atılıp işkenceden geçirilen askerler olarak, o dönemde sürece ilişkin görüşümüzü aşağıdaki bildiri ile açıklamıştık.

Okunması dileğiyle saygılar.


KALICI BARIŞ VE ÇÖZÜM İSTİYORUZ

17 Mart 2013

Bizler, ölmek ve öldürmek üzere eğitilmiş, 

Yaşamaya ve yaşatmaya öncelik verdiğimiz için 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbecileri tarafından işkenceden geçirilip işsizler ordusu saflarına atılmış askerler,

Askeri Darbelerin Asker Muhalifleri (ADAM) olarak,

Ülkemizde 30 yılda 40 bin insanımızın “şehit” olarak ya da “ölü ele geçirilerek” toprağa düştüğü sorunun çözümü için Tayyip Erdoğan hükümeti ile Abdullah Öcalan arasında başlayan müzakereleri önemsiyoruz.

Çünkü müzakereler sadece görüşmecilerin sorunu değil, 780 bin kilometrekarelik ortak vatandaki tüm bireylerin, hatta sınırlarımız dışındaki soydaş ve kardeş halkların da sorunudur. Dolayısıyla savaşın vahşetini ve bedelini doğrudan veya dolaylı olarak paylaşan, kalıcı çözüm için silahların bırakılmasını yeterli görmeyen herkesin sürece müdahil olma, fikir üretme hakkı ve sorumluluğu vardır. 

Bizler kalbimiz emekçiler ve ezilenlerle birlikte solda attığı için darbeciler tarafından Türk Silahlı Kuvvetleri’nden çıkarılmasak, hiç kuşkusuz “şehit” olmak ya da “ölü ele geçirmek” gibi bir acıyı yaşamak zorunda kalacaktık. Çocukluğumuzu gençliğimizi birlikte yaşadığımız binlerce meslektaşımızı bu savaşta sonsuzluğa uğurladık. Arkadaşlarımız, “ölü ele geçirdikleri” insanlarla çatışmasız ortamda bir çoban çeşmesi başında karşılaşsalar birbirlerinin avı ve avcısı olmak yerine kardeş sofrasını paylaşırlardı.  

Yok saymaya, asimilasyona, şiddete, öldürmeye odaklı politikalar halklarımıza çok acılar çektirdi. İnkâr, asimilasyon, “vur kurtul” zihniyetinden müzakere noktasına gelinmesi, kalıcı barışın sağlanmasında ve ülkemizin demokratikleşmesi sürecinde elbette önemlidir.

Geçmiş deneyimlerin eseri kaygılarımıza karşın umuyoruz ki, görüşmeler müzakere sürecinin tarafları konumundaki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile PKK lideri Abdullah Öcalan’ın kişisel siyasal beklentilerinin ipoteğinde değildir.

Küresel ve yerli sermayedar sınıfların hükümranlığında kalıcı demokratik çözümün sağlanamayacağını bilmekle birlikte umuyoruz ki, müzakereleri yürütenler, silahların bırakılması, kaybedeni olmayan barışın gerçekleştirilmesi, hangi kimlik ve inançta olursa olsun herkesin özgür ve eşit yurttaşlar olarak haklarına kavuşmasıyla kalıcı çözümün sağlanacağı bilinciyle görüşmektedirler. 

Tarafların geçmişteki görüşme süreçlerinde sergiledikleri tutarsızlıkların eseri kaygılarımıza karşın umuyoruz ki, müzakereleri yürütenler temel hakların pazarlık konusu olamayacağını kabul eden ahlaki, vicdani, siyasi duyarlığa sahiptirler.

Umuyoruz ki, müzakereleri yürütenler, sürecin kesintiye uğraması durumunda ülkemizin yeniden daha da kanlı bir anafora sürükleneceğinin bilincindedirler.

Bu noktada vurgulamak istiyoruz ki, barış, sadece iki kişi arasında gizli pazarlıklarla sağlanamaz. Geçmişte defalarca yaşandığı gibi gizli kapaklı müzakere süreci provokasyonlara, Kürtlerle Türklerin çatışmasından yarar uman küresel ve bölgesel güçlerin aleyhte etkilerine açıktır. Savaştan yana olanların tecrit edilmediği, barıştan yana olanların katılım ve desteğinin sağlanmadığı müzakere sürecinin başarı şansı yok denecek kadar azdır. Görüşmeler kişiye odaklı “İmralı süreci” olmak yerine tüm barış güçlerinin katıldıkları çözüm süreci olmalıdır. Gerçekten kalıcı, onurlu bir çözüm için görüşüyorlarsa hükümet ve örgüt, müzakere sürecini saydamlaştırmak, barış yanlısı tüm kişi ve kuruluşları sürece katmanın koşullarını hazırlamak zorundadırlar.

Görüşmelerin gizli kapaklı yürütülmesinde ısrar, kalıcı barış ve demokratik çözüm yerine, örgüt liderleri ile hükümet yetkililerinin kişisel ve siyasal beklentilerini gerçekleştirmek için pazarlık ettikleri iddialarını güçlendirecektir. Görüşmelerin kalıcı barış ve çözüm süreci olmak yerine kısa vadeli çıkar güdüsüyle pazarlığa dönüştürülmesi, hiç kuşkusuz, pazarlığın tıkandığı noktada yine silahların konuşturulması tehlikesini beraberinde taşımaktadır. 

On yıllardır süren savaşın hemen bitirilemeyeceğinin farkındayız. Barıştan, özgürlüklerden ve demokratikleşmeden yana bireyler ve örgütler sürece ağırlık koymadıklarında, bu defa da elleri tetikte olanların iradesi galip geldiğinde neler olacağının bilincindeyiz.

Müzakere süreci ezilen tüm halkların özgürleşme süreci olarak kavranmalıdır. 

Müzakere süreci, kardeş halkların birbirleri karşısında kazanacakları bir zaferin veya uğrayacakları bir yenilginin olamayacağı bilinciyle ilerletilmelidir. 

Kalıcı çözüme ırkçı-milliyetçi günahlardan arınmakla, halklar ve azınlıklar arasında hiyerarşi ve üstünlük yerine eşitlikle, ülkenin topyekûn demokratikleşmesiyle ulaşılabilecektir. 

ADAM-DER olarak, barış ve özgürlük isteyen emekçi sınıflar ve halklarımızın safındayız. Ortak vatanda, eşit yurttaşlık çatısı altında, herkesin kendi kimliği, dili, kültürü ve inancıyla özgürce yaşayacağı, birbirlerine üstünlük kurmayacağı, ortak evin nimetlerinin hakça paylaşılacağı demokratik ülke mücadelemizi sürdüreceğiz, bu yolda atılacak adımlara destek vereceğiz.

Saygılarımızla.


Askeri Darbelerin Asker Muhalifleri Derneği

ADAM-DER Yönetim Kurulu