SEYAHATNAME-İ RAHMİ ÇELEBİ
GÜZEL SAN FRANCİSCO
Yazının başlığına bakıp, kırk
yılın sosyalisti seyyahınızın finans kapitalin başkentine kaside düzdüğünü
düşünebilirsiniz. Haklısınız. Yazıyı sonuna kadar okumanızı öneririm.
San Francisco, ABD’nin en zengin eyaleti
Kaliforniya’da San Francisco Körfezi’ni kapatan yarımada üzerinde kurulu bir
şehir. Batısında Büyük Okyanus, doğusunda San Francisco Körfezi bulunuyor.
Wikipedi’nin San Francisco
maddesine göre arkeolojik buluntular burada yerleşimin 3 bin yıl önce başladığını
gösteriyor. Avrupalı sömürgeciler 1769’a kadar bölge halkını rahatsız
etmemişler. Bu tarihte sömürgeciler bölgenin zenginlik potansiyelini fark
etmişler, bugün Golden Gate Köprüsü’nün başladığı noktada askerler için kale, yanı
sıra misyoner binası inşa etmişler. (Bütün işgalciler birbirine benziyor,
askerler ve dinbazlar birlikteler yani! Ama bizim ceddimiz, halifelerimiz
akıncılarımız hocalarımız imamlarımız gazilerimiz işgal etmediler, Fetih ve
Ganimet/Enfal surelerinin icabını yerine getirdiler, kâfir memleketlerine
adalet götürdüler değil mi?)
Bölge, 1821’de İspanya’dan bağımsızlığını
kazanarak Meksika’ya katılmış; 1846’daki savaş sırasında da ABD tarafından
ilhak edilmiş. İlhakın hemen ardından bölge altın ve gümüş arayıcılarının
hücumuna uğramış. Öyle ki, limana ulaşan gemilerin tayfaları karaya ayak basar
basmaz firar edip altın arayıcılarına katılmışlar. Şehrin 1847’de bin olan
nüfusu sadece bir yıl sonra on binleri geçmiş.
Yerli halkın kökünü kazıyan
Altına Hücum’la bölge çok kısa sürede ABD’nin gözbebeği haline gelmiş, körfezin
güvenliği için İspanyollardan kalan kalenin yerine daha muhkem bir kale,
Alcatraz Adası’na da ikinci bir kale inşa edilmiş. Altına Hücum’un yarattığı
zenginlik ve servet birikiminin güvenlikten sonraki en ivedi gereksinmesi tabii
ki banka, iletişim ve ulaştırma altyapısıdır. İlk banka olarak 1852’de Wels
Fargo kurulmuş, devasa liman inşa edilmiş, demiryolu döşenmiş. İnşaatlarda
çalışan Çinliler Çin Mahallesi’ni kurmuşlar. Servet birikimi ekonominin tüm
sektörlerini büyütmüş. San Fransisco’nun ve bölgenin diğer kentlerinin sosyal,
kültürel dokusu büyüyen ekonomiye ayak uydurmuş, gösterişli evler, okullar,
kiliseler, tiyatrolar inşa edilmiş.
San Francisco 1906 depremiyle
adeta yok olmuş, depremin ardından çıkan yangında dörtte üçü küle dönmüş. Felaketin
ardından San Francisco kısa sürede kare kare yeniden kurulmuş. Devasa
zenginliğiyle 1929 krizini en az hasarla atlatmış, kriz döneminde bugün kentin
kimliğini oluşturan Golden Gate ve Oakland Körfez köprülerini 1937’de
tamamlamış. Eh bunca zenginlik güvenlik sorunu da üretir tabii; Alcatraz
kalesi, ağır suçlulara ve Al Capone gibi mahkumlara tahsis edilir.
İkinci Dünya Savaşı sırasında San
Francisco Tershanesi, Pasifik Cephesi’nin merkez üssü haline gelir. Kentin
kazandığı önem devletler arası ilişkilere de yansır; Birleşmiş Milletler
Sözleşmesi 1945 yılında, ABD-Japonya savaşını bitiren anlaşma da 1951 yılında bu
kentte imzalanır.
Altına Hücum’la finans merkezi
haline gelen San Francisco bugün iletişim teknolojileri ve turizm ağırlıklı bir
ekonomiye sahip. Google, Apple, Facebook, Twitter, Yahoo, Intel, HP, Mozilla ve
Microsoft’un da aralarında olduğu iletişim devlerinin merkezleri, San Francisco
Vadisi’nin parçası olan San Jose Vadisi’nde, yani Silikon Vadisi’nde bulunuyor.
***
San Francisco’da üç gece kaldık
ama şehri gezmeye sadece bir gün ayırabildik. Diğer günler Yosemite’ye gidiş ve
dönüş, Los Angeles’a gidiş nedeniyle yollarda geçti.
Sıkışık ve yorucu bir gezi
programı olsa da sabah yürüyüşlerimi ihmal etmedim. İlk gün sabah alışkanlık
üzere anarşizan keşif yürüyüşüne çıktım. Hava serin mi serin, üstelik sisli
puslu, termometre 13 dereceyi gösteriyor.
Otelden çıkarken, kaybolmamak için konum
noktasını belleğime kaydettim. Telefona değil belleğime; çünkü telefonu
kapatmışım. Yön duygusu normal birinin San Francisco’da kaybolması mümkün değil
aslında. Çünkü, daha önce de belirttiğim gibi San Francisco, üzerinde geometri
dersi çalışılacak derecede düzgün yapılanmış. Şehrin kare kare yerleşimi uçakta
bile fark ediliyor. Otelin bulunduğu Geary caddesini adımlamaya başladım. Arada
diklemesine kesen caddelere de saptım. Derken Turk caddesine çıkmayayım mı? Ya
işte böyle, San Francisco’da Turk caddesi var. Kürtler kıskanmasın, inşallah
bir gün Kürt caddesi de olur. Şaka şaka. Elin San Francisco’sunda Turk veya
Kurt caddesi olsa ne olur olmasa ne olur!!!
Birkaç yüz metre sonra tekrar
Geary caddesine döndüm, Powel caddesiyle kesiştiği noktada San Francisco
meydanında buldum kendimi. Meydan kentin adını taşıyor ama bizim Ankara
Kızılay’daki Zafer Meydanı kadar bile değil. O denli küçük bir alan. Zaten
doğal çevrenin parçası da değil, bir otoparkın üzerine beton zemin olarak
düzenlenmiş. Bu meydanda devasa yükseklikte bir direğin tepesinde elinde üç
dişli mızrağıyla zafer tanrısı ya da tanrıçası. Kaidesinde yazılanlardan
anladığım kadarıyla heykel, 1898’de ABD/İspanya savaşında kazanılan zaferin
anısına dikilmiş.
Burada biraz duralım. Savaşta ilk
olarak gerçeğin vurulduğunu, halkları savaşmaya ikna etmek için devletlerin ne
gibi yalanlar ürettiklerini Dördüncü Ordu Medya adlı kitabımda anlatmıştım. Anlattığım
savaşlardan biri de 1898 savaşıydı. Özetle, İspanyol sömürgesi Küba’da
bağımsızlık savaşı başlamıştır. İspanya, bağımsızlık mücadelesini bastırmak için
asilerin halkla ilişkisini koparmayı temel strateji olarak benimsemiş, acımasız
yöntemler uygulamaktadır. Köyleri boşaltmakta, ele geçen asileri kurşuna
dizmektedir (Tanıdık geliyor mu bu strateji?). Sömürgecilerin gazabından
adadaki Amerikan kolonisi de etkilenmektedir ki, artık kendi iç pazarıyla
yetinmeyen taze emperyalist ABD’nin Küba’da gözü vardır, saldırmak için bahane
aramaktadır. Lazım bahane, askerler ve medya imparatorları William Randolph
Hearst ve Joseph Pulitzer tarafından üretilir.
