25 Ocak 2015 Pazar

MUHAMMED’İ KORUMA KANUNU MU?

Bir zamanlar Atatürk’ü Koruma Kanunu vardı.
Sanırım Adnan Menderes Hükümeti çıkarmıştı bu kanunu.
Hâlâ yürürlükte mi bilmiyorum.
Yürürlükte olsa bile uygulanmıyordur.
Uygulansa AKP devrinde mahkemeler Atatürk’e hakaret davalarından bunalırlardı mutlaka.
O kanun uygulanmıyor diye Atatürk, tarihi öneminden bir şey yitirmedi elbette.
O kanun uygulansaydı Atatürk’ün tarihi önemi daha da artmazdı.
Şimdi Muhammed’i Koruma Kanunu var galiba.
İkide bir İslami hassasiyetlere uygun kararlar çıkıyor.
Son olarak Gölbaşı Sulh Ceza Nöbetçi Hâkimliği, Facebook'ta, Hazreti Muhammed'e yönelik hakaret içerikli paylaşımlara erişimin engellenmesine karar vermiş.
Karar, Gölbaşı Cumhuriyet Savcısı Harun Ceylan'ın açtığı soruşturma kapsamında verilmiş.
Mahkeme, sayfalara erişimin engellenmesi kararının uygulanmaması halinde, Facebook'a erişimin engellenmesini de kararlaştırmış.
Bu topraklarda tarihi önemdeki kişileri kanunla mahkeme kararıyla korumaya gerek olmadığı ne zaman idrak edilecek?
Her neyse.
Bu gibi kanunlara mahkeme kararlarına ihtiyaç duyanlar da olabilir elbette.
Olsun olmasın ben aklımdakini söylemekten, tarihi şahsiyetler için söylenenleri yazmaktan tartışmaktan geri durmam.
Mesela, Atatürk ayyaş olmadığı gibi, Recep Tayyip Erdoğan da hırsız değildir.
Recep Tayyip Erdoğan’a hırsız diyenin ağzını yırtarım valla!
Zaten böyle diyenlere milletimiz ağızlarının payını vermiş, Recep Tayyip Bey’i ak oylarıyla Cumhurbaşkanı seçmiştir.
Hazreti Muhammed tarihteki en barışçı ve özgürlükçü insandır.
En azılı düşmanlarına bile kılıç çekmemiştir, hoş görmüştür.
Hiç savaşmamıştır, ganimete tenezzül etmemiştir.
Siyer kitaplarında öyle yazılmış olsa da, Ayşe validemizle altı yaşındayken nişanlanıp dokuz yaşında gerdeğe girmemiştir.
Kızlarını Ebubekir, Ömer ve Osman’a verip onların kızlarını almamıştır.
Başta İbni İshak olmak üzere, böyle şeyler yazan Siyerciler yalancıdırlar!
Hazreti Muhammed’e ve halifelerine pedofil, kan dökücü, yağmacı diyecek olanın her tarafını yırtarım.
Duymadık demeyin!

Baki selamlar!

20 Ocak 2015 Salı

İSLAM BARIŞ DİNİ MİDİR?

Din, insanın doğa karşısında bilgisizliğinin, korkusunun, adaletsiz toplum düzeni karşısında çaresizliğinin ve kurtuluş umudunun teolojisidir. Sosyolojik olgu olarak da dinler tanrıya ulaşma ve bütünleşme ritüelleri dışında dünyevî yaşamı düzenleyen ideolojilerdir. Dinlerin asıl işlevi de bireysel ve toplumsal yaşamı düzenlemektir.
Sınıflı toplumda ideoloji olarak din ezilenlere, “öteki” dünyada cennet vaadiyle bu dünyada sabretmeyi, azla yetinip şükretmeyi, kadere boyun eğmeyi telkin eden mutluluk illüzyonudur. Karl Marks’ın ifadesiyle “Din, gerçek ıstırabın dile getirilişi,  gerçek ıstıraba karşı protestodur. Ezilen kulun ahıdır din, taş kalpli dünyanın kalbi, ruhsuz toplumsal durumun ruhudur.”
Egemen sınıflar için ise din toplumsal eşitsizlikleri, mülk sahibi sınıfların sömürüsünü ve egemenliğini meşrulaştırma ideolojisi ve pratiğidir. Bu bağlamda günümüz dinlerinin ortak özelliği, erkek egemen düzeni ve egemen sınıfın çıkarlarını kutsayıp meşrulaştırmalarıdır. 
***

Dinsel tarih kan ve gözyaşı tarihidir
Dinlerin barışçı olup olmadıkları da bu ön kabuller ışığında değerlendirilmelidir.
Sınıflı toplum tarihinde barışçı bir dine rastlamak olanaksızdır. Sınıflı toplum tarihi neredeyse dinler savaşı olarak yaşanmıştır. İlk çağ uygarlıklarından geriye kalan, neredeyse sadece din savaşları efsaneleridir. Köleci toplumların çok tanrılı dinlerindeki en güçlü tanrı, savaş tanrısıydı. Savaş tanrısı Tevrat’ta Yehova olarak zuhur etti. İslamiyet dünyayı 'dar-ül İslam' ve 'dar-ül harb' diye ayırdı, cihat adı altında savaş ve istila yoluyla yayıldı. Hıristiyanlık deyince akla ilk olarak Haçlı Savaşları ve Engizisyon terörü gelir. Kapitalizm çağında, Einstein’ın dediği gibi, “dinsel çılgınlığın yerini milli çılgınlık aldı.” Milli çılgınlık eseri savaşlar kilise tarafından kutsanıp meşrulaştırıldı. Hıristiyanlar kendi içlerinde birbirlerini katletmenin yanı sıra sömürgelerde yerlilerin milyonlarcasını katlettiler ya da köleleştirdiler…
***

Savaş ve aile içi husumet ayetleri
Dinler tarihi savaş tarihi olduğu gibi dinler, söylem olarak da barışçı değildir. Ortodoks İslam’ın temel kaynağı Kur’an sayfalarında da savaşı ve öldürmeyi emreden çok sayıda ayet vardır. Öyle ki, farklı inançtaki aile bireylerine dostluk gösterilmemesini telkin eden ayet bile vardır.
“Küfrü imana tercih ederlerse, babalarınızı ve kardeşlerinizi bile dost edinmeyin. İçinizden kim onları dost edinirse, işte onlar, zalimlerin ta kendileridir.” (Tevbe 23)
 “Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır.” (Maide 51)
 “Müşrikleri nerede yakalarsanız öldürün. Sizi çıkardıkları yerden (Mekke’den) siz de onları çıkarın. Zulüm ve baskı, adam öldürmekten daha ağırdır. Yalnız, Mescid-i Haram yanında, onlar sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa (siz de onlarla savaşın) onları öldürün. Kâfirlerin cezası böyledir.” (Bakara 191)
“Hiçbir zulüm ve baskı kalmayıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Onlar savaşmaya son verecek olurlarsa, artık düşmanlık yalnız zalimlere karşıdır.” (Bakara 193)
“Allah yolunda hicret edinceye kadar onlardan (münafıklardan) dost edinmeyin. Eğer bundan yüz çevirirlerse, onları yakalayın ve bulduğunuz yerde öldürün.” (Nisa 89)
“Allah’a ve Resûlüne savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası, öldürülmeleri yahut asılmaları veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut o yerden sürülmeleridir.” (Maide 33)
“Haram aylar çıkınca, Allah’a ortak koşanları bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin. Eğer tövbe ederler, namazı kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın.” (Tevbe 5)  
“Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah’ın ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak din İslâm’ı din edinmeyen kimselerle, küçülerek (boyun eğerek) kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar savaşın.” (Tevbe 29)
“Allah’a ortak koşanlar sizinle nasıl topyekûn savaşıyorlarsa, siz de onlarla topyekûn savaşın.” (Tevbe 36)
“Ey peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et ve onlara karşı çetin ol.” (Tevbe 73)
“Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler.” (Tevbe 111)
“Ey Peygamber! Mü’minleri savaşa teşvik et. Eğer içinizde sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüz kişiye galip gelirler. Eğer içinizde (sabırlı) yüz kişi bulunursa, inkâr edenlerden bin kişiye galip gelirler.” (Enfal 65)
“Yeryüzünde düşmanı tamamıyla sindirip hâkim duruma gelmedikçe, hiçbir peygambere esir almak yakışmaz.” (Enfal 67)
“Münafıklar, kalplerinde bir hastalık bulunanlar ve Medine’de kötü haberler yayıp ortalığı karıştıranlar (tuttukları yoldan) vazgeçmezlerse, elbette seni onların üzerine gitmeye teşvik edeceğiz. Onlar da (bundan sonra) orada lânete uğramış kimseler olarak seninle pek az süre komşu kalacaklardır. Nerede bulunurlarsa, yakalanırlar ve yaman bir şekilde öldürülürler.” (Ahzap 60-61)
***

Savaşçı Peygamber Savaşçı İslam
Bu Kur’ani emirlerin yanı sıra, erken dönem siyer yazarı İbn İshak’a göre Muhammed, komuta ettiği gazvelerin 9’unda bizzat savaşmıştır. İslam tarihçilerine göre Muhammed, Medine’de geçen on yıllık ömründe 25 gazveye komuta etmiş, 50 de seriye (akıncı birliği) göndermiştir.
Esasen İslam tarihi, Kureyş’in aristokrat aileleri (Haşimiler, Emeviler, Abbasiler) arasındaki iktidar savaşının tarihidir. Yüzlerce yıl süren bu iktidar savaşında ilk dört halifeden üçü bizzat Müslümanlarca öldürüldü. Peygamberin bir düzine torunu, kafası kesilerek katledildi. İslami inanç haritası bu aileler arasındaki kavgayla şekillendi. İslam coğrafyasının en büyük iki nehri Sünnilik ve Şiilik, bu iktidar savaşında akan kan ve gözyaşıyla kabardı. Bugün de her gün ortalama 900 dolayında Müslüman, dindaşlarınca katledilmektedir. Katil de maktul de Allahu ekber diye haykırmaktadır…
***

Barışçı İslam nerede aranmalı?
Savaşı, öldürmeyi, istilayı, ganimeti ve haracı kutsayıp emreden bunca ayetin yanında bir de “İsrailoğulları’na şunu yazdık: Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa, sanki bütün insanları yaşatmıştır. Andolsun ki, onlara resûllerimiz apaçık deliller (mucize ve âyetler) getirdiler. Ama onlardan birçoğu hâlâ aşırı gitmektedir.” (Maide 32) ayeti vardır. Böyle bir ayet de vardır da, teselli ayeti midir, ne kadar sadra şifadır ve Müslümanlarca ciddiye alınmıştır? Sorunun yanıtı İslam tarihinde kayıtlıdır.
Sözün özü, dinler tarihi kan ve gözyaşı tarihidir. Hangi dinden olursa olsun şeriatlar, savaş ve istila yoluyla yayılmayı, ganimeti ve haracı kutsadılar, sözde tanrı adına insanlığı hep savaştırdılar. Dinler arası savaş bugün de kapitalizmin ideologları ve silah tacirlerince “medeniyetler çatışması” diye tahrik edilmektedir.
Dinler tarihi kan ve gözyaşı tarihidir. İslam’ın barış dini olduğu, Allah’ın Kur’an ayetleriyle insanları sevgiye, huzura ve güven dolu bir hayata davet ettiği, Kur’an ahlakının egemen olduğu bir toplumda kavga ve çatışmaya kapalı, uzlaşmacı, insancıl, düşünce ve inanç özgürlüğüne saygılı bir hayat yaşanacağı yolundaki tüm propagandaya karşın Ortodoks İslam, bu tarihsel realitenin istisnası değildir. Her fırsatta İslam’ın barış dini olduğunu propaganda eden siyasetçilerin, ikiyüzlülüğe ihtiyaç duymadıkları ortamlarda “Minareler süngümüz./ Camiler kışlamız. / Kubbeler miğferimiz./ Müminler askerimiz.” diye coşkuyla hamasete sarılmaları ibret vericidir.
Her şeye karşın İslam’ın barışçı ve özgürlükçü bir damarı aranacaksa, Ortodoks İslam’da değil, savaşı ve öldürmeyi emreden ayetlerden habersiz, dinin salt ibadet olarak yaşandığı halk İslamı ile Bâtınî yoruma yaslanan Tasavvuf İslamında aranmalıdır.
Bu yazının son cümlesi olarak söylenmeli ki,
Asıl kâbe insandır!
Asıl kâbe doğadır!

11 Ocak 2015 Pazar

MUHAMMED OLSA CHARLİE HEBDO’YA NE YAPARDI?

Başta Katoliklik olmak üzere tüm dini simge ve tabulara, ırkçı milliyetçi politikalara karşı keskin ve alaycı yayın çizgisiyle tanınan Fransız mizah dergisi Charlie Hebdo’ya karşı girişilen katliam dünya çapında şoka yol açtı.

Her şeyden önce vurgulanmalı ki, derginin yayımladığı karikatürler ve yazılar ne denli çarpıcı olursa olsun, kimileri bu içeriklerden ne denli incinirse incinsin, alçakça bir katliamdır. Kaleme kaleşnikofla değil kalemle karşılık verilir. İslam Peygamberi’nin intikamını aldıklarını söyleyen katiller, insanlığı katletmişler, mensubu oldukları dine ve dindaşlarına da en ağır kötülüğü yapmışlardır.

Charlie Hebdo katliamı muhakkak ki, kapitalizmin kâbesi İkiz Kuleler’e yapılan saldırı ölçüsünde yankılanacak ve analizlere konu olacak. Bu değerlendirmeler yapılırken herhalde en çok, medeniyetler arası çatışma tezi bıktırırcasına yinelenecek, katliam sonrasında İslamofobinin derinleşip derinleşmeyeceği, Hıristiyan ülkelerde yaşayan Müslümanların durumunun ne olacağı, bu bağlamda katliamın provokasyon olup olmadığı, Batılı kapitalist ülkelerde demokratik hak ve özgürlükleri kısıtlayacak, sermayenin küresel zorbalığını tahkim edecek önlemlerin gündeme gelip gelmeyeceği sorularına yanıt aranacak. İslam tarihinde kan ve gözyaşının eksik olmadığı, İslam coğrafyasında halen her gün ortalama 900 Müslümanın dindaşları tarafından katledildiği dikkate alınarak, terör ve kitlesel katliamların İslam’ın fıtratında olup olmadığı irdelenecek.
***

Bir düzine fikir insanının öldürüldüğü katliama karşı Türkiye’de, Müslümanlık dışında kimlik tanımayan çevrelerde başlıca iki tutum gözleniyor.
Katillerle aynı frekanstaki Müslüman kanaat önderleri cinayetten duydukları sevinci gizlemiyorlar. İslam Peygamberi’ni küçük düşürmenin düşünce ve ifade özgürlüğü olmadığı savından hareketle cinayeti mazur göstermeye çalışıyorlar, çok daha beteri “Hak ettiler” demeye getiriyorlar. Örneğin Abdurrahman Dilipak, “Kork Fransa!” başlığı altında, “Eden bulur” diyor ve açık bir sevinçle Afrikalı baldırıçıplakların Paris’in ardından tüm Fransa’yı yakacaklarını, yangının Roma, Berlin, Londra ve Newyork’a sıçrayacağını yazıyor. Arada Gezicilere de gözdağı veriyor.
Muhafazakâr demokrat veya ılımlı denilen dindar çevrelerde ise ciddi bir karşı çıkış gözlenmiyor. En fazla “Gerçek İslam bu değil” savunusu yapılıyor;  o da yarım ağızla ve gizli bir memnuniyetle. İktidardaki İslamcı parti liderleri ve sözcülerinin “Bu saldırının İslam ile herhangi bir şekilde irtibatı kurulamaz. İslam dini bu tür saldırılara cevaz vermez. Gerçek İslam bu değil” açıklamaları ise buram buram takiyye ve siyasal oportünizm kokuyor.
***

