EN İYİ VATANSEVERDEN EN İYİ MÜSLÜMAN'A
Ankara’nın merkezi semti
Kızılay, metronun da merkezi.
Batılı ülkelerde kullanıma
girdikten 150 yıl sonra hizmete girebilmiş Ankara Metrosu’nun Kızılay durağında
cami de var.
Metro’daki Şeyh Şamil Camii’nde
günün her saatinde ibadet edene rastlamak mümkün. Camideki ibadete en geniş
katılım Cuma namazında sağlanıyor. Bu da normal.
Bütün camilerde olduğu gibi Şeyh
Şamil Camii’nde de Cuma namazı için iç mekân yetmiyor. Neredeyse bütün
koridorlar dizüstü çökmüş, secdeye varmaya hazır insan kalabalığıyla dolu.
Bu noktada kıblenin tutturulup
tutturulamadığından, hijyenden, kesif ayak kokusundan filan söz etmek anlamsız.
Şeyh Şamil Camii’nin bir
özelliği de, ışıklı panosunda her gün bir ayetin veya hadisin tebliğ edilmesi.
Geçenlerde aklımda kaldığı kadarıyla şöyle bir hadis yazılıydı kırmıza renkli
akan harflerle:
“En iyi Müslüman işini en iyi
yapandır!”
Doğrusu çok bir şey ifade etmedi
bana. Bir kimsenin işini olabildiğince iyi yapması için peygamber nasihatine
gerek olmadığını düşündüm. O andan itibaren ışıklı pano zihnimden silindi.
Ne ki tam silinmemiş. Aradan iki
gün geçmişti; Atatürkçülüğünden Kemalistliğinden asla şüphe edilmeyecek
taşfırın Kemalist bir derneğe yolum düştü. Dernek binasının koridorunda K. Atatürk imzalı bir özdeyiş yazılı
idi:
“En iyi vatansever işini en iyi
yapandır.”
Moda deyişle, ancak bu kadar
pişti olur.
İşini en iyi yapmak için
Muhammed’in veya K. Atatürk’ün
nasihati şart olmasa gerek. Kendini bilen insan zaten işini en iyi yapmalıdır
değil mi!
Her neyse. Türkiye, hemen her
konuda en iyinin en doğrunun ne olduğu konusunda Atatürk’ten alıntılarla
nasihat bombardımanına tutulmaktan çok yoruldu. Bunun toplum mühendisliği ve
jakobenlik olduğu, toplumun bu gibi devlet zoruyla destekli yönlendirmelerle at
gözlüğü takmaya zorlanmasının demokrasiyle bağdaşmayacağı konusunda çok fikir
üretildi. Hayli de etkili oldu ki, artık Atatürk’ten alıntılara pek rağbet
edilmiyor.
İyi mi oldu diye sorulursa, ileriye
yönelik olumlu bir değişim olmadığı meydanda.
Atatürk’ten özdeyişlerin yerini
çok daha yoğun bir ağırlık ve karşı konulmazlıkla hadisler aldı. Yani 80 yıl
önce sarf edilmiş sahih cümlelerin yerini 1400 yıl önce söylendiği rivayet
edilen, gerçekten söylenip söylenmediği belli olmayan hadisler.
1920'lerin 30’ların referansıyla
Türkiye’nin ileriye gitmesinin, özgürlükçü bir rotaya girmesinin mümkün
olmayacağı son 30 yıldır söylenegeldi.
Söylenenler çoğunca isabetliydi de. Söylenenler doğru olmasına
doğruydu da, 80 yıl öncesinin referanslarını 1400 yıl önce söylendiği rivayet
olunan özdeyişlerle ikame etmek; diğer bir deyişle, ideolojik politik sosyal
haritada Atatürk adını kazıyıp yerine Muhammed yazmak, Atatürk’ü Muhammed ile
aşmak pek de akla uygun ve bilimsel değildi. Muhammed’i dillerinden düşürmeyen
siyaset esnafının gırtlağa dek battığı yolsuzluk ve hırsızlıklar ayrıca işaret
edilmeye değer.
Belki kimileri incinecek ama
okullarda günde bir kere okunan, Atatürk’ün anıldığı andı kaldırırken günde beş
vakit bangır bangır Muhammed’i zikretmek ne kadar demokratik?
Fikri hür, irfanı hür, vicdanı
hür bireyler olarak, eşit yurttaşlık bilinciyle, düşünce, ifade, inanç ve
inançsızlık özgürlüğü çerçevesinde, tüyleri diken diken kabartmadan tartışmaya
değmez mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder