Fatih Altaylı, 22 Haziran 2025’ten bu yana Silivri Cezaevi’nde mahpus.
Bir YouTube yayınında demiş ki: “Erdoğan ömür boyu Cumhurbaşkanlığına devam etsin mi? Halkın yüzde 70’i buna karşıymış. Bu oran şaşırtıcı değil. Çünkü şu anda AKP seçmeninin önemli bir bölümü ve MHP’li seçmenin bir kısmı dışında böyle diyen kimse yok. Türk halkı sandığı sever, gücün kendisinde olmasını ister. Yani babasını seçse oraya, babasını değiştirme ihtimalini elinde tutmaktan hoşlanır.”
Sonra bu yorumunu güçlendirmek için sözü Osmanlı padişahlarına getirmiş Fatih: “Bu milletin yakın geçmişinden söz etmiyorum uzak geçmişine bak. Bu millet, padişahını boğmuş. Hoşuna gitmediği zaman padişahını yuhlamış bir millet. Az buz değildir öldürülen suikasta kurban giden Osmanlı Padişahı.”
Sen misin böyle konuşan? Mahkeme, Cumhurbaşkanı’nı tehdit suçlamasıyla Fatih Altaylı’ya 4 yıl 2 ay hapis cezası verdi ve tutukluluk halinin devamına hükmetti.
***
Olayın hukuki değerlendirmesi ne olursa olsun, Fatih Altaylı’nın suç işlediği kanaatinde değilim. Fatih Altaylı kim ki, kolordu gücünde bir muhafız birliği tarafından korunan, konuttan çıktığında bir tabur asker ve polisin refakat ettiği Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı tehdit etsin. Tehdit etse kaç yazar? Ama mahkeme öyle düşünmemiş, basmış cezayı. Zaten Türkiye epeydir, hukuk devleti değil, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın deyişiyle “yargı devleti.” Suçlamalar, yargılamalar, cezalandırmalar, iktidar bendesi olup olmamaya göre değişiyor. Fatih Altaylı da, sözcüğün gerçek anlamıyla eleştirel gazetecilerin yanı sıra, son yıllarda CHP ve Ekrem İmamoğlu’na yakın durmasının bedelini ödüyor.
Oysa, Fatih Altaylı sözcüğün gerçek anlamıyla eleştirel muhalif bir gazeteci değil. “Devşirmeler Dönekler / Türk Medyasından Portreler” adlı kitabımda ayrıntılı bir Fatih Altaylı portresi çizmiştim. Özetle, “adı hep maçoluk, saldırganlık, küfür, hakaret, cehalet, patron tetikçiliği ve ajanlıkla anılan bir gazeteci!”
Erdoğan iktidara gelmeden önce, içinde yer aldığı medya grubu dolayımıyla Fatih, Erdoğan karşıtı. Ama Erdoğan iktidara geldikten sonra, Erdoğan’ı Nobel Barış ödülüne aday gösterecek kadar iktidar yanlısı. Öyle ki, Gezi Direnişi günlerinde Erdoğan ilk olarak Fatih’in Teketek programına katıldı; Fatih, programın ardından (sureti haktan görünmek kamuflajıyla) “Erdoğan’a secde bile ederim” diye yazdı.
Çok yakın tarihe kadar Fatih, hep AKP iktidarına yakın durdu. Sonra (arada ne olduysa gerçekten bilmiyorum) Fatih, CHP ve Ekrem İmamoğlu’na yanaştı. Hesap hatası mıdır, başka bir şeyler mi oldu; Fatih Altaylı Silivri Cezaevi’ni boyladı.
***
Hep denir ya, düşmanıma bile dilemem. Hiç sempatim olmasa da, Fatih Altaylı’nın Silivri’de mahpus tutulmasına isyan duygusuyla doluyum. Silivri’ye kapatıldıktan sonra yazdığı ilk mektuptaki ruh halini iliklerime değin hissettim.Sonra “hükmen tutukluluk halinin devamına” ifadesiyle biten son duruşmadaki karara tepkisi. Elindeki dosyaları kâğıtları fırlatarak isyan etmiş. Öylesine tanıdık bir isyan ki!
Sonra, geçmişteki bir Teketek’te Fatih Altaylı’nın Levent Kırca ile diyalogları:
Levent Kırca: Silivri’deki gazeteci arkadaşların için bir kere olsun oraya gitmek aklına gelmedi mi?
Fatih Altaylı: Hayır!
Levent Kırca: Hiç gitmeyecek misin?
Fatih Altaylı: Hayır! Mecbur muyum cezaevine gitmeye?
Diyaloglar böyleydi. Geçmişte Silivri’deki gazeteci meslektaşlarını ziyaret etmeyi aklına bile getirmeyen Fatih Altaylı şimdi Silivri Cezaevi’nde.
***
Yaralı kuşa kurşun atılmaz. Kültürümüzde böyle denir. Şimdi yazacaklarım yaralı kuşa kurşun atmak sayılmasın. Fatih Altaylı’yı iç hesaplaşmaya çağırmak olsun.
Mahpusluk zor zanaattır; insanın kendisini yenilemesi, yeniden üretmesi için de bir fırsattır. Tabii ki fırsatı değerlendirmesini bilen için.
Fatih, mahpusluk günlerini iç hesaplaşma fırsatına çevirir mi?
Örneğin, Asil Nadir’in temsilcisi, daha doğrusu fedaisi olarak, gazetenin Ankara bürosunda aylardır maaş alamadıkları için direnen gazetecilerin karşısına çıktı. Henüz 26 yaşındaydı. “Belinde çifte tabanca taşıyordu. Gazetecileri silahla tehdit etti, yönetime el koydu. Maaş falan önemli değildi. Derhal çalışmaya başlamaları gerekiyordu. Patron böyle istemişti. Eli tabancaların üzerinde geziniyordu. Gazetecileri kovmaya yeltendi, başaramadı. Arkasını dönüp gitti.” (Anlatan Emin Çölaşan, Hürriyet, 9 Nisan 2004)
Fatih’in hatırlaması gereken o kadar çok günahı var ki. Özellikle, maçoluk ve cinsiyetçilik üzerine:
Radyo D günlerinde “Bâbıâli Yokuşu” adlı programda, derslere alınmamalarını protesto eden başörtülü öğrencilere “fahişeler” diye hakaret etmişti.
Yine Radyo D’deki programında, 2002 yılı Nisan ayında Köln’de bir konferansta kadına yönelik devlet kaynaklı cinsel şiddeti anlatan Avukat Eren Keskin’i kast ederek, “Bu kadını ilk gördüğüm yerde cinsel tacizde bulunmazsam namerdim” demişti.
Fatih’in tecavüz takıntısı, Irak’ta 1 milyon dolayında kadının tecavüze uğradığı ABD işgali öncesinde bir kez daha nüksetmişti. ABD’nin işgal harekâtına Türkiye’nin niçin ortak olması gerektiğini savunurken şöyle yazmıştı: “Türkiye’nin tavrı, ‘tecavüz kaçınılmazsa yapılması gere¬ken’ olarak özetlenebilir. Zevk almaya çalışmıyoruz, ama en azından ‘canı-mızı kurtarmaya’ gayret ediyoruz.” (Hürriyet, 1 Mart 2003).
Google veya başka bir arama motoruna Fatih Altaylı taciz tecavüz sözcükleri yazılsa, cinsellik ve tecavüz takıntılı başka vukuatları da çıkar herhalde.
Peki neden tecavüz takıntılı?
Gazeteci Nuriye Akman, bir söyleşisinde dolaylı olarak sormuştu:
N.A: Fatihçiğim, 0–6 yaş, kişiliğimizin temelinin oluştuğu bir dönem. Sen kendi tahlilini yap, böyle “savaşçı” olmanda çocukluğundan kalan ne var?
F.A.: Kapıcımız tecavüz etti! (Kahkahalar)
N.A.: Yok canım daha neler! (Zaman, 11 Ağustos 2002)
***
Fatih Altaylı Silivri günlerinde iç hesaplaşmasını yapar mı yapmaz mı, bilemem. Bitirirken aklıma geldi. Sözlerinden dolayı hapis cezasına çarptırılmasına, iktidar karşıtı diye etiketlenen medyadaki iki elin on parmağını bile bulmayan sayıda gazeteci dışında kimse tepki göstermedi. Peki ya Teketek’teki program ortakları. Murat Bardakçı, Erhan Afyoncu, İlber Ortaylı, Cüppeli Şarlatan... İnsan iki kelime olsun bir şeyler yazar değil mi?
Murat Bardakçı büyükelçilik mi bekliyor? Ondan mı suskun?
İlber Ortaylı, suya sabuna dokunmama ataletinde mi?
Erhan Afyoncu, Milli Savunma Üniversitesi Rektörü olmanın sessizliğinde mi?
Fatih Altaylı Silivri günlerinde bu sessizlikleri de değerlendiriyordur sanırım.
Ne diyeyim? Aramıza hoş geldin mi Fatih Altaylı?