Küba, vahşi İspanyol ordusunun
çizmeleri altında inlemektedir. ABD’nin Küba’daki vatandaşlarını korumak için
Havana’ya gönderdiği Maine zırhlısı İspanyol donanması tarafından batırılmış ve
250 denizci martyr olmuştur... Lazım bahane bulunmuştur.
İki medya imparatoru arasındaki
tiraj kavgasının da körüklediği kampanya sonunda ABD Kongresi, Küba’nın
bağımsızlık hakkını tanıyan ve İspanya’ya karşı güç kullanması için Başkan’a
yetki veren tasarıyı kabul eder. Savaş, İspanyol donanmasının Amerikan
donanması tarafından imha edilmesiyle sonuçlanır. İspanya sömürgeleri Küba, Porto
Riko, Guam ve Filipinler ABD egemenliğine geçer. Böylece ABD emperyalist güç
olarak tarih sahnesine adımını atar. Pulitzer, muzaffer donanmanın New York’a
dönüşünde zafer takları kurdurur, geçit töreni düzenler... Maine zırhlısının Havana Limanı’nda batmasını
araştıran komisyon ise çalışmalarını 1911 yılında tamamlar; geminin batmasına
yol açan patlamanın kazan dairesinde meydana gelen bir kazadan kaynaklandığını
açıklar...
Ne kadar tanıdık değil mi?
ABD’nin bütün savaşları, yalan olduğu sonradan açıklanan bahanelerle
başlatıldı. En son Irak’ı, kimyasal silah ürettiği yalanıyla işgal etti. Bugün
Türkiye’nin yerli ve milli Cumhurbaşkanı olduğunu iddia eden zat, emperyalist
proje BOP’un eşbaşkanı olarak, o işgale Türkiye’yi de katmak için nasıl canını
dişine takmıştı! Hatırladınız mı?
***
Memleketin çıldırtıcı gündeminden
biraz olsun kopabilmek için telefonu bile kapatmışım ama ne mümkün, dünyanın
öbür ucundaki yapay bir meydanda karşılaştığım heykel bile izin vermiyor, hatırlatıyor
işte. Yürüyüşe devam ediyorum. Dediğim gibi hava serin mi serin, termometre 13
dereceyi gösteriyor, San Francisco meydanına bakan gökdelenler, 260 metre
yüksekliğiyle şehrin silüetinde yeri olan Transamerica binası sisler içinde.
Nihayet limana ulaştığımda da
hava durumunda değişiklik yok, yine sisli puslu. Golden Gate köprüsü çok uzakta
ama çok yakındaki Oakland köprüsü bile zor seçiliyor.
San Francisco limanı mühendislik
harikası olmalı. Tıpkı havaalanları gibi onlarca rıhtımı var. Rıhtımların dizildiği
sahil bandında ise lokantalar mağazalar. Yürüyüş ve koşu için pek uygun olmasa
da insanlar yürüyorlar koşuyorlar. İğreti parkların banklarında veya çöp
kutularının yanında ise evsizler. Ne kadar da çoklar! Daha önceki seyahatimde
New York, New Jersey, Florida ve Washington eyaletlerine uğramıştım, bu kadar
evsize rastlamamıştım. ABD çok zengin, dünyanın jandarması ama on milyonlarca
aç ve evsizi de var işte!!! Sosyalizme kurban olun muhafazakârlar, Amerikanperver bilumum liberaller! Küba’yı da gezdik gördük. Ambargo altında, yoksul, sosyalizm devlet
kapitalizmine dönüşmüş ama aç ve açıkta kimse yok. Kimse cahil ve sağlıksız
bırakılmıyor, eğitim ve sağlık tümüyle ücretsiz...
İkinci gün sabah erkenden Stocton
caddesini adımlıyorum. Uzun tüneli geçer geçmez bambaşka bir Francisco çıkıyor
karşıma. Bilmeden Çin Mahallesi’ne girmişim. Uzun cadde boyunca genç yaşlı
kadın erkek Çinliler dükkanlarını mağazalarını açıyorlar. Bizim kasabaların çarşılarına
ne kadar benziyor. Toplu taşım araçları da öyle.
Yürüye yürüye küçücük bir parka
ulaşıyorum. Yaşlı Çinliler sabah sporuna çıkmışlar. İki yaşlı kadın ise bir
ağaca ses yayın cihazı ve bir parça da çaput bağlamışlar, yavaş adımlarla etrafında
dönüyorlar. Galiba ibadet ediyorlar.
Çok yakın bir tepeden kule
yükseliyor. Yokuşu tırmanıp tepeye çıkıyorum. Covit Tower’a gelmişim. San
Francisco’ya tepeden bakmak istiyorum, göremiyorum.
Kahvaltının ardından horanta ile
yine Stocton Caddesi’ndeyiz. Bu kez tünelin üstünden bakıyoruz Çin
Mahallesi’ne. Covit Tower’a tırmanıyoruz, sis biraz dağılmış ama yine de berrak
bir hava yok. Yürüyerek limana iniyoruz, Alcatraz’a daha yakından bakıyoruz.
Limanın en meşhur rıhtımı Pier 39 iğne atsan yere düşmeyecek kadar kalabalık. Çok
sayıda lokanta, dükkan, eğlence yeri dizili. Bir iki dükkana girip çıktık,
fiyatlar cesaret kırıcı. Epey yol tepmişiz. Hard Rock kafeye girip karnımızı
doyurduk, dinlendik.
Golden Gate Köprüsü’nden geçmeyen
San Francisco’yu görmüş sayılmazmış. Yürünecek uzaklıkta değil. Uber ağına
bağlanıp taksi çağırdık. Taksi dedim ama aslında taksi değil, özel araç. Uber
ağı özel araç sahiplerinden oluşuyor, internet üzerinden konum ve gideceğiniz
adresi bildirip çağırıyorsunuz. Anında fiyat öneriliyor. Kabul ederseniz en
yakındaki araç geliyor. Ücret yine internet üzerinden kartla ödeniyor.
Taksiciler gibi kaba değiller, ağda kalabilmek için kendilerini beğendirmek
zorundalar. Yolculuğun sonunda beğenip beğenmediğinizi uber ağına yazıyorsunuz.
Golden Gate Köprüsü’ne yakın bir
noktada bulunan Güzel Sanatlar Sarayı’nı görmeden edemiyoruz.
Roma ve Yunan mimarisinden esinlenerek yapılmış. Çevresindeki büyük göl,
yapının geometrik formlarını yansıtan bir ayna görevi görüyor. Saray çevresinde
gezinirken, düğün fotoğrafı çektirmek için gelen çiftlerle karşılaşıyoruz. Ghirardelli’ye uğrayıp beleş çikolatamızı almayı da ihmal etmiyoruz.
Vakit akşama yaklaşmış
yorulmuşuz. Köprü’yü geçme lüksünden vazgeçip uzaktan bakmakla yetiniyoruz.
Ertesi sabah, kahvaltının ardından Los Angeles yoluna düşüyoruz.
***
Gelelim San Francisco'nun güzelliğine. Güzel San Francisco nitelemesi bana ait değil; Türkiye’nin medya ve diplomasi tarihine geçmiş bir dalkavukluk başyapıtıdır. 2015 yılında 94 yaşındayken vefat eden gazeteci
Bedii Faik “Güzel San Francisco”yu şöyle anlatıyor:
İkinci Dünya Savaşı yeni
bitmiştir. Milli Şef’in Türkiye’si yoksuldur. Yokluğu çekilmeyen tek şey,
“totaliterin totaliteri” Milli Şef diktatörlüğüdür. ABD’nin düzenlediği San
Francisco Konferansı’na Türkiye de çağrılmıştır. Türkiye’yi Dışişleri Bakanı
Hasan Saka başkanlığında bir heyet temsil edecektir. Heyette, Hüseyin Cahit
Yalçın, Falih Rıfkı Atay gibi şöhretli gazeteciler de vardır.
Bedii Faik gazeteciliğe meyleden
sade bir okuyucudur henüz. Tünel’den Karaköy’e inerken, kapı ağzındaki gazete
tezgâhında manşetlere bakar:
“Türk tezi ittifakla…”
“Konferans Türk teklifini ittifakla kabul etti.”
“Konferansta Türk heyetinin teklifi ittifakla kabul edildi.”
Bedii Faik, heyecandan titreyen
elleriyle cebini yoklar, o telaş içinde bozuk paralarının bir kısmını yere
düşürür. Dünyanın en büyük konferansında Türk tezinin ittifakla kabul
edilmesinin tesellisiyle, rayların karanlığına yuvarlanan paraların peşinden
gitmez. Hemen bir tomar gazeteyle vagona girer, gazetelerin haberlerine dalar.
Sonrasını şöyle anlatır:
“Ah! Yarabbi, yazının içeriği
yerine sadece başlığının keyfi ve saadeti içinde kalabilseydim ne olurdu ve
senin derya-yı izzetinden ne eksilirdi? Halbuki okudum ve maalesef okudum.
Neymiş biliyor musunuz Türk heyetinin ittifakla ve alkışlarla kabul edilen
önerisi? Konferans bildirisinde San Francisco adı geçiyor ya. Türk diplomatları
hemen başkanlığa bir öneri sunmuşlar ve bildirilerde San Francisco kelimesinin
başına ille de ‘güzel’ sıfatı konmasını teklif etmişler. İşte bu kadar! Ve
tabii konferans başkanlığı, misafir olunan şehrin böyle bir sıfatla anılması
isteğini derhal genel kurulun tasvibine sunmaz da ne yapar? O da sunmuş ve
alkışlar – bana göre hiç şüphesiz hayli gülüşmeler arasında teklifin kabul
edildiğini diplomasi tarihine kaydetmiştir!”[1]
Güzel San Francisco’nun medya ve
diplomasi tarihindeki yeri böyle. Türkiye’nin medya ve diplomasi tarihi buna
benzer nice dalkavukluk örnekleriyle doludur.
Dalkavukluk tarihimiz bir yana,
San Francisco güzel bir şehir mi?
Elbette güzel bir şehir. Güzel
derken şehrin tarihindeki kan ve gözyaşını, ekonomisindeki ve sosyal hayatındaki
adaletsizliği gözardı etmiyorum elbette. Yönetenleri çirkin diye bir ülkenin veya şehrin güzelliği görmezlikten
gelinmemeli!
Los Angeles’ta buluşmak üzere!
Degerli dostum yazıdaki anlatımın su gibi.... bu seyhananede kendi adıma bilmediğim şeyleri de ögrenmiş oluyorum.iyi gezmeler.😊
YanıtlaSilDegerli dostum yazıdaki anlatımın su gibi.... bu seyhananede kendi adıma bilmediğim şeyleri de ögrenmiş oluyorum.iyi gezmeler.😊
YanıtlaSilSağ ol Kazım. Çok selam.
SilRahmiciğim yazılarını zevkle okuyorum. Yıldırım ailesine selam sevgi ve iyi gezmeler.
YanıtlaSilSağ ol Metin. Çok selam.
SilABD’nin Küba’daki vatandaşlarını korumak için Havana’ya gönderdiği Maine zırhlısı İspanyol donanması tarafından batırılmış ve 250 denizci ölmüş, Ölenler arasında yüksek rütbeli asker yoktur, ikiz kulede ölenler arasında yöneticilerin olmaması gibi.
YanıtlaSilTeşekkür ederim. Çok selam.
Sil