Peki gerçek İslam bu değilse nedir?
Sorunun yanıtı hiç tartışmasız Kur’an’da ve İslam Peygamberi’nin icraatında aranmalıdır.
Öyle ise soru şöyle de sorulabilir: Muhammed yaşıyor olsa, Charlie Hebdo’ya karşı nasıl davranırdı? Katliama tepki olarak Peygamber’e yakışan tutum nedir?
Paris katliamını meşru sayan köktendincilerin bu soruya dürüstçe yanıt vereceklerinden emin olunabilir. Asıl zorlanacak olanlar ise muhafazakâr demokrat veya ılımlı denilen dindarlardır.
Sözü uzatmadan, bin dört yüz yıl önceki Charlie Hebdo erbabına Muhammed’in nasıl karşılık verdiğine bakmakta yarar var.
Bin dört yüz yıl önceki Arap coğrafyasında sözlü kültür çok gelişkindir. Öyle ki, kâğıt ve okuryazar yokluğunda sözlü kültür tek iletişim pratiğidir. Şairler sözü en çok dinlenen en çok saygı gören insanlardır. Ümmi insanlar, olan biteni, şiirleri dilden dile dolaşan şairlerden, hikâye ve destan anlatıcılarından haber almaktadırlar. Hiç abartısız bir benzetmeyle, şairler ve destancılar o devrin gazetecileri ve habercileridirler aynı zamanda. Kent devletçiklerinin yöneticileri, iktidarlarını meşrulaştırmak ve sürdürebilmek için şairlere, destancılara yaslanmak ve yaranmak zorunluluğu duymaktadırlar. Benzetmek gerekirse, bugünün siyaset/sermaye/medya ittifakı o dönemde tefeci/bezirgân elitiyle şairler arasında kurulmuştur.
***

Şiir / ayet rekabeti
Yegâne iletişim pratiği olarak sözlü kültür ve şiirin bu denli gelişmiş olması Kur’an’a da yansımıştır. Öyle ki, Allah “Sözün en güzelini; âyetleri, (güzellikte) birbirine benzeyen ve (hükümleri, öğütleri, kıssaları) tekrarlanan bir kitap olarak indirdik” (Zümer 23) diye vurgulamakta;
“Allah’ın sözü en yücedir” (Tevbe 40), “Kimdir sözü Allah’ınkinden daha doğru olan?” (Nisa 88, 122) diye övünmekte;
 “Kur’an, hiç şüphesiz çok şerefli bir elçinin (Allah’tan alıp tebliğ ettiği) sözüdür. O, bir şairin sözü değildir. Bir kâhinin sözü de değildir.” (Hakka 38, 39, 40, 41, 42) diyerek rekabete girmekte;
“Kulumuza (Muhammed’e) indirdiğimiz (Kur’an) hakkında şüphede iseniz, haydin onun benzeri bir sûre getirin!” (Bakara 23, Yunus 38, Hud 13) diye meydan okumakta;
Ayrıca peygamberlerini (elbette Muhammed’i de) hikmet ve hak ile batılı ayıran söz yeteneği ile donattığını bildirmektedir.
Allah’ın dediğine göre, “Güzel söz, kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir. Bu ağaç, her zaman meyvesini verir. Kötü söz ise yerden koparılmış, ayakta duramayan ağaç gibidir.”
***

Muhalif şairlere karşılık yandaş şairler
Kur’an’da vurgulandığı ve Siyer yazarlarının da anlattıkları üzere Muhammed kendisini şairlerden ayrı tutmaya çalışmaktadır. Şairlerin muntazam vezinli hicviyelerine, mersiyelerine, destanlarına daha serbest kafiyeli ve ahenkli Kuran ayetleriyle karşılık vermekte, ayrıca şairlerin kalenderliği, derbederliği, çapkınlığı özendiren şiirlerine ve yaşantılarına tepki duymaktadır.
Ne ki, şairler Muhammed’i hicvetmekten geri durmamışlardır. Şairler, Muhammed’i o dönemde çok sayıda zuhur eden peygamber adaylarıyla (Resmi İslam tarihçilerinin adlandırmasıyla yalancı peygamberlerle) bir tutmakta ve küçümsemektedirler. Muhammed’e sert şekilde muhalefet eden şairlerin başında Ka'b ibnu'l-Eşref gelmektedir.
Muhammed şairlerin etkili hicviyelerine karşılık verebilmek için, ayetleri tekrarlamanın yanı sıra, Hasan bin Sabit, Kâ’b bin Malik, Abdullah bin Revaha gibi şairleri etrafına toplamıştır. Bir bakıma bugünün yandaş medyasına benzer şekilde yandaş şairler topluluğu oluşturmuştur.
***

Muhalif şairlere ölüm
Yandaş şairler topluluğu oluşturmak da muhalif şairlerin hicviyelerini, muhalif önderlere yönelik kasideleri etkisizleştirmeye yetmemiştir. Bedir Savaşı’nı izleyen haftalarda daha sert kararlar gündeme gelmiştir. Benzetmek gerekirse şairler “iç tehdit” sayılarak Ümmi Güvenlik Siyaset Belgesi kapsamına alınmışlardır.
İlk kurban, Muhammed hakkında alaycı şiirler yazan yüz yaşındaki Ebu Afek’tir. Muhammed “Bu alçak adamı benim için kim öldürecek?” diye sorar. Bedir Savaşı’na katılmış olan Salim ibn Umeyr, gece yatağında uyuyan Ebu Afek’i kılıcını ciğerine saplayarak öldürür.
Hicviyeleriyle Muhammed’in şimşeklerini üzerine çeken Asma Binti Mervan adlı şaire, Ebu Afek’in öldürülmesi üzerine yaktığı ağıtla kendi ölüm fermanını da hazırlamış olur. Muhammed “Kim beni Mervan’ın kızından kurtaracak?” diye sorar. Adiyy b. Hareşe isminde (gözleri görmeyen) bir Müslüman göreve talip olur. Adiyy ashabdan refakatçilerle birlikte Ramazan’ın yirmi beşinci gecesi kadın şairin evine gider. Asma, çocukları ile birlikte uyumaktadır, bir bebeği de göğsü üstünde uykudadır. Adiyy eliyle yoklayarak bebeği kenara çeker ve kılıcını Asma’nın göğsüne dayayıp abanır. Sabah olunca Muhammed ile birlikte namaza durur. Muhammed “Ya Umeyr, Mervan’ın kızını mı öldürdün ?” diye sorar. O da “Evet ya Rasulullah, acaba hata mı ettim?” diye cevap verir. Muhammed “Hayır onun için iki keçi bile birbiriyle toslaşmazdı. Onun kanı hederdir, sorup karşı çıkacak kimse yoktur.” diye karşılık verir. Ömer “Tebrikler doğrusu, böyle kör bir şahıs böyle mühim bir hizmette bulunmuş” deyince Muhammed cevap olarak, “ Ya Ömer, kör deme, O gerçeği gören mert bir kişidir.” der ve Adiyy b. Hareşe’ye Umeyr yani “gözleri gören” ismini takar.
***

Hile ve yalan ile öldürülen şair
Sırada, devrin en etkili şairi Ka'b ibnu'l-Eşref vardır. İbnu'l-Eşref, zengin ve soylu bir şairdir, Medine dışında bir malikanede yaşamaktadır. Bedir Savaşı’nda mahvolan Kureyş soyluları için yaktığı ağıtlar, ibnu'l-Eşref’in ölüm fermanı olur. Ebubekir Siraceddin’in erken dönem Siyer yazarlarından ibn Vakidî’den özetleyerek aktardığına göre:
Arabistan’da tutulan bir şair insanların tümünün görüşünü temsil ediyor denilebilirdi. Çünkü böyle bir şairin mısraları dilden dile dolaşırdı. Şair eğer iyi ise iyilik kaynağı, kötü ise kötülük kaynağı olurdu. Bir gün Peygamber (s.a.v) şöyle dua etti: “Yarabbi, beni Ka’b İbn Eşref’ten kurtar. Sen dilediğinden kurtarırsın. O hem kötülük yayıyor hem de kötü şiirler okuyor.”
Ve yanındakilere “Kim bana bu kadar kötülük yapan İbn Eşref’e karşı çıkar?”
İlk gönüllü, Evs’li Sa’d İbn Muaz (r.a)’ın kabilesinden Muhammet İbn Mesleme (r.a) idi. Peygamber ona Sa’d’a danışmasını söyledi ve dört gönüllü daha bulundu. Bu beş gönüllü, yalan söylemeden, hile yapmadan İbn Eşref’e yaklaşılamayacağını biliyorlardı. Aynı zamanda Peygamber (s.a.v)’in bunları yasakladığından da haberdardılar. Bu yüzden Peygamber (s.a.v)’e gittiler ve ona zihinlerini meşgul eden bu konuyu açtılar. Peygamber (s.a.v) onlara amaçlarına ulaşmak için her şeyi söylemekte serbest olduklarını, çünkü savaşta hile ve yalanın serbest olduğunu ve Ka’b’ın da kendilerine savaş açtığını söyledi.
Ka’b’ı aldatarak evinden dışarı çıkardılar ve öldürdüler. Paniğe kapılan Nadir Yahudileri Peygamber (s.a.v)’e gittiler ve başkanlarından birinin sebepsiz yere öldürüldüğünü söylediler. Peygamber (s.a.v) gelenlerin çoğunun Ka’b gibi İslam’a düşman olduklarını biliyordu. Yahudilere, düşmanca düşüncelere hoşgörü gösterilse de düşmanca etkinliklere hoşgörü gösterilemeyeceği bildirilmeliydi.  “Eğer o da kendisi gibi düşünen diğerleri gibi davransaydı, haince öldürülmezdi. O bizi incitti, aleyhimize şiirler yazdı: sizden bunu hanginiz yaparsa öldürülecektir.” Daha sonra Peygamber (s.a.v) onları özel bir anlaşma yapmaya davet etti. Onlar da kabul ettiler.
***

Başta da dediğimiz gibi Charlie Hebdo katliamı, kapitalizmin kâbesi İkiz Kuleler’e yapılan saldırı ölçüsünde yankılanacak ve analizlere konu olacak.
Bu değerlendirmeler yapılırken İslam tarihinde kan ve gözyaşının eksik olmadığı, ilk dört halifeden üçünün bizzat Müslümanlar tarafından öldürüldüğü, Peygamber’in ehlibeytinden bir düzine torunun da bizzat Müslümanlarca kafaları kesilerek öldürüldüğü, İslam coğrafyasında halen her gün ortalama 900 Müslümanın dindaşları tarafından katledildiği dikkate alınarak, terör ve kitlesel katliamların İslam’ın fıtratında olup olmadığı da irdelenecek.
Charlie Hebdo katliamı üzerine İslamcı partinin liderliği, muhafazakâr demokrat veya ılımlı denilen dindarların kanaat önderleri “Gerçek İslam bu değil” dediklerine göre, soruyu yinelemekte yarar var. Gerçek İslam bu değilse nedir? Muhammed yaşıyor olsa, Charlie Hebdo’ya karşı nasıl davranırdı? Katliama tepki olarak Peygamber’e yakışan tutum nedir?

Not: Bu yazı kaleme alınırken, İbn İshak, İbn Kesir siyerlerinden, Süleyman Ateş’in “Kur'an'a Göre Hz. Muhammed'in (S.a.v) Hayatı”, Ebubekir Siraceddin’in “HZ. MUHAMMED’İN HAYATI” adlı kitaplar ile Asım Köksal’ın 6 ciltlik “İslam Tarihi - Hz. Muhammed (sas) ve İslamiyet” adlı eserinden yararlanılmıştır.


Rahmi YILDIRIM