3 Mart 2017 Cuma

ERDOĞAN: FETULLAH’IN DİN KARDEŞİ BAHÇELİ’NİN ÜLKÜDAŞI!

Tek adam diktatörlüğü için yürütülen referandum kampanyası, siyasal İslam’ın ne denli iki yüzlü, ahlak ve tutarlılık yoksulu olduğunun son örneği olarak şimdiden demagoji tarihine geçti.
Bir kere daha görülüyor ki, İslamcı siyaset erbabı da selefleri ölçüsünde demagogtur, ilkesizdir, oportünisttir, hilekârdır, mülkiyetçidir, sermaye birikimcisi ve emperyalizm işbirlikçisidir. Sadece İslamcı siyaset değil, Devlet Bahçeli’nin şahsında cisimleşen siyaset de öyle.
***

REFERANDUM VE DEMAGOJİ
Demagoji, akılcı mantıklı açıklama ve öneriler yerine halkın dindarlık milliyetçilik duygularını, önyargılarını ve korkularını sömürerek yapılan siyaset olarak tanımlanıyor. Köken olarak Yunanca ‘demos’ (halk) ve ‘agogos’ (liderlik yapmak) sözcüklerinin birleşiminden geliyor. Türkçe’ye halk avcılığı olarak çevirmek mümkün. Demagoji yapan kişiye “demagog” deniyor.
Tek adam diktatörlüğü için evet kampanyası da, önceki seçimler gibi demagoji üzerine kurulu. Kampanyanın başta gelen propagandistleri Recep Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli, akılcı ve mantıklı açıklamalar yapmak yerine halkın dindarlık milliyetçilik duygularını, önyargılarını ve korkularını sömürmekte birbirleriyle yarışıyorlar.
Örneğin Erdoğan, HAYIR diyecek, belki de çoğunluğu sağlayacak on milyonlarca yurttaşı terörist diye yaftalıyor. Her fırsatta FETÖ ve Kandil’in de ‘hayır’ dediğini vurguluyor Erdoğan; “Kişi sevdikleriyle beraberdir, ‘hayır’ diyenin gideceği yer Kandil’dir. ‘Hayır’ diyenlerin konumu 15 Temmuz’un yanında yer almaktır” diyor. Yetinmiyor, “Hayır demek, eşittir çukur” diyebiliyor.
Devlet Bahçeli de “CHP ve yanına hizalanmış bölücü ekipmanlara aldırmadan millet için evet, devlet için evet, Türklüğün bekası için evet, Türkiye'nin bekası için evet” diyerek, Erdoğan’a propaganda desteği sağlıyor.
Propaganda olanakları eşit olsa, örneğin televizyonlar adil davranıp taraflara eşit süre verseler, gazeteler eşit yer ayırsalar, Erdoğan ve Bahçeli istedikleri kadar demagoji yapsınlar, istedikleri kadar HAYIR diyenleri karalasınlar.
Karşılık olarak AKP’nin tek başına dayattığı 2010 referandumunda Fetullah nam vaizin “Mezardakilere bile evet oyu verdirmeli” diyerek Erdoğan’a arka çıktığı, Erdoğan’ın bu vaizi “aynı menzile farklı yollardan giden” din kardeşi olarak gördüğü, “ne istediyse verdiği” anlatılır. Yanı sıra aynı referandumda Kandil’in ‘boykot’ kandırmacasıyla AKP’ye örtülü destek sağladığı, sonrasında Abdullah Öcalan’ın “Tayyip Bey’in başkanlığını destekleriz” diyerek ittifak önerdiği hatırlatılır...
Bu kadarla kalınmaz, 15 Temmuz darbe girişiminin içyüzü olanca çirkinliğiyle tartışılır; Erdoğan’ın darbeyi daha ilk saatlerde niçin “Allah’ın lütfu” saydığı sorgulanır. Erdoğan HAYIR diyenleri darbecilerin yanında hizalanmakla karalarken Meclis’teki AKP çoğunluğunun darbe araştırma komisyonunu neden çalıştırmadığının hesabı sorulur...
Bahçeli’yi teşhire hâlâ gerek var mıdır acaba? Her şeye karşın, Bahçeli’nin ve Erdoğan’ın geçmişte birbirlerine yönelik hakaretleri, Bahçeli’nin geçmişte başkanlık sistemine yaptığı itirazlar anımsatılabilir:Recep Tayyip Erdoğan, Türk tipi değil ‘Tayyip tipi’ başkanlık hayalleri kurmaktadır. Bütün yetkilerin kendisinde toplandığı, yargının kendisine bağlandığı, yasama organı Meclis’in kendi kontrolüne sokulduğu, denge, denetim ve fren sistemi olmayan, tek adam diktatörlüğü, tahtsız ve taçsız sultanlık peşinde koşmaktadır.” (Manisa, 9 Mayıs 2015).
Ek olarak, Bahçeli’nin neresinden yakalanıp Erdoğan’a biat ettiği, Erdoğan’ın mabeyni gazeteciye nasıl bir ruh haliyle “kılıç artığı” diye uluduğu analiz edilir; “Kişi sevdikleriyle beraberdir” diyen Erdoğan’ın “dişine kan değmiş” Bahçeli ile beraber olup olmadığı sorulur...
Bunca demagoji teşhir edilince temenni edilir ki, seçmen elini vicdanına koyar, mevcut soysuz rejimi ve referandumla dayatılan tek adam diktatörlüğünü reddeder, eksiksiz demokrasi talep eder. Akıl, vicdan ve hakkaniyet duygusu tümüyle yitirilmemiştir herhalde değil mi!
***

DEMAGOJİNİN ÇUKURU: İDAM
Propaganda olanakları eşit olsa, teşhir edilecek nice tutarsızlık, hamlık, ilkellik vardır. İlkel demagojinin hep gündemde tutulan bir başlığı da idam tartışmasıdır.
Erdoğan hemen her konuşmasında idam cezasının geri getirilmesini istiyor, seçmenlerine idam çığlığı attırıyor. Son olarak idam için referandum yapılmasını bile önerdi.
Demagojinin çukurunda idam diye tutturmanın ilkelliği nasıl anlatılabilir ki? Fetullah Gülen’in desteğinde 12 Eylül 2010 referandum kampanyasını açış toplantısında Erdoğan’ın idam edilenler için ağladığını kaç kişi hatırlar acaba?
20 Temmuz 2010 tarihinde partisinin Meclis grubunu toplamıştı Erdoğan. Nasıl da duyguluydu 1980 darbesi döneminde idam edilen solcu gençler Necdet Adalı ve Erdal Eren ile ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu’nu anlatırken!
Anlattığına göre, Necdet Adalı suçsuz olduğundan, Ulucanlar’da arkadaşlarının firar girişimine katılmamış. Kendisini yargılayan mahkeme reisi, karara muhalefet şerhi koymuş, ancak Necdet’in idamını önleyememiş. Şair Nevzat Çelik, Adalı için “Beni burada arama anne / Kapıda adımı sorma / Saçlarına yıldız düşmüş / Koparma anne / Ağlama / Kaç zamandır yüzüm tıraşlı / gözlerim şafak bekledim / uzarken ellerim kulağım kirişte / ölümü özledim anne /yaşamak isterken delice...” diye şiir yazmış. Sonradan gerçek failler yakalanmış ama Adalı geri gelmemiş.
Erdoğan, Necdet Adalı’yı anlatırken gerçekten duyguluydu. Çocuk yaşta asılan Erdal Eren’i anlatırken de duyguluydu. Nihayet, Mustafa Pehlivanoğlu’nun  ailesine yazdığı mektubu okurken gözyaşlarını tutamamış, harbiden ağlamış ağlatmış, 12 Eylül darbesiyle hesaplaşmaya söz vermişti.
2010 referandumu Fetullah Gülen Cemaati’nin ve liberallerin desteğiyle Erdoğan’ın lehine sonuçlandı. Lakin Erdoğan 12 Eylül darbesiyle hesaplaşma sözüne sadık kalmadı, darbecilerin yargılandığı davaya katkıda bulunmadı. Nihayet, 15 Temmuz darbe girişimini aydınlatmaya da yanaşmıyor. Darbeciler ne yaptıysa Erdoğan aynısını yapıyor; parlamentoyu etkisizleştiriyor, ülkeyi kararnamelerle yönetiyor, medyayı ve yargıyı baskı altına alıyor, meydanlarda idam çığlıkları attırıyor.
Darbecilerin astığı gençler için ağlayan ağlatan Erdoğan şimdi idam istiyor. Zira darbecilerle aynı kumaştan dokunmuş. Demokrasiye inanmıyor; demokrasiyi inşa etmek değil, “Dava sancağını en yüksek burçlara taşımak” derdinde. Davasına sadakatle, siyasal İslamcı karakterini ifşa etmekten çekinmiyor. İdam isterken yine dindarlığı sömürüyor; “George şöyle demiş, Hans şöyle demiş, bizi ilgilendirmiyor. Allah ne demiş, o ilgilendiriyor. Parlamento kararı verirse, Cumhurbaşkanı olarak ben onaylarım” diyor (12 Kasım 2016).
Allah ne dediyse o” davasının özgürlüğe eşitliğe adalete demokrasiye kapalı dinci faşist düzen davası olduğunu nasıl anlatmalı ki? Demokraside egemenlik halkındır, dinci faşist düzende ise egemenliğin sözüm ona Allah’a ait olduğu varsayılır. Dindarlık kisvesi altında ceza hukuku Allah’ın dediğine göre düzenlenecekse, medeni hukuk ve ticaret hukuku, devlet düzeni ve günlük hayat da Allah’ın emirlerine göre düzenlenecek demektir.
***

Sözün özü, 16 Nisan’da yapılacak oylama, demokratik başkanlık sistemi için referandum değil, “Allah ne dediyse o” sözleriyle itiraf edilen dinci faşist tek adam diktatörlüğü için referandumdur.

Tek adam diktasına direnmek, HAYIR demek ihmale edilemeyecek yurttaşlık görevidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder