11 Kasım 2014 Salı

ATATÜRK’TEN MUHAMMED’E

EN İYİ VATANSEVERDEN EN İYİ MÜSLÜMAN'A
Ankara’nın merkezi semti Kızılay, metronun da merkezi.
Batılı ülkelerde kullanıma girdikten 150 yıl sonra hizmete girebilmiş Ankara Metrosu’nun Kızılay durağında cami de var.
Metro’daki Şeyh Şamil Camii’nde günün her saatinde ibadet edene rastlamak mümkün. Camideki ibadete en geniş katılım Cuma namazında sağlanıyor. Bu da normal.
Bütün camilerde olduğu gibi Şeyh Şamil Camii’nde de Cuma namazı için iç mekân yetmiyor. Neredeyse bütün koridorlar dizüstü çökmüş, secdeye varmaya hazır insan kalabalığıyla dolu.
Bu noktada kıblenin tutturulup tutturulamadığından, hijyenden, kesif ayak kokusundan filan söz etmek anlamsız.
Şeyh Şamil Camii’nin bir özelliği de, ışıklı panosunda her gün bir ayetin veya hadisin tebliğ edilmesi. Geçenlerde aklımda kaldığı kadarıyla şöyle bir hadis yazılıydı kırmıza renkli akan harflerle:
“En iyi Müslüman işini en iyi yapandır!”
Doğrusu çok bir şey ifade etmedi bana. Bir kimsenin işini olabildiğince iyi yapması için peygamber nasihatine gerek olmadığını düşündüm. O andan itibaren ışıklı pano zihnimden silindi.
Ne ki tam silinmemiş. Aradan iki gün geçmişti; Atatürkçülüğünden Kemalistliğinden asla şüphe edilmeyecek taşfırın Kemalist bir derneğe yolum düştü. Dernek binasının koridorunda K. Atatürk imzalı bir özdeyiş yazılı idi:
“En iyi vatansever işini en iyi yapandır.”
Moda deyişle, ancak bu kadar pişti olur.
İşini en iyi yapmak için Muhammed’in veya K. Atatürk’ün nasihati şart olmasa gerek. Kendini bilen insan zaten işini en iyi yapmalıdır değil mi!
Her neyse. Türkiye, hemen her konuda en iyinin en doğrunun ne olduğu konusunda Atatürk’ten alıntılarla nasihat bombardımanına tutulmaktan çok yoruldu. Bunun toplum mühendisliği ve jakobenlik olduğu, toplumun bu gibi devlet zoruyla destekli yönlendirmelerle at gözlüğü takmaya zorlanmasının demokrasiyle bağdaşmayacağı konusunda çok fikir üretildi. Hayli de etkili oldu ki, artık Atatürk’ten alıntılara pek rağbet edilmiyor.
İyi mi oldu diye sorulursa, ileriye yönelik olumlu bir değişim olmadığı meydanda.
Atatürk’ten özdeyişlerin yerini çok daha yoğun bir ağırlık ve karşı konulmazlıkla hadisler aldı. Yani 80 yıl önce sarf edilmiş sahih cümlelerin yerini 1400 yıl önce söylendiği rivayet edilen, gerçekten söylenip söylenmediği belli olmayan hadisler.
1920'lerin 30’ların referansıyla Türkiye’nin ileriye gitmesinin, özgürlükçü bir rotaya girmesinin mümkün olmayacağı son 30 yıldır söylenegeldi. 
Söylenenler çoğunca isabetliydi de. Söylenenler doğru olmasına doğruydu da, 80 yıl öncesinin referanslarını 1400 yıl önce söylendiği rivayet olunan özdeyişlerle ikame etmek; diğer bir deyişle, ideolojik politik sosyal haritada Atatürk adını kazıyıp yerine Muhammed yazmak, Atatürk’ü Muhammed ile aşmak pek de akla uygun ve bilimsel değildi. Muhammed’i dillerinden düşürmeyen siyaset esnafının gırtlağa dek battığı yolsuzluk ve hırsızlıklar ayrıca işaret edilmeye değer.
Belki kimileri incinecek ama okullarda günde bir kere okunan, Atatürk’ün anıldığı andı kaldırırken günde beş vakit bangır bangır Muhammed’i zikretmek ne kadar demokratik?
Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bireyler olarak, eşit yurttaşlık bilinciyle, düşünce, ifade, inanç ve inançsızlık özgürlüğü çerçevesinde, tüyleri diken diken kabartmadan tartışmaya değmez mